Kuklaya kimlik kazandırmak!

Hükümet terörle mücadele konusunda, “teröristle mücadele, siyasi uzantısıyla müzakere”  olarak özetlenebilecek strateji değişikliğine gidiyor. Gazetelerde yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla yeni stratejiyi Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Büyükelçi Murat Özçelik üst düzey bir kamu görevlisi olarak açıklamış. Değişikliğin taktik planda kalmadığı, ’stratejik’ bir yenilik olduğunun da altı çiziliyor. Doğruysa artık ’Kürt Sorunu’ ifadesi de kullanılmayacakmış.
Aslında hükümetin terörle mücadele konusunda bir stratejisi var mıydı, tartışılır. Bana göre, inisiyatif dönem dönem kısmen kesintiye uğrasa da sürekli olarak terör örgütünün elindeydi. Her kış uykuya yatar, Nevruz’la birlikte memleketi ateşe verir, şiddetli bir karşılık gördüğü zaman da ateşkes ilan ederdi. Ateşkes ilanı için terör örgütüyle veya arabulucusu Barzani ile görüşmeye gidip gelen çoğu gazeteci görünümlü elçileri de bugün konuyla ilgili olan herkes tanıyor. Hemen her seçim döneminde MHP hariç partilerin çoğu, BDP’ye ve onun seleflerine seçim ittifakı önerir, seçim akabinde ise birbirlerini terör örgütüne destek vermekle suçlarlardı.
“Terörle mücadele” , genel hatlarıyla  “teröristle mücadele”  şeklinde anlaşıldığından sorunun siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yönleri ihmal edilirdi. 2000’li yıllardan itibaren genelkurmay başkanlarının terörle mücadelenin sadece TSK’nın görevi olmadığına dair çıkışlarıyla birlikte sivil hükümetler de elini taşın altına koymaya başladı. Ancak hazırladıkları sağlıklı bir proje bulunmadığı için her seferinde elleri taşın altında kalıyordu.
Bugün de Türkiye’nin  “terörle mücadele”  konusunda yetişmiş uzmanı var mıdır, bilmiyoruz. Öcalan’ın yakalanmasından sonra terör örgütü elebaşlarıyla  “istihbarat amaçlı” görüşmeler askeri kanat tarafından yürütülüyordu. Son altı yıldır, bu görevi Milli İstihbarat Teşkilatı devraldı. Görüşmelerin kapsamı ise hep tartışmalı kaldı, hatta müzakere safhasına kadar geldiği iddia edildi.
Açıklanan yeni strateji, uzun süredir yazıp söylediklerimle uyum gösteriyor. Bir payım var mı, bilmiyorum. Kimi yazarlar son gelişmeyi,  “Filmi başa sarmak ve gelinen aşamaları bir kalemde silmek”  şeklinde değerlendiriyor. Fakat ben böyle düşünmüyorum. Öncelikle kavramların yerli yerinde kullanılması lazım.
- Kürt (ve Alevi) sorunu yoktur. Kürtlerin (ve Alevilerin) ifade sorunu vardır. Kürt olsaydım etnik kimliğimin, Alevi olsaydım inancımın ’sorun’ olarak tanımlanmasından rahatsız olurdum. Kürt bizzat sorun kabul edilirse bu sorunu kimle çözeceğiz? Nasıl ki,  “dindar sorunu” yahut  “milliyetçi sorunu”  denilmesi taciz ediciyse...
-  Sorunlar temsil yetkisi ve sorumluluğu bulunan kurumlarla karşılıklı oturup çözülebilir. İmralı sakininin Kürtler nezdinde kısmen temsil ehliyeti varsa da sorumluluk alması mümkün değildir. Ömür boyu ağır hapis cezasına mahkum birisi sözünde durmadığı zaman daha ağır hangi yaptırım uygulanabilir? Kandil’in ise hem temsil yetkisi ve hem de sorumluluğu tartışmalıdır. Kürtlerin kaçta kaçı Kandil’in kararlarını hür iradeleriyle onaylamaktadır? BDP seçimle gelen, dolayısıyla temsil yeteneği olan bir partidir. Alacağı kararlar partinin kurumsal yapısını bağlayacaktır. Üstelik başarısının yahut başarısızlığının siyasi faturasını yüklenmek zorunda kalacaktır.
- BDP, devekuşu gibi davranmaktadır. Hem Kürt halkının temsilcisiyim demekte hem de çözüm masasına yanaşmamaktadır. Sorumluluğu İmralı’ya atarak sürecin siyasi sorumluluğundan kaçmaktadır. Çünkü vantrologun elindeki kukladan farkı yoktur. Yeni strateji kuklaya gerçek bir kimlik kazandıracak ve böylece Hükümet de karşısında müşahhas bir muhatap bulacaktır. Eğer bu süreç doğru işlerse BDP; İmralı-Kandil-Kürtler üçgeninde sıkışacak ve silahlı ve silahsız siyaset arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır. Şiddeti seçenler ve siyasi çözümden yana olanlar zaman içinde ayrışacaktır. Sanırım bu yüzden, BDP yeni stratejiye ilk başta karşı çıktı. Şimdi masaya oturmaya hazırlanıyor. 
- Aslında Avrupa’daki örnekler (IRA-Sinn Fein ve ETA-Batasuna) de bu doğrultudadır. Terörün tabiatı gereği, siyasi kanat anlaşmaya yanaşırken, bundan rahatsız olan hizipler ve yabancı uzantıları provokasyonlara girişecektir. Fakat sonuçta marjinalleşen silahlı kanat olacaktır.
Şimdi öncelik verilmesi gereken diğer konu teröristle mücadele stratejisinin de değiştirilmesidir. ABD’nin Vietnam’da, İsrail’in Filistin’de deneyerek geliştirdiği özel harp kavram ve teknikleri, külliyen terk edilmelidir. Özel harp metotlarını işgalci ülke mantığı ile geliştiren devletlerin durumu ile Türkiye çok farklıdır. Türk güvenlik güçlerini kendi ülkelerinde işgalci durumuna düşürmek kimsenin haddi değildir.

Yazarın Diğer Yazıları