Kültürsüzleştirme operasyonun acı sonucu!

Türkiye şu anda bir kültürsüzleştirme operasyonunun tam ortasında.

Türk kültürü, İslam'ın antiteziymiş gibi gösterilerek on yıllardır sistematik bir şekilde saldırıya uğruyor, ötekileştirilip arabeskleşiyor.

Haliyle eski Türk toplumlarında gördüğümüz "kadın"ın yönetimdeki ve ailedeki rolü biçim ve şekil değiştiriyor.

Oysa, eğitimsizleştirilen, dışlanan, horlanan "kadın" tipi Türk devlet yapısına da Türk kültürüne de aykırıdır.

Örneğin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki "alınıp-satılabilen kadın profili" neredeyse bir asırdır değiştirilemedi.

Toprak reformuna yönelik hiçbir çaba olmadığı için, aşiret egemen feodal yapı, gücünü hiçbir zaman yitirmedi. Bazı bölgelere yoğun olarak gerçekleştirilen Suriyeli mülteci göçü yarayı daha da kanattı.

Çocuk yaşta evlendirme ve başlık parası gibi çağ dışı uygulamalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Bu soruna çözüm üretileceği yerde, "çocuk yaşta evliliklerde çocuğun rızası varsa hapis cezası verilmez" şeklinde bir kanun düzenlemesi yapılmak istendi. 

Bizzat iktidar partisinin eliyle Meclis'e getirilen bu düzenleme, çocuk yaşta evliliklerin, istismarın önünü açacak, 3. dünya ülkelerinde bile olmayan rezil bir uygulamaydı.

Toplumsal tepkilerle bu saçmalık engellendi. Ama bu girişim bize şunu gösteriyordu; ülkeyi yönetenler böylesi bir süreci kabul edip, kanunlaştırabilecek bir zihniyete sahip!

Biraz daha geriye gidelim. Terör örgütü PKK'nın ortaya çıktığı ilk yıllarda ve sonrasında Doğu ve Güneydoğu'da belirli bir destek gördüğü biliniyor. 1970'lerin sonunda örgütün en büyük vaatlerinin arasında "Başlık parasının kaldırılması ve kadının özgürleştirilerek ağalık sistemine son verilmesi" geliyordu. Bu ağalık baskısı altında ezilmiş kesimde büyük bir etki oluşturdu. Örgüt burayı çok iyi suistimal etti ve hâlâ da etmeye devam ediyor.

Ancak devlet bu konuda bir türlü çözüm üretemedi. PKK'nın beslendiği sosyolojik vakalara karşı bir refleks ortaya koyamadı.

Daha da enteresanı 2000'li yılların başından itibaren televizyonları esir alan ağa-köy-konak dizileri yayıldı. Özellikle "Asmalı Konak" dizisi bu sürecin mimarlarından olurken, feodal yaşam son derece normalleştirildi. Kadın ise geri plana çekildi.

2010'lardan itibaren de kitle iletişim araçlarında kadına şiddetle ilgili çok sayıda senaryo, içerik ve yapım ortaya çıktı. Hatta REGAL firmasının bir reklamında "kadın tokatlama" eylemine imza atabilecek kadar ileriye gidildi.

Hürriyet yazarı ve Senarist Gülse Birsel dünkü köşe yazısında televizyondaki kadın şiddetine ilişkin çarpıcı bir tecrübesini paylaştı: "İlginçtir, bir komedi dizisinde 'salak' gibi masum bir kelime birkaç defa kullanıldığında biri 'bip'leniyor. 'Kıç' kelimesi yasak örneğin. Votka, şampanya demek; bir düğün sahnesinde bile içki bardağı göstermek yasak. Ama dizi hikâyelerinde kadın dövmeye, adam bıçaklamaya, silah sıkmaya, insan öldürmeye getirilen bir yasak, sınır, kural yok!"

Ne yazık ki siyasi çıkarlar ve sorunlu idareciler yüzünden toplumumuzda bir "kadın" problemi doğdu. Bu problemin temeli de şiddete ve Türk kültürünü ortadan kaldırmaya dayalı.

Daha geçtiğimiz günlerde çocuğunun yanında anneyi tokatlayan adam, herkesin içinde kadını bayıltmıştı. Bu sapık ruh hali birçok hanede sessiz çığlıklara neden oluyor. Ama bizler duymuyoruz.

Toplum da her şeyden korkar hale geldiği için ne yapacağını kestiremiyor.

Örneğin Ahmet Kural-Sıla Gençoğlu olayında, yan komşu "Ahmet Kural'ın evinde bir kadın çok kötü dayak yiyor, ne yapsam acaba, çok korkuyorum" diye arkadaşına mesaj atıyor. Böyle saçma bir düşünce olabilir mi? Ne duruyorsun kardeşim hemen arasana polisi!

İşin polis kısmı ise başlı başına ayrı bir inceleme konusu. Çünkü şiddet gören kadın "ben şikâyetçi değilim" dediğinde polis bile suçlu hale gelebiliyor. Çünkü susturulmaya, çığlıklarını içine atmaya şartlanmışlar, yalnızlar.

Dün yayınlanan bir rapor var ki, son derece utanç verici ve tüyler ürpertici. Sadece Ekim ayında 34 kadın, erkek şiddeti nedeniyle öldü! Bir de ölmeyenleri, can çekişenleri, sakat kalanları, kayıtlara "erkek şiddeti" olarak geçmeyenleri düşünün!

Kadınlarına değer vermeyen bir ülkede, annelere de değer verilmez. Değersizleşen annelerin elinde yetişecek çocukların yönetiminde olduğu ülke de geleceğe umut vermez.

Bu konuyu bir şekilde çözmek, çözüm iradesini ortaya koymak zorundayız. Akademisyeninden, siyasetçisine, gazetecisinden devlet görevlisine kadar herkese çok büyük sorumluluklar düşüyor.

Yazarın Diğer Yazıları