Kur'ân ayı...

Bugün ramazanın beşinci günü... Ramazan ayının girmesiyle dînî hayatımız biraz daha canlandı. Teravih namazları, iftar çadırları, Kur'ân-ı Kerim tilavetleri, camide mukâbele dinlemeler ve tabii ki İslâm'ın şartlarından biri olan oruç ibadeti... Bütün bunlar ramazan ayının topluma kazandırdığı dînî hareketliliğin olumlu yansımalarıdır. Lakin tuttuğumuz oruçlar, kıldığımız namazlar ve okuduğumuz Kur'ân bizi ne ölçüde etkiliyor? Diğer bir ifade ile yaptığımız bu ibadetler nefsimizi terbiye ediyor mu, yoksa şekilde mi kalıyoruz?

Müslümanların ramazan ayında "oruç"tan sonra en çok Kur'ân okumaya ağırlık verdiklerine şahit olmaktayız ki bu, doğru bir yaklaşımdır. Zira Kur'ân ramazan ayında indirilmiştir: "O ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren, hakkı batıldan ayıran en açık delilleri ihtiva eden Kur'ân o ayda indirildi." (Bakara/185)

Âyette de belirtildiği üzere insanlığa doğru yolu gösteren Kur'ân-ı Kerim ramazan ayında nâzil olmuştur. Bu sebeple ramazan zarf, Kur'ân mazruftur. Esas olan mazruf (içinde yazılanlar) olduğuna göre -gayet tabii- ramazanda Kur'ân öne çıkmalı ve okunmalıdır. Fakat unutmayalım ki okumaktan maksat anlamaktır. Âyet ve hadisler bu gözle incelenebilse eminim birçok delil çıkacaktır karşımıza. Nitekim İbn-i Mes'ud'dan rivayet edilir ki bir gün Peygamberimiz:

-Ey İbn-i Mes'ûd haydi bana Kur'ân oku, diye emretti. Ben de:

-Yâ Resûlu'llâh! Kur'ân sana gönderildiği halde onu size nasıl okuyacağım, dedim. Resûl-i Ekrem:

-Kur'ân'ı ben başkasından işitmeyi çok severim, buyurdu. Ben de Sûre-i Nisâ'yı okumaya başladım. Okurken: "Her ümmetten bir şahit getireceğimiz, seni de onlar üzerine şahit getireceğimiz zaman, halleri nice olur?" meâlindeki âyeti okuyunca Resûl-i Ekrem:

-Sus, buyurdu. O sırada gördüm ki Resûlu'llâh ağlıyordu. (bk. Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, DİB Yayınları, Ankara 1975, c. 11, s. 85-86.)  

Görüldüğü üzere, mesele sevap kazanmak maksadıyla bir duâ kitabı okur gibi Kur'ân okumak değildir. Diğer Peygamberlerin sadece kendi ümmetlerine şahitlik yapacak olmalarına karşı, Peygamberimiz aleyhisselâmın, bütün ümmetler için de ayrıca kendinin şehadetine baş vurulacak olmasının verdiği sorumluluğun ağırlığını hissedip ağlaması, bize okumaktan maksadın anlamak ve üzerinde düşünmek olduğunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla önemli olan, kişinin okuduğunu anlaması ve onunla amel etmesidir. Yoksa Muallim Feyzi Efendi'nin de dediği gibi Müslümanlık sadece Kur'ân tilavetiyle olsa âl-i Yezid ile âl-i abâ arasında bir fark olmazdı:

"Kur'ân tilâvetiyle müselmânlık olsa ger//Âl-i Yezîd'in âl-i abâdan ne farkı var?"

Bilindiği üzere Yezid, ikinci Emevî halifesidir. (ö. 683) Kerbelâ'da Hz. Hüseyin ve âile fertlerinin şehit edilmesi onun döneminde olmuştur. Oysa Peygamber soyu (âl-i abâ) gibi Yezid ve tarftarları da Kur'ân okuyorlardı. O zaman -şairin de işaret ettiği gibi- mesele Kur'ân okumak değil, okuduğunu anlamak ve ona göre amel etmektir.

Kısacası; ramazan "oruç" ayından ziyade "Kur'ân" ayı olarak kabul edilmelidir. Çünkü ramazanı şereflendiren Kur'ân'dır. Ramazan ayında tabii ki orucumuzu tatacağız, bu İslâm'ın şartı. Lakin bizi hidayete erdirecek olan Kur'ân'ı okuyup anlamak için ramazanı ayrıca bir fırsat bilip onu daha iyi okuyup anlayarak nefsimizi terbiye etmenin yollarını aramalıyız. Anlamı üzerinde düşünmeden bir duâ kitabı okur gibi yüzünden Kur'ân okumanın -Allah bilir ya- bize çok bir faydası olmayacaktır.

Son söz:

"Ramazan ayı zarftır, mazruf ise Kur'ân//Hem orucunu tut hem Kur'ân oku her ân//Gerçi Yezîd-i la'în de Kur'ân okurdu//Sen okuduğunla amel et ey müslümân." (Li-müellifihi)                     

Yazarın Diğer Yazıları