Kurbanın kısa tarihçesi ve Türklerde kurban geleneği
“Kurban” sözcüğünün dilimizdeki kökeni,
adak, hediye, yakın olma, yaklaşma, yakınlık gösterme,
hediye verme gibi anlamlar içeren,
İbranice “korban” ve Arapça “K-R-B”(كرب) sözcüğüne dayanmaktadır.
Kurban sözünün bugünkü manasıyla nasıl kullanıldığı bilinmemekle beraber,
kurban merasimlerine Türkçe (tapıg) veya (yagışlık tapıg) denmekteydi. (Esin, 1978: 100)
“Kurban kesme” eylemi, İslam Dini’nin doğuşundan çok önceki çağlara kadar uzanır.
Çok eski tabiat dinleri ile Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve
İbrani dinlerinde yılın belli aylarında dinî törenlerle kurban sunma,
bayram yapma geleneği vardır.
İnsanların, tahıl, hayvan ve hatta insan kurban ettikleri olmuştur.
İnsan kurban edilmesi ya da insan yerine bir hayvan sunulması da
dinler tarihinde rastlanan olgulardır.
En değerli sunu olarak insan yaşamının kurban edilmesinde
kefaret amacının da bulunduğu görülür.
Sümerlerde yaratılış eylemi, Marduk'un Tiamat'ı kurban etmesi ile başlamıştır.
İşte ilk ataların yaptığı bu ritüel binyıllar boyu farklı kültürlerde tekrarlanır.
Kurban kavramı üzerine yapılan çalışmalar, kurban ritüellerinin
çok tanrılı pagan kültürlerden, tek tanrılı dinlere değin bazı benzer anlamlar ve
gerekçeler taşıdığını ancak uygulamalar konusunda
farklılıklar olduğunu ortaya koyar.
Nuh’un kurban kesmesinin bir benzeri,
Mezopotamya tufan hikâyesinde, tufandan sonra kurban sunan
Utnapiştim üzerinden anlatılmaktadır.
Ünlü dinler tarihçisi Mircea Elida, İbrahim’in kurban olayını ise şöyle yorumlar:
“Morfolojik açıdan bakıldığında İbrahim’in oğlunu kurban edişi
Eski-Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbranilerin
Peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri,
ilk çocuğun kurban edilişi pratiğinden başka bir şey değildir.
İlk çocuk, çoğunlukla bir Tanrı’nın çocuğu olarak görülürdü…
Eski-Sami dünyasının tümünde böyle bir kurban,
dinsel işlevine rağmen sadece bir anane, anlamı tümüyle kavranabilir bir ayinken
İbrahim’in durumunda bir inanç eylemidir.”
Hıristiyanlıkta ise son insan kurban,
kendini tüm insanlığın günahları adına kurban eden İsa’nın kendisidir.
İsa’nın kurban edilmesi, komünyon ayininde sembolik olarak tekrar edilir.
Yahudilik’te kurban, ilk dönemlerden itibaren, ikinci Mabed’in yıkılışına kadar,
İbrani dininin ve Yahve’ye ibadetin en önemli unsuru idi.
Yahudilerde kurban adeti Kudüs Tapınağı’nın yıkılmasından sonra kaldırıldı;
çünkü kurban ibadeti Tapınak’a hastı ve Yahudilere göre tapınak tekti.
Böylece sadece Tevrat’ı okumak ve dua etmek, ibadet olarak kaldı;
bunların yeri de sinagoglardı (havra).
Eski Mısır’da, özellikle Nil Nehri’ne insan kurban edilmesi çok yaygındır.
Bunun yanı sıra hayvanlar da kurban edilir.
Kurban edilen hayvanlar arasında ilkel kabile dinlerinde olduğu gibi totemler bulunur.
Bu bağlamda tanrı Osiris adına düzenlenen kurban törenlerinde,
kutsal bir boğa kurban edilip on dört parçaya bölünür ve
töreni izleyen insanlarca eti tüketilir.
Kurban, Hinduizm’de çok yer tutar.
Kutsal kitap Vedaların emrettiği dini kurbanlar çevresinde yoğunlaşmış olup,
tanrılar bile kudretlerini ancak kurbanlar sayesinde gösterirler.
Evreni kurbanların yarattığına inanılır.
Zerdüştlük’ün kutsal kitabı “Zend-Avesta” da fiber (su aygırı) denilen
bir hayvanın kurban edildiği bildirilmektedir.
Yine bu kutsal kitaba göre yalvarış, ibadet ve kurban, af dilemeye yarar.
Zend-Avesta’da dikkati çeken bir diğer konu,
tanrılara sunulacak olan kurbanların dağlarda, ırmak ve göl kenarlarında
100 at, 1000 sığır ve 10.000 koyun seklinde sunulmasının istenmesidir.
Dini açıdan kan dökücü hayvanların etlerinin tüketilmesi yasaktır.
Hititlerde kurban ritüelleri, adak, kefaret ödeme,
gönül alma, şükran gibi amaçlarla gerçekleştirilir.
Hititler, kirli olarak kabul ettikleri köpek ve domuzu
pek nadir olarak tanrılara kurban olarak sunarlar.
Ülkenin ilk ürünleri, ilk meyveleri ve bir yaşındaki hayvanlar,
tanrıları yatıştırmak için kurban olarak sunulurlar.
Maya, Aztek ve İnka’larda insan kurban etmek temel uygulamadır.
Özellikle Aztekler’in yıl içinde binlerce insanı kurban ettikleri bildirilmiştir.
Aztekler’de bununla beraber, köpek, hindi, ördek,
geyik, tavşan ve balık da kurban olarak tüketilmiştir.
Maya’larda insanlar dışında az sayıda da olsa hindi ve köpekler de kurban edilir.
İnkalarda ise, insan kurban etmek, geviş getiren bir hayvan olan
lamanın kurban olarak sunulmaya başlamasıyla son bulmuştur.
M. Eliade, Anadolu’da özellikle ilk çağlarda hasat mevsimi dolayısıyla yapılan
insan kurbanı ve kafa kesme ayinlerine örnek olarak Frigyalılar’ı ele alır.
Frigyalıların yüzyıllar önce hasat zamanında insanları,
başlarını kesmek suretiyle kurban ettiklerini, hatta elde mevcut delillere göre,
o zamanlar bu âdetin Doğu Akdeniz’in her tarafında yaygın olduğunu kaydetmektedir.
İslam öncesi Arapların da eski dönemlerde Sabah Yıldızı’na daha doğmadan
büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ettikleri,
yine önemli putlardan Uzza’ya, oğlanlarla, kızların ve esirlerin de kurban edildikleri bilinir.
Putlara özel kurban kestikleri gibi genelde
Safa ve Merve tepelerine dikilmiş kayadan putlara kurban keserlerdi.
Bu kayaların biri İsaf, diğeri Naile adlı puttu.
İsaf ve Naile iki sevgiliydi ve Kabe’nin kutsallığını kirlettikleri için öldürülmüş,
daha sonra efsaneleşerek kutsallaştırılmışlardı.
Kurban kavramının doğaüstünü denetlemeye yönelik büyü ve
bir tür hediye verme eylemi olarak doğduğunu söyleyebiliriz.
Türkler kurban edilen hayvanın sırtında cennete ya da
tanrı katına ulaşacaklarını düşünürler.
Anadolu’daki inanışa göre, öteki dünyaya geçişte kurban edilen hayvan,
kıldan ince kılıçtan keskin olan sırat köprüsünü geçirecektir.
Eliade'ya göre; bu söylence tamamen "Şamancıldır"
Şamanlar Tanrısal yolculuklarını koç geyik vb.
"boynuzlu" hayvanların sırtında yaparlar. (Nuray Bilgili)
V. Eberhard, Türkler'de insan kurbanının bulunmadığını,
bu türlü kurbanın Türkler tarafından yasaklandığını kaydeder.
Bahaeddin Ögel de aynı görüştedir.
Özellikle Altay ve Güney Sibirya Türk halkları arasında;
Gökteki Tanrı Ülgen ve yerdeki Erlik için
kurban sunumunun oldukça yaygın olduğu söylenebilir.
Fakat burada kurbanın dağ, su ruhları gibi
diğer küçük tanrılara da sunulduğunu belirtmekte fayda vardır.
Bu eski geleneğin çıkışı, tanrıların ve değişik ruhların
kalbini yumuşatmaya yönelik çalışma şeklinde düşünülmektedir.
Türkler, kötü ruhların etkisiyle insanların huzurlarının bozulduğuna
veya bozulabileceğine inanmaktadır.
Huzurun yeniden sağlanabilmesi için ise;
tanrılara ve ruhlara kurban sunmaları gerekmektedir.
Kurbanlar, tanrı ve ruhlarla bağlantının sağlanabileceği
üç dünyanın çeşitli kutsal mekânlarına bırakılırdı (Bezertinov, 2000: 188).
Türklerde kanlı diye nitelendirdiğimiz kurban türünün içerisine
at, geyik, sığır, koç-koyun vb. hayvanlar girmektedir.
Bunların dışında çeşitli yabani hayvanlar da bu guruba dâhil edilebilir.
Türkler, gök ve göğün kutsallığında kendini gösteren diğer ruhlar için
kurban verirken kurbanlık hayvanın bir damla kanının yere akmamasına
büyük özen gösterirlerdi (Rouxs. 1999:121-122).
Bu şekilde kanı dökmeden hayvan öldürme hemen hemen İşkillerden itibaren
bütün Türk halklarında yaygın bir gelenektir.
Kurban merasimleri, belli bir düzene göre icra edilmekledir.
Örneğin; her insan, evlendiğinde, Ülgen için açık tondaki atı kesmek zorundadır.
Kurban kesmenin zamanı, genelde ilkbahardır.
Bu törene sadece erkek kişiler katılır. Kurbanı, şaman keser.
Katsyuba'nın belirttiğine göre; Su - Tanrısı-Su - Enesi'ne ayin yapıldığı zaman
kurbanlık için siyahtan başka renkte olan öküz seçilirdi.
Öküzün üzerinde herhangi bir siyahlığın olmamasına büyük önem verilirdi.
Belli yaştaki hayvanlar kurbanlık olarak seçilirdi.
Tek sayıdaki yaşta, yani, 3.5.7.9 ve 11 gibi yaşlarda olmalıdır.
Genelde kurban olarak 3 ve 5 yaşındaki öküzü getirirlerdi (1993: 100-101).
Bunlardan başka, özellikle ölmüş atalar için de kurban sunumu yapılırdı.
Atalar, her bir Türk ailesi için unutulmaması gereken varlıklardır.
Çünkü onların ruhu yardımcı ve koruyucu sıfatına bürünmüştür.
Kurban merasimleri için seçilen yerler özellikle
dağ, su kenarı, mağaralar, büyük taşlar, ağaç altları yer-su kültünün içerisine dâhildir.
Kurban etinin ve kemiklerinin yakıldığı ateş (ot) kendi başına kült oluşturmaktadır.
Ateş; kurbanı, göğe veya adandığı ruha ulaştırmasının yanında temizleyici,
hastalıklardan arındırıcı bir ruh olarak da kabul edilir (İnan, 1986: 68-71 ).
Ateş kültü özellikle; evlenme, doğum, ölüm gibi
geçiş olaylarında kendini net olarak göstermektedir.
Güney Sibirya ve Altay Türklerinde, yılda bir kere Ut-Ana için ayin yapılır.
Bunun sebebi, insanların beklentileri, istekleridir.
Kurban için siyah başlı beyaz koyun kesilir.
Koyun kesilmeden önce, üstüne pişmiş süt dökülüp,
kurban renkli kurdelelerle süslenir ve Ut-Ana'ya adanarak sürünün içine salınır.
Kurban, kesilip derisi yüzüldükten sonra
gövdesinin ön sağ ayağı ve kalbi yakılır.
Diğer parçaları ve derisi kama verilir.
Kam, kurban kesildikten ve derisi yüzüldükten sonra,
ateşe etin yağlı parçalarını atar ve bu şekilde ateşi daha da fazla alevlendirir ve
Ut-Ana'ya hitaben;
"Ateş, sen bizim annemizsin, sen kırk dişlisin,
sen kırmızı ipekle örtünürsün,
beyaz ipekli çarşafın üstünde yatarsın,
ben, beyaz küllerine basmadım.
Küçük çocuklar ve köpekler sana dokunmadı.
Ben, beyaz koyunu kestim ve önüne koydum.
Ben, senin önünde eğiliyorum.
Sen, bize kolaylık göster." der.
Günümüzde de Nevruz Bayramı'nda hastalıklardan temizlenmek için
ateşin üzerinden atlama geleneğini hâlâ devam etmektedir.
Türk toplum hayatında çok eskiden beri
‘Kurban’ın dinî, sosyal ve folklorik bir yerinin olduğu bilinmektedir.
Batılıların, eski Türk dinini ‘Şamanizm’ olarak değerlendirdikleri ve
bu terimin Türkiye’de de belirli bir süre kullanıldığı malumdur.
Bu konuda Eliade’nın (1993) çalışmalarının etkili olduğu söylenebilir.
Ancak 20. yüzyılın daha başlarında Türklerin eski dininin
‘Toyonizm’ veya ‘Nom’ olduğu görüşü Gökalp (1976: 40-41) tarafından ortaya konmuştur.
Bugünkü Müslüman Türk topluluklarında hayvan kurban etmek,
öncelikli olarak İslâm dininin bu husustaki kurallarına dayanmaktadır.
Bütün kanlı ve kansız kurbanların dinî boyutunun yanı sıra
bir iletişim boyutunun da olduğu malumdur. (Yetkiner, (2017: 329-340).
Kurban Bayramı dışındaki ‘adak/nezir kurbanı’ ve benzeri uygulamalarda
Türk kültürünün çok eski çağlardan beri gelen ve
yaşayan izlerine günümüzde de rastlamak mümkündür.
Eski Türk imparatorlukları devrinde bu ayinlerin
devletin resmî-dinî bayramları olduğu Çin kaynaklarının verdiği bilgiler arasındadır.
Bu törenlerde baş yönetici hiç şüphesiz Türk hakanı idi. (İnan, 1986: 97; Tanyu, 1978: 29).
Bu tören ve ayinlerin en belli başlı uygulaması ise kanlı kurbanlardı.
Müslümanlık dışında Hıristiyanlık ve Museviliği benimsemiş bazı Türkler,
eski adetleri olan kurban kesmeyi dinlerinde olmasa bile devam ettirmektedirler.
Hıristiyanlıkta adet olmadığı halde Gagavuz Türklerinin
kurban kesip bunu yoksullara dağıttıkları (Tanyu, 1997: 98),
asırlardan beri Museviliği benimsemiş olan Karaim Türklerinin
gelinlerinin ayakları dibinde koç kurban ettikleri
bilinen hususlar arasındadır. (Tanyu, 1997: 97)
Anadolu Alevileri de ‘cem’ merkezli kurban törenleri yaparlar ve
özelliklerine göre “Görgü kurbanı, Muharrem kurbanı,
düşkün kurbanı’ vb. terimlerle ifade ederler.
Türkler tarih boyunca genellikle erkek hayvanı kurban olarak tercih etmişler,
hatta onun rengine bile özen göstermişlerdir.
15. Yüzyılın başlarında Timur Han’la görüşmeye giden
İspanyol elçilik heyetindeki Clavijo,
heyetin her gittiği yerde büyük ilgi gördüğünü,
zengin sofralar kurulduğunu,
Timur ve üst düzey yöneticilerince kendileri için kesilen atların
sofraya başıyla birlikte pişirilerek getirildiğini kaydetmektedir. (Clavijo, 2016: 106 vd.)
İspanyol elçisinin hatıralarında anlattıkları,
Türklerdeki misafirperverliğin bir göstergesi olan
misafir kurbanından başka bir şey olmasa gerek.