Kürdistan hiç olmadı ki bunun batısı doğusu olsun!

Kürdistan hiç olmadı ki bunun batısı doğusu olsun!
MHP Grup Başkan vekili tarihçi Yusuf Halaçoğlu’ndan “Kürdistan” gerçeği...

Böylesine boşlukta, güçlü bir devlet olmadığı dönemde bile eğer Kürtler bir devlet kuracak güce sahip olmamışlarsa o bölgede nerede yaşıyorlar, neresi bu Kürdistan...

Oslo-İmralı-Kandil şeytan üçgeninde pazarlıklar tüm hızıyla sürüp, terör örgütünün 1978 yılında ’Kürdistan’ın Yolu’adlı manifestosunda gündeme getirdiği bağımsız ’Kürdistan’tezi Başbakan Erdoğan’ın dudakları arasından  Diyarbakır’da ağırladığı  peşmerge reisi Barzani’nin muzaffer tebessümleri arasında ’gerçeklik’kazanıyordu. Kürdistan’a elbette ki alışmayanlar, hiçbir zaman da alışamayacaklar vardı. Türk tarihi üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Yusuf Halaçoğlu, alışamayacakların başında geliyor ve ’Kürdistan’adının ilk kez hangi tarihte ifade edildiğini şöyle anlatıyor:

Devletleri hiç olmadı ki

“Hamdullah Mustafa Kazvini, eserinde Kürdistan kavramını coğrafya olarak, yani yer adı olarak ifade ediyor. Yani Kürtlerin hâkim olduğu bir yer anlamında kullanmıyor. Zaten ortada bir Kürt devleti de yoktu. Kazvini’nin belirttiği coğrafyanın sınırlarının, bugünkü Türkiye ile bir alakası olmadığı da görülüyor. Bugün de ’Türkiye Kürdistan’ı, Batı Kürdistan, Doğu Kürdistan, Kuzey veya Güney Kürdistan gibi ifadeler kullanıyorlar. Aslında öyle bir Kürdistan hiç olmadı ki; batısı doğusu olsun. Böyle iddialarla ortaya çıkanların ilk önce kendi aralarında ortak ata, ortak coğrafya, ortak dil konusunda anlaşmaları gerekiyor.
Türklere ’devlet kuran devlet yıkan kavim’denmesi boşuna değil, Cumhurbaşkanlığı forsunda Türklerin kurduğu 16 devletin bayrakları yer alıyor. Gerçi birileri ’Ne mutlu Türk’üm diyene’sözünü ve T.C. rumuzunu dağdan, taştan, okuldan resmi dairelerden silmeyi marifet saysa da o fors Çankaya’da Gazi Paşa’nın karargahında hâlâ şan şeref ve onurla dalgalanıyor. İşte Türklerin Hunlardan Türkiye Cumhuriyeti’ne hatta KKTC’ye kadar kurdukları devletlerin bayrakları ortada. Devlet kurmayı alışkanlık edinen milletler, fırsat bekler, pusuya yatar, tarihin kırılma anlarında ortaya çıkıp, bağımsızlıklarını ilan ederler. Hoşumuza gitmese de bir milletin devleti yıkılırken, diğerlerinin devletleri ortaya çıkar. En yakın örnek Osmanlı İmparatorluğu... Ya Kürtler! Selçuklu İmparatorluğu çökerken onlar neredeydi, ne yapıyordu. Cesedinden onlarca beylik, Türk devletçiği çıkaran Selçuklular’ın yıkılışını Kürtler bağımsız bir devlet için fırsat bilmedi. Bilmedi mi bilemedi mi. Çünkü millet olmanın ölçüsü belli Gaspıralı İsmail, milleti ‘Dilde, fikirde işte birlik’ olarak tarif ediyor.”

Nerede bu Kürdistan?

Halaçoğlu, “Sahi Kürtler niçin bu fırsatı kullanmadılar” sorusuna da şu yanıtı veriyor: 
 “Kürtler, Anadolu coğrafyasında bırakın kadim yurdumuzu, dünyanın herhangi bir bölgesinde 2. Dünya Savaşı sırasında Rusların desteğiyle kurulan üç-beş gün ömürlü Mahabat Cumhuriyeti’ni bir yana bırakırsak, bir devlet kurdular mı. İlk Anadolu beyliklerinden Saltukoğulları; Erzurum, Bayburt, Oltu ve Çemişkezek çevresinde ortaya çıktı. Yine Mengücekoğulları; Erzincan, Kemah, Divriği bölgesinde kuruldu. Dilmaçoğulları; Bitlis, Erzen’de beyliklerini kurdular. Artuklular; Mardin, Nusaybin, Harput, Malatya, Harran ve Halep’e kadar sınırlarını genişletmişti. Danişmendoğulları Kayseri-Sivas’tan, Maraş, Ankara, Çorum, Amasya, Tokat’a kadar büyük bir alanda beylik kurmuşlardı. İnanoğulları beyliğinin hakimiyet sahası Diyarbakır-Ergani çevresiydi. Mardin yöresinde kurulan Artukoğulları’ndan da günümüze kadar gelen çok sayıda mimari eseri bulunmaktadır. Keza bütün Mezopotamya ile Şam, Halep, Urfa, Erbil bölgelerinde ’Nurettin Zengi’nin hükümdarlığında Zengiler kurulmuştur. Zengiler özellikle Haçlılarla büyük bir mücadele yürütmüştür. Mısır’da Eyyübiler devleti vardı. Daha sonra Mısır ve Suriye’de Memlük Devleti hakimiyet sağladı. Ayrıca Irak’da Musul atabeylikleri ile Celayirliler bulunmaktaydı. Bu saydıklarımın tamamı Türk devletidir. Böylesine küçük beyliklerin ve devletlerin kurulduğu bir dönemde bile eğer Kürtler bir devlet kuracak güce sahip olamamışlarsa, nerede yaşadıklarının ve neden bir beylik kuramadıklarının siyasi ve sosyal yönlerinin tartışılması gerekmez mi. Kürdistan’ın neresi olduğu sorulmaz mı.

Osmanlı fermanlarında

Nitekim Kazvini, ’burası Kürdistan’derken sınırlarını da çizmiş ama o sınırlar içinde hiçbir zaman bugünkü Anadolu coğrafyasından bir bölgeden bahsetmemiştir. Kürdistan tabiri Osmanlı fermanlarına da yansımıştır. Mesela Kanuni Sultan Süleyman, Habsburgların kralı Şarlken’e yazdığı mektupta, ’Ben ki Sultanların Sultanı, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadolu’nun, Karaman’ın, Erzurum’un, Diyarbakır’ın, Kürdistan’ın, Luristan’ın, Acem’in, Mısır ve Şam’ın, Halep’in, Kudüs’ün ve bütün Arabistan vilayetlerinin, Bağdat, Basra, Yemen memleketlerinin, Kırım ve Macar tahtına ait yerlerin ve daha kılıcımızla alınmış nice ülkelerin Padişahı Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki, Alaman vilayetinin kralı Maksimilyanoş kralsın’diyor. Burada da görüldüğü gibi Kanuni, Kürdistan ile Anadolu’da bir yer, özellikle de günümüzde bazılarının çığırtkanlığını yaptığı Diyarbakır için kesinlikle kullanmıyor.

Hani mimari yapınız

Erciş bölgesinde Türk Atabeylikleri var. Bugün onların en önemli varlıklarının şahitleri olarak Ahlât mezar taşları ve kümbetleri bulunmaktadır. Keza Erciş ve Gevaş’ta Selçuklu mezarlıklarını görüyoruz. Mademki Kürtçüler ’Kürt olarak burada yaşadım’diyorsa, o zaman hani mimari yapınız. Nerede mezarlıklarınız ve mezar taşlarınız. Küçücük Ahlât’ta bile Türkler mimari yapı bırakmışlar. İlk Anadolu beyliklerinden sonraki dönemde buralarda Selçuklu devleti kurulmuş. Anadolu Selçuklu devletinin yıkılışından sonra burada ’Tevaif-i müluk’adı altında beylikler oluşmuş. Bu dönemde de Kürtler bir beylik kuramamış. Keza Karakoyunlulardan ve sonra kurulan Akkoyunlulardan sonra da Kürtler bir varlık gösterememişler. Nedense Türklerin neredeyse her ailesi bir beylik kuruyor ama ortada Kürtler yok. O zaman şunu sormazlar mı. Burada Kürtler yaşamıyor muydu, yoksa nüfusları mı yeterli değildi veya devlet kurma kültürleri mi yoktu. Bilindiği gibi bir dönem Mezopotamya bölgesinin tamamı Sümerlerin hâkimiyeti altındaydı. Onlardan günümüze pek çok yazılı tablet kalmıştır. Sümerologların yaptıkları araştırmalara bakıldığında Sümer tabletlerinde de Kürtler yoktur.
Siirt’in Aydınlar ilçesinin adı Tillo olarak değiştirildi. Tillo; Süryanice’de yüksek tepe veya ruh anlamına geliyor. Tillo kelimesinin menşei ise Sümerlere dayanıyor. Tillo, Sümerlerde ’üymek, yığmak’yani höyük anlamına geliyor. Araplar bu kelimeyi aynı anlamda olmak üzere ’Tell’ şeklinde almışlar. Sümerlerden günümüze pek çok kelime ve kültür örnekleri kalmış, ama nedense Kürtleri anımsatacak bir unsura rastlanmamıştır. Doğu ve Güneydoğu’daki yer isimlerinin etimolojisi araştırıldığında o isimlerin Kürtçe mi, Sümerce mi yoksa Ermenice mi olduğu ortaya çıkar. Günümüzde Urartularla ilgili yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen bulgular içinde de Kürtlere ait bir bulguya rastlanmamıştır. Üstelik Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki arkeolojik kazılardan 1970’lerden öncekileri, hep Batılı arkeologlar ve Batılı devletlerin desteği ile yapılmıştır.

Balballar sahnede

1997’de Hakkâri Gazi Mahallesi’nde bir inşaat sahasında Erken Demir Çağı dönemine ait tesadüfen bazı mezar taşları tespit edilmiştir. Bölgede Türk Tarih Kurumu’nun finansmanıyla 1998’de kazı çalışmaları başlatılmıştır. Kazı sonucunda M.Ö. 1500-1100 olarak tarihlenen 13 adet ’Balbal’tespit edilerek Van müzesine teslim edilmiştir. Bilindiği gibi Balbalların tarih sahnesinde ilk görüldüğü yer Orta Asya olup bu mezar taşlarının Türklere ait olduğu konunun uzmanlarınca özellikle de Rus ve Çinli araştırmacılarca kabul edilmiştir. Türkiye’de ise Hakkâri dışında Balballara rastlanmıştır. Türkiye’deki Balballar ağırlıklı olarak Tunceli, Sivas, Erzincan ve Mardin bölgesinde görülmektedir. Bununla beraber Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinin tarihi Düzegrek mezarlığında 1931 tarihli bir, Tunceli’de ise tarihleri 1960’dan 1969’a kadar gelen bazı Balballar tespit edilmiştir.

Türklerin ana eserleri

Ayrıca Doğu ve Güneydoğu’da çok sayıda koç, koyun ve at başlı mezar taşlarına rastlanmıştır. Bu mezar taşlarının tarihi kökleri ise Altaylardır. Altaylar’daki, koç-koyun ve Balbal heykelleri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Borisenko ve Khudyakov, ’Sibirya’da Eski Eserler’adlı bildirilerinde bu konuda önemli bilgiler vermiştir. Söz konusu bildiride şu ifâdeler kullanılıyor: ’İnsan ve hayvanların (koç, koyun, aslan, at) taştan yontulmuş heykelleri eski Türklerin ana eserlerindendir. Bunun gibi anıtlar ilk defa 1722’de, D. G. Messerschmidt ve F. I. Strahlenberg tarafından Minusinsk bölgesinde bulunmuştur. Ayrıca Strahlenberg bunların Minusinsk Tatarlarının kültü olduğunu ifâde eder. Çin kaynakları da koç, koyun, at ve insan heykellerini M.Ö. 1000 ilâ M.S. 1000 yılları arasında tarihlendirerek bu eserlerin eski Türklere âit olduğunu belirtirler. ‘O halde bu mezar taşlarının Altaylar’ın, Orta Asya ile ilişkilerinin izah edilmesi gerekmez mi. Çünkü bu mezar taşları, Ruslarda, Çinlilerde, Farslarda ve Araplarda mevcut değildir. Sadece Türklerde vardır.” 

YARIN: “Eğitim cehaleti alsa da bazı genler baki kalıyor”