Kürt ve Alevi niçin sorun olsun?

Tarihî derinliğiyle ele alınmayan hiçbir sorun net olarak tanımlanamaz ve dolayısıyla çözülemez. Önce sorunun isim babasının kimin olduğunu bilmek lazımdır. Dede Korkut’un meşhur “Adını ben verdim, yaşını Allah versin” deyişiyle, adını veren oyunun kurallarını da koyar. Ad koyan oyun kurucudur. Kuralları ve tanımı dilediği zaman değiştirme hususunda inisiyatifi elinde tutar. 12 Eylül öncesinin sağ - sol kamplaşması örneğindeki gibi adını başkasının verdiği, içini yabancıların doldurduğu kavramlar çerçevesindeki çatışma ortamı nasıl ki bizim kontrolümüz dışında başladıysa yine irademiz dışında sona erdi. Tarihi tekerrür ettirmenin ne gereği var!
 “Kürt Sorunu” ve ’Alevi Sorunu’ gibi kullanageldiğimiz kavramların bizzat kendisi sorunludur. Bu adlandırmalar çözüm değil ancak yeni sorunlar üretir! Kürt veya Alevi nasıl sorun olarak görülebilir? Türkiye’de demokratikleşme ve insan hakları sorunları vardır ve yukarda bahsedilenler bunların sadece yansımasıdır. Ülkemizdeki hiçbir kesimin içine sinmeyen sistem; çatışma ve düşmanlık kültürü üzerinden tasarlandığından dolayı statüko, sorun ve öfke yönetimi metotlarıyla her zaman varlığını sürdürmektedir.
 “Sorun var mıdır?” derseniz cevabım evettir. Fakat Kürt’ü ve Alevi’yi sorun olarak nitelerseniz Türk’ü ve Sünni’yi odak alıyorsunuz demektir. Bu durumda bir karşıtlık söylemi oluşur. Bilimsel ifadesiyle ’dikotomi’(zıddıyla tanımlama) hali meydana gelir ve rahatlıkla istismar edilebilir, edilmektedir de. Birileri çıkar, “gündüz için geceye ihtiyaç var” mantığıyla yola çıkarak mesela solculuk inşası için sağcılık kavramını ileri sürer. Biraz daha basite indirgeyelim. “Yokuşu mu seversin yoksa inişi mi?” diye sorulan deve kadar akıllı davranmak gerekmektedir: “Bunun düzü yok mudur?”
Türkçeyi bilim dili saymayan, tarihini ve kültürünü hor gören nesiller, kendilerine ait kavramlarla konuşmayı çoktan unuttular. Tarihimizi ve milletimizi kimi Marksist diyalektikle, kimi liberal söylemle okudular, fakat Anadolu insanının üslubuyla hadiseleri değerlendirmeyi önemsemediler. Oysa adeta küçümsenen tarihi geleneğimiz en makbul hareket tarzımız olabilirdi!
Bilerek veya istemeyerek kabullendiğimiz kavramlar vatanımızın ortasından sınırlar çekmeye başladı. Farklı talepler ’ihanet söylemi’ şeklinde okunarak memleketin doğusu ve batısı arasında kırılma hatları oluşturuldu. Kaypaklık yapan ’münafık ruhlu’ bir kesim milletimizin Müslümanlık ortak paydasında temsil edildiği Lozan’a sahip çıkar görünürken, aslında tam tersine yeni azınlıklar ortaya çıkarmaya dahi uğraştı.
Yol, su, elektrik, eğitim ve sağlık hizmetleri götürülmeyerek sorunun ertelenebileceği yanılgısıyla bugünlere kadar gelindi. 1925’den itibaren doğu/şark sorunu konusunda hazırlanan onlarca raporun gereği yerine getirilmedi. Son çare olması gereken askeri önlem, ilk çözüm formülü olarak kabul gördü. “Kürt ve Alevi Sorunu” yerine “Kürt ve Alevi Meselesi” denilse fazla itiraz etmezdim. Doğrusu ise “Kürtçe ve Alevilik inancı doğrultusunca eğitim ve öğretim sorunu” şeklinde özetlenebilirdi. Silah kullanmayı lanetleyen bir yaklaşımla bunlar tartışılır, bir şekilde orta yol bulunabilirdi.
Sorunlarla ilgili, şiddeti tamamen dışlamak şartıyla en ılımlısından en radikaline kadar her çeşit çözüm önerilerini ve bunların herbirinin yararlı ve zararlı yönlerini de içeren kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapılmalıydı. Devlet aklı maalesef kendi ideolojik örgüsünü kıramadığı için alelacele sunulan reçeteler hastalıkları daha da kronikleştirdi. Bu kadar da acemilik veya gaflet olmasa, Anadolu insanı, yüzlerce yıl bu konuları soruna dönüştürmeden nasıl aştıysa yine aşabilirdi. İnanıyorum ki yine başaracaktır.

Yazarın Diğer Yazıları