Kuş gribi, domuz gribi derken

Bu konuları daha kaç kere yazmak zorunda kalacağım bilmiyorum, ama sanıyorum Devlet olma özellikleri ve Devlet yönetme kuralları hiçe sayıldığı sürece bu konularda daha çok yazılar yazacağız. Televizyon denen  “teknoloji harikası”  kullanılmaya başlandığından bu yana, sosyal yaşamda büyük değişiklikler olmaya ve insan ilişkilerinde bir yavanlık olgusu baş göstermeye başladı. Teknoloji insan yararına kullanıldığı gibi zararına da kullanılabilir, bunun en güzel örneğini, dünya çapında yapılan araştırmalarda günde 4.5 saat televizyon izleme oranı ile liderliği kimseye bırakmayan toplumumuz üzerindeki olumsuz etkilerinden çıkarabiliriz.
Yıllarca Latin Amerika dizileri ile beyni uyuşturulan ve hatta kendisini dizilere o kadar kaptırıp dizilerdeki figüranların canlandırdıkları karakterleri kendi günlük yaşamlarında da tatbik eden insanların olduğunu duyduk. Bu nasıl bir hipnoz aletidir ki, insanların gerçekleri görmesini, yorum kabiliyetini, etrafında olup bitenleri görmesini engeller.
Ülkeye göre hastalıkların “ortaya çıktığı”  bir dünyada, biz hâlâ kim kiminle, nerede nasıl buluşmuş, ne yapmış gibi gelenek göreneklerimizle hiçbir alakası olmayan, insanların özel yaşamları ile ilgilenmeyi, araştırmayı büyük bir başarı gibi sunan magazin programlarına esir olmaya devam ettikçe, yukarıda bahsettiğim etkilerden kurtulmamız da sanıyorum hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.
Dün sars diye çıkan hastalık virüsü, daha sonra kuş gribi oldu ve nihayetinde domuz gribi olarak değişik bir versiyonu ile devam ediyor. Üzerinde durulmayan konu ise; tıp teknolojisinin bu kadar geliştiği bir dünyada daha önce hiç görülmeyen hastalıkların ortaya çıkıyor olması.
Oysa ki beklenen, teknolojinin ilerlemesi ile birlikte daha önceleri insanlık için büyük tehlike arz eden sıtma, cüzzam gibi hastalıkların kökü kazınır iken, yenilerinin çıkmasının mantıksızlığının insanlar tarafından sorgulanması yönünde olmalıdır.
Gelişmiş ülkelerin Afrika ve Latin Amerika’nın hemen her yerinde kurdukları biyolojik silah laboratuvarlarının ne amaçla kurulduğu, bir zamanlar ülkemizde meşhur bir profesörün oğlunun kurtarılması için toplanan binlerce ünite kan örneğinin neden ABD’ye gönderildiğinin araştırılması gerekmektedir. Bu konuları araştırmadan toplumu manipüle edici televizyon programları ile olumlu hiçbir sonuç alınamaz.
Biyolojik silahlara karşı savunma sisteminizi geliştirmediğiniz sürece dünyanın en güçlü silahlarına da sahip olsanız, ülkenizi ve milletinizi savunamazsınız. Bu ne demektir, Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın en güçlü ordusu olmaya devam etmek istiyor ise, dünyanın en güçlü biyolojik silah uzmanlarını da bünyesinde bulundurmalı ve bu uzmanların yetiştirilmesi için her türlü alt yapıyı oluşturmalıdır.
Küreselleşme propagandası ile emperyalist devletler savaş taktiklerini de değiştirdiler, öncelikle bir hastalık üretiyorlar, toplumlar üzerinde büyük paniklere ve ekonomik kayıplara neden oluyorlar, sonra da  “çare bizde” diye ortaya çıkıp ürettikleri hastalıkları iyileştiren ilaçları ülkelere satıyorlar.
Ne gariptir ki bütün bu hastalıkların çoğu bahar aylarına denk geliyor, doğanın tam uyanmaya başladığı, bütün doğadaki hayvanların harekete geçtiği ve insan ilişkilerinin olmazsa olmazı karşılıklı konuşma, tokalaşma vb.. etmenlerle çabucak bulaşacak türden mikroplar ortaya çıkıyor. 
Turizm sezonunun başlarında bu tür hastalıkların çıkması da başka manidar bir durum...

Yazarın Diğer Yazıları