Lozan çıkışı Yenikapı Mutabakatını bozdu

İlk gençlik yıllarımızda biz de Necip Fazıl’ı, Kadir Mısıroğlu’nu okurduk... Hatta Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratım’ını da... Öfkemiz taşardı... Sonra sonra ilmî çalışmalara dalınca, önce durup düşünmek gerek, dedik. Hamaset iradeyi esir alır; insanı yanıltır. Recep T. Erdoğan’ın muhtarlara “Lozan dersi” vermesi düşündürücü. Neden şimdi Lozan ve Lozan’ın ardından ne gelecek? Yine “Dersim” defterini mi açacak? 

Akla Niye Lozan Geldi?

Kaybettirecek sulara dalıyoruz. Acaba, “7 Ağustos Yenikapı Ruhu ters işledi. En çok ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ haykırışı alkışlandı, Bu bizim ifademiz değildir; hazır OHAL varken, kimse fazla ses edemezken ‘özümüz’e dönelim, milletin kafasını bulandıralım, ‘Türk’ yavaş yavaş silinsin!” mi denmek istendi? Reis, Lozan Konferansı’na dair, muhtarlara, -bayram değil seyran değil- şöyle konuşuyor: “Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’teLozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı ‘zafer’ diye yutturmaya çalıştı. İşte şu an Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu? Oralar bizimdi. Oralarda bizim camilerimiz, mabetlerimiz var, ama şu anda hâlâ Ege’de kıta sahanlığı ne olacak, havada, denizde ne olacak bunları konuşuyoruz, hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz. Niye? İşte o anlaşmada masaya oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını vermediler. Veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz. Şayet aynen bu darbe de başarılı olsaydı, Sevr’i dahi aratacak bir dayatmayla karşımıza çıkacaklardı.” R.T.Erdoğan, keşke, şu zamanda, tartışılan konulara girmeseydi. Bir büyük tehlike atlattık... Türkiye felâketin eşiğinden döndü. Birliğe, tesanüte, dayanışmaya ihtiyacımız var. Herkesin kabul ettiği, itiraza mahal bırakmayan hususları öne çıkarılarak konuşulmalıydı. Tarihle hesaplaşmak gerekiyorsa, ilmî çalışmalar esas alınır, deliller ortaya konur ve yorumlanır.

Temelden Yanlış Bilgiler

Reis’in verdiği bilgiler temelden yanlış... Lozan Sulhnâmesi’ni “adalar” üzerine oturtuyor ki, adalar çok daha önceden gitmişti. Tarihçiler her yerde yazdılar bunu. Yukarıdaki sözler kimilerinin aklına şu soruları ister istemez getirecektir: Doğrudan Atatürk’e cephe alınamıyor, Lozan’dan mı vurulmak isteniyor? Mustafa Kemal, Osmanlı’yı yıkmak için Sevr Projesi’ni bahane edip başkaldırarak kendisini adı konmamış “padişah” mı ilân etti? Yukarıdaki sözleri başka türlü anlayan var mı?! O kadar savaş verildi, İzmir’e dayanıldı; Yunanlılar geldikleri yerden geri gönderildiler... Türk’ün ölüm fermanı Sevr yırtılıp atıldı. Misâk-ı Millî’nin tamamı bile topraklarımıza katılamadı. Musul meselesi hâlâ askıda... Nah- çivan meselesi var, Batum meselesi var... Gücün yetebilseydi, elbette Musul’a da girerdin, Batum’a da, Nahçivan’a da... Kıbrıs’a, Ege’deki adalara bile uzanırdın. M. Kemal, “Nutuk”unda, Lozan Muahedesi’ni (Antlaşmasını) uzun uzun anlatır... Sevr’de ne idi? Londra Konferansı’nda ne idi? Paris Müzakeresi’nde ne idi? Ve Lozan’da ne oldu? sorularının cevabını tek tek kıyaslayarak verir. Öyle ki, Lozan inkıtaya (bilerek “inkıtaa” değil, “inkıtaya” yazdım!) uğradı, ikinci etapta ancak antlaşma sağlandı. (M. Kemal, konferansın neden kesildiğini, yabancıların ne istediğini, neye razı olmadıklarını nutukta ayrıntılı anlatmıştır.(Nutuk,s., 1927 baskısı,s. 513). SonraM.Kemal’in amansız muarızı olacak Rıza Nur, unutmayalım ki, Dışişleri Bakanı ve Lozan’ın birinci murahhasıİsmet(İnönü) Pa- şa’nın yardımcısıydı; ikinci murahhastı.Hasan Saka da Lozan’daydı, Yahya Kemal de... Yedi düvelin karşısında Sevr’i yırtıp atmak kolay mı?! Daha ilerisini istemek,savaşı göze alabilmekti. Takatimiz yeter miydi?

Lozan’ın Cevabı

Nutuk’ta “Nutuk” okunmalıdır ama öyle, uydurma dille değil; M. Kemal’in diliyle... (Bana soracaksınız:İki de bir yazıyorsunuz, “Nutuk”u yayınlayacağım, diye... Evet öyle... Bitirdim. Yayınevine teslim ettim. Hem de bir tarafı yeni yazıyla, birtarafı eski yazısıyla...Birebir karşılık. Ardından sadeleştirilmişini de yayınlayacağım. Ama aslının yanına sadece kelime ve terkip karşılıklarını vererek. Sadeleştirilmişler, Mustafa Kemal’in metni kabul edilemez!) H H H Lozan’ın bir diğer cephesini kimse ele almıyor... Lozan’dan dolayı saltanat lağvedilmiştir! Neden? Mustafa Kemal anlatıyor: “Teşrînievvel [1]338 [28 Ekim 1922]’de, İtilâf Devletleri tarafından ‘da in’ik d edecek [akdedilecek, imzalanacak] olan sulh müzakeresine davet olunduk. İtilâf Devletleri, hâlâ İstanbul’da bir hükûmet tanımak istiyor ve onu da bizimle beraber konferansa davet ediyordu. Bu müşterek davet keyfiyeti, saltanat-ı şahsiyenin lâğvı muamelesini, kat’î olarak intâc etti [neticelendirdi]. Filhakika 1 Teşrîni sânî [1]338 [1 Kasım 1922] tarihli kanun mûcibince, hilâfet ile saltanat birbirinden tefrîk olundu [ayırt edildi]. İki buçuk seneyi mütecâviz bir zamandan beri fiilen icrâ-yı hüküm eden saltanat-ı milliyye [Ankara Hükûmeti kastediliyor] te’yîd olundu . Hilâfet, sarîh bir hukuka mâlik olmaksızın bir müddet daha bırakıldı.” (Nutuk, s. 490). (...) “Arz etmiştim ki, saltanatın lâğvı, Lozan Konferansı’na İstanbul’dan da bir heyet-i murahhasa davet edilmesi ve İstanbul’un yani Vahîdeddin ve Tevfik Paşa ve rüfek sının [arkadaşları] dahi böyle bir daveti, Türk milletinin büyük emeklerle, fedakârlıklarla istihsâl eylediği menfaati küçültmek, belki de manasız bir mahiyete dü- şürmek pahasına olduğu hâlde; kabul eylemesi yüzünden ileri gelmişti.” (s. 492).

Saltanatın Kaldırılması Yüzünden mi?

Şu soru da akla gelebilir: Saltanatın kaldırılması Lozan yüzünden de, onun için mi, Lozan’ı hezimet görüyorlar, dolayısıyla M. Kemal’i yenik gösteriyorlar? M.Kemal, Lozan’ı Türk’ün tarihi ile bir hesaplaşma olarak görür. Böyle olunca, Lozan’da kıran kırana bir mücadele edilmediğini düşünebilir miyiz? Alabileceğimizin azamîsini alamadığımızı iddia edebilir miyiz? Mustafa Kemal’i dinleyelim: “Lozan Konferansı ictima-ı umûmîsi 21Teşrînisânî[1]338-[1]922 [21Kasım 1922] tarihinde vukû bulmuştur. Bu konferansta Türkiye Devleti’ni İsmet Paşa Hazretleri temsil etti. Trabzon Mebusu Hasan Bey ve Sinop Mebusu Rıza Nur Bey, İsmet Pa- şa’nın riyâsetindeki heyet-i murahhasayı teşkil ediyordu. Heyet-i murahhasamız, Teşrînisânî [1]338- [1]922 [Kasım 1922]ibtidâlarında [başlarında], Lozan’a gitmek üzere Ankara’dan müfârekat etti [ayrıldı]. Efendiler; iki devirden ibaret olup, sekiz aydevameden Lozan Konferansı ve neticesi dünyanın malûmu bulunan bir keyfiyettir. Bir müddet, Ankara’da, Lozan Konferansı müzakerâtını[müzakerelerini] takip ettim. Müzakereler hararetli, münakaşalı cereyan ediyordu. Türk hukukunu tasdik eder müspet netâyic [neticeler] görülmüyordu. Ben, bunu pek tabiî buluyordum. Çünkü Lozan sulh masasında mevzubahis edilen mesâil[meseleler], üç, dört senelik yeni devreye ait ve münhasır kalmıyordu. Asırlık hesaplar rü’yet olunuyordu [görülüyordu]. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar mülevves [kirli] hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı.” (s. 501) H H H Lozan çıkışı 7 Ağustos 2016 Yenikapı Mutabakatı’nı sona erdirmiştir. Herkes kendi yoluna... Herkes kendi cephesinden darbecilerle mücadele edecek...

Osmanlı Devleti Ecnebîlere Müdahale edemezdi

Mustafa Kemal, “Nutuk”ta, Lozan Antlaşması’na temas ederken sözü Osmanlı sahasındaki eçnebîlerin imtiyazına ve kapitülasyonlara getirir: “Efendiler; malûmdur, ki yeni Türk devletinin istihlâf ettiği [yerine bıraktığı] Osmanlı Devleti, uhûd-ı atîka [eski antlaşmalar] nâmı altında birtakım ‘kapitülasyonlar”ın zebûnu [esiri] idi. Hristiyan anâsır [unsurlar] birçok imtiyazlara ve istisnaiyetlere mâlik bulunuyordu. Osmanlı Devleti, Osmanlı memleketlerinde bulunan ecnebîlere hakk-ı kazâsını [muhâkeme hakkını] tatbik edemezdi; Osmanlı tebaasından aldığı vergiyi ecnebîlerden almaktan memnû’ [men edilmiş] bulunuyordu; devletin hayatını kemiren, kendi dâhilindeki anâsır hakkında tedâbîr [tedbirler] almaktan men edilirdi. Osmanlı Devleti, kendisini tesis eden, unsur-ı aslînin [asıl unsurun], Türk milletinin insanca yaşamasını temin edecek esbâba da tevessülden men edilmişti; memleketi imar edemez, şimendifer yaptıramaz, hatta mektep yaptırmakta serbest değildi; bu gibi ahvâlde derhâl ecânib [yabancılar] müdahale ederdi. Osmanlı hükümdarları ve mü- karrebleri [yakınları], debdebe ve dârât içinde hayatlarını temin için memleket ve milletin bütün menâbii servetini [zenginlik kalnaklarını] kuruttuktan başka, milletin her türlü menâfiini [faydalarını] hasretmek [engellemek] ve devletin haysiyet ve şerefini feda eylemek sûretiyle birçok istikrâzlar [borçlar] yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu istikrâzların faizlerini ödeyemeyecek hâle gelmiş, cihan nazarında müflis addolunmuştu. Efendiler; vârisi olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya nazarında hiçbir kıymeti, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı; hukuk-ı beynelmilelden hâriç tanınmış, âdeta sahâbet [koruma] ve vesâyet altına alınmış bir mahiyette farz olunuyordu.” (Nutuk, s. 501-502).

Yazarın Diğer Yazıları