Lüks makam aracı tutkusu

Lüks makam aracı tutkusu
CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'a 5 milyon liralık makam aracı alındığını iddia etti.

                                                                                                                          Hazırlayan: Selcan Taşçı Hamşioğlu

İddiaya göre TBMM Başkanı için satın alınan araç Mercedes'in Maybach modeli.

Kahraman da bu iddiaya şu yanıtı verdi:

"Başbakanlığın verdiği bu tip makam araçları vardır. Böyle bir fiyat çok uçuk. Öyle bir fiyatı yok. Bu hususta açıklama gelecek. Gündem değiştirmek gibi bir haber olarak görüyorum. Rutin hadiseler bunlar."

Evet, bizde kamu yöneticilerinin pahalı makam araçları kullanması "rutin bir durum" sayılabilir.

Sanırım bunun nedeni ne kadar önemli insan olduklarını, makam otomobilleri aracılığıyla herkese bir kez daha kanıtlamak ihtiyacı.

Yanlış anlaşılmasın, devletin önemli yöneticileri Murat 124'e binsin demek istemiyorum ama devlet yöneticilerinin Mercedes ve Audi tutkusunun da abartıldığı çok açık.

Otomobiller konusunda bilgili bir arkadaşıma sordum, normal donanımlı bir Maybach'ın fiyatı 1.5 milyon lira civarında.

Ama araç fabrikadan zırhlı olarak satın alınmaya kalkıldığında iş değişiyor.

Zırhlı bir Maybach 1.5 milyon Euro civarında bir fiyata satılıyor ki bu da bizim paramızla 6 milyon lira gibi bir ödeme demek.

Bizim gibi terör tehdidi altındaki bir ülkede TBMM Başkanı'nın zırhlı bir makam aracı kullanmasında da şaşılacak bir şey yok.

Başkan, "Yakında bununla ilgili açıklama yaparız" dediğine göre, gerçek rakamı da öğreneceğiz demektir.

Tartışmamız gereken konu, bir tek araca ödenen böyle bir rakamın yüksekliğinden daha çok kamu kesimine hâkim olan lüks araç tutkusu olmalı.

Devletin garajında bu nedenle trilyonlarca lira öylece yatıyor.

Bu israfı önlemek için de sık sık Başbakanlık genelgeleri yayınlanıyor ama en başta bu genelgelere uymayanlar en tepedekiler oluyor.

Mehmet Y. Yılmaz Hürriyet

 

 

***

 

Yeter artık! İstanbul'a kıymayın efendiler

 

Onlarca medeni-yete ve imparatorluğa başkentlik yapmış, dünyanın eski ve en güzel kentini, adeta ucubeye döndürdük.

Helal olsun hepimize.

Hiç kimse İstanbul'u yönetenlere, daha doğrusu, yönetemeyenlere kızmasın.

 

Özellikle de Başkan Topbaş'a.

Onu biz seçtik.

Hem de hiç kimsenin ikinci kez seçilmediği o koltuğa tam üçüncü kez oturtarak.

(...)

Bu güzelim kenti belediyeler bu hale getirdi de diğer kamu görevlileri neredeydi?

Sağduyulu vatandaşlar sağa sola savrulup trafiği düzene sokmasaydı, 5 dakikalık yol, değil 5 saatte, 10 saatte de kat edilemezdi.

Polisi, zabıtası, itfaiyesi, sivil savunma uzmanları, kurtarma ekipleri, böylesi zor zamanlarda görev başında olmayacaklar da ne zaman olacaklar?

Üstelik fırtınanın geleceği günler öncesinden belliyken!

Üstelik benzeri bir felaket 9 gün önce de yaşanmışken.

Yani göstere göstere geldi ve değişen hiçbir şey yok.

Bir üçüncüsü daha gelirse, adım gibi eminim, yine, önlem almaya değil de ağlamaya devam edeceğiz.

Çünkü hiç ama hiçbir şeyden ders almıyoruz!..

Bu şakşakçılık, bu vurdumduymazlık, bu adam sendecilik, bu yağmacılık, bu yandaşlık devam ettiği sürece canımız daha çoooookkk yanar!..

(...)

Batılı ülkeler giderek bozulan ekolojik dengenin düzelmesi ve yeni olası felaketlere karşı karar üzerine karar alırken, biz ne yapıyoruz?

Doğanın öfkesinin başka hiçbir şeye benzemediğini, şimdi değil de ne zaman anlayacağız!..

(...)

 Ders almak için daha neyi bekliyoruz?..

Abbas Güçlü Milliyet

 

 

***

 

Başkalarına akıl vermeden önce

 

Güvenilir gazete ve gazeteciler "FETÖ'ye yardım"la suçlanırken, "Gülen'in sözcülüğünü yapan şahıs" nasıl olur da başkalarının örgüt üyeliğiyle suçlandığı davalarda tanık olabilir?

Binlerce hakim ve savcının ihraç edildiği, yüzlercesinin tutuklandığı (ve bunların devlete nasıl girdiğinin hala anlaşılmadığı) FETÖ araştırma ve soruşturmaları ve OHAL hala sürerken kimsenin yargıya kayıtsız şartsız güvenmek zorunda olmadığını unutmayalım.

Almanya bize "toplantı izni vermediğinde" onları "sizde ifade özgürlüğü yok" diye suçlamak için, Arap ülkelerine "demokrasi ve insan hakları" önermek için önce Türkiye'de bunların bulunmasını sağlamalıyız!  Türkiye giderek "çoğulcu demokrasi"den iyice uzaklaşıp "çoğunlukçu demokrasi"ye dönüşüyor.

 Demokrasi "insan haklarını, medya ve milletin vekilleri başta olmak üzere vatandaşların ifade ve düşünce özgürlüğünü, inanç özgürlüğünü ve devletin tüm dinlere-inançlara karşı tarafsızlığını sağlayan laikliği, hukuk devletini yani yargı bağımsızlığını" içerir. Bunların olmadığı rejimlere demokrasi denemez.

Güngör Mengi Vatan

 

 

***

 

Yaşasın özgürlük!..

 

Cumhuriyet Gazetesi Davası'nda Ahmet Şık, hafızalara adeta mıh gibi yerleşen savunmasında şunları söylüyor:

"Tarih bir kez daha bizden yana! Ne gazeteden illegal bir örgüt, ne de bizlerden terörist çıkaramayacaksınız! Bize FETÖ'cü diyen FETÖ'cüler bilsinler ki; geldikleri gibi gidemeyecekler! Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek mahkemelerinde yargılanacaklar!.."

* * *

Sonra da ekliyor: "Zorbaları en çok korkutanın cesaret olduğunu biliyorum. Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!.."

* * *

Bilge Eflâtun, erdemleri sıralarken 'cesareti' son sıraya koyar. Çünkü ona göre tek başına cesaret tehlikelidir. Cesur kişilerin başka erdemlere de sahip olmaları gerekir. Örneğin Hindistan bağımsızlık hareketinin efsanevi lideri Mahatma Gandhi ve Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk gibi… Gandhi, "Korku işe yarayabilir. Ama korkaklık hiçbir işe yaramaz" der. Atatürk'e göre ise "Büyük kararlar vermek kâfi değildir. Bu kararları cesaret ve kesinlikle tatbik etmek lâzımdır!.."

* * *

Sevgili okurlarım, Şundan hiç kuşkunuz olmasın; Tarih gerek Ergenekon gibi FETÖ'cülerin iktidar destekli kumpaslarında, gerekse günümüzde 'FETÖ ile mücadele' adı altında tutuklanıp zindana atılan gazetecileri "Kalemleriyle korku duvarlarını yıkan cesaret simgesi kahramanlar" olarak yazacak! (...) bir kez daha haykıralım: Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın hukukun üstünlüğü, yaşasın bağımsız gazetecilik ve yaşasın özgürlük…

Uğur Dündar Sözcü

 

 

***

 

Asıl FETÖ'cüler dışarıda

 

Türkiye'de yargı neden güven kaybetti? Tutarsız iddialar, haksız suçlamalar, gerçek FETÖ'cülerin dedikodu ve iftiralarına itibar edilerek yapılan tutuklamalar toplumda güven erozyonu yarattı! SÖZCÜ ve Cumhuriyet davalarında bunu net olarak gördük. Pideciye, parkeciye yapılan ödemeler bile FETÖ ile ilişkilendirilip suç kapsamına alınmış!

(...)

 Daha önce soruşturmalardaki çarpıklığı "At izi it izine karıştı!" sözü ile anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önceki gün daha net bir açıklama yaparak: "Asıl FETÖ'cüler bırakıldı, sıradan insanların üzerine gidildi" şikâyetleri var, dikkate alın!" diye mensuplarını uyarması bundandır.

Dileriz yapılan tüm haksız uygulamalar son bulur, gerçek FETÖ'cülerle mücadele sonuna kadar devam eder. Ülkede sapla samanı birbirine karıştırmamak lâzım!

Rahmi Turan Sözcü

 

 

***

 

Gazeteci tutuklamak son bulmalı

 

Önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül dün gazetecilerin tutuksuz yargılanmasından yana olduğunu tekrarladı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu daha başından beri aynı şeyi söylüyor. Aynı şeyi siyasiler, milletvekilleri için de söylüyor.

(...)

Bu işleyiş kaynağını yasalardan değil, iktidardaki görüşün baskınlığına göre değişen politik-psikolojik atmosferden alıyor. Bu zinciri, eğer kırmak isteniyorsa kırmanın yolu siyasetten, siyasi otoriteden geçiyor: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e kadar siyasi yetki kullananların ortada somut suç kanıtı olmadan tutuklu yargılama yapılmaması gerektiği yolunda yapacakları açıklamalar ve bu yönde uygulamalar ancak bu kısır döngüyü kırabilir. Tabii isteniyorsa ve Türkiye'nin içeride daha adil, dışarıda daha itibarlı olması için gerekiyor; gazeteci, yazar tutuklamalarının -somut suç kanıtı olmadıkça- son bulması gerekiyor.

Murat Yetkin Hürriyet

 

***

 

Büyük gözaltıdır yaşamımız

 

Hikâye bu ya, içeri tıkılmışlardan adamın biri dayamış yüzünü parmaklıklı hapishane penceresine, bir yudum dışarı havası solumaya çalışıyor.

O sırada yoldan geçmekte olan biri bu yürek yakan sahneyi görüp seslenmiş:

- Orada kaç kişisiniz?

- Sen onu bırak da demiş içerideki, siz orada kaç kişisiniz?

Öykü, Türkiye veya benzeri yaşamın herkes için büyük bir gözaltına dönüştüğü ülkeleri ne güzel yansıtıyor.

Günümüzde, Türkiye gibi, insanların içerideki gözaltındakiler ve dışardaki gözaltındakiler diye ikiye ayrıldığı daha kaç ülke kaldı bilmiyorum.

Ama bilin ki bütün bu kategoride kalanlar, aynı zamanda çağın nal toplayanları ülkeler grubunu da oluşturmaktadırlar.

Son yıllarda özgürlüklerimiz sürekli kısıtlanıyor, iktidarın tasallutundan masun yaşam sahalarımız küçülüyor.

Artık beşikten mezara, yaşamımızın her alanında iktidara egemen olan zihniyete uygun davranmak zorundayız.

Siyaset yaşamında muktedirin düşünceleri doğrultusunda hareket etmek, siyasi hak ve özgürlüklerinden vazgeçmek yetmiyor, özel yaşamında da aynı doğrultuda davranmak gerekiyor.

Toplumda yaygınlaştırılmak istenen ideal vatandaş modeli, yaz sıcağında kana kana su içtikten sonra, şükranlarını "yarabbi şükür iktidar" diyerek dile getirmeyi unutmayan kuldur.

***

Bırakın bireyi, artık vatandaşlıktan bile aşağı kayıp, kul düzeyine itilmiş kişinin kulluğun koşullarına uygun davranıp davranmadığının iktidar tarafından bilinmesi için devamlı kontrolünü sağlayacak mekanizmalar geliştiriliyor.

Şu günlerde bu alanda yeni bir adım daha atıldı ve İstanbul'da ita ksi uygulaması başlatıldı. Şu anda İstanbul trafiğinde, ita ksi yazılımı ile donatılmış ilk arabalar dolaşıma çıktı bile.

Müşterilerin taksi yolculukları sırasında kamera ile davranış ve konuşmalarının kontrolünü de içeren uygulamanın kolaylık ve güven sağlayacağı ileri sürülmekte.

Ne var ki benzeri girişimler, bazı demokratik ülkelerde, yurttaşın özel yaşam alanına müdahale gerekçesiyle engellendi.

İnsanların büyük bir gözaltı düzeni altında, içerideki gözaltındakiler ve dışarıdaki gözaltındakiler diye ikiye ayrıldıkları rejimi kimilerinin otoriter olarak tanımlamasına karşın, onu geride bırakıp totaliter aşamaya çoktan geçmiş olan Türkiye'de ise bu tür savlar hiç kale alınmıyor.

Aslında ortada şaşacak bir durum yok. İnsanların yaşamlarının her alanına egemen olan totaliter rejimlerde, özel yaşam diye, kamunun müdahalesinin dışında bırakılmış en küçük bir parsel bile söz konusu değildir.

***

Totaliter toplumun insanlarının, yalnız siyasi alanda iktidarın direktiflerine uygun davranmaları yetmez, ama onlar aynı zamanda, nasıl giyinecekleri, ne yiyecekleri, nasıl düşünecekleri konusunda da kendilerine dayatılana uymak zorundadırlar...

Ali Sirmen Cumhuriyet

 

 

***

 

İzi kaybolan silahlar

 

ABD bölgemizdeki karışıklığı "kalıcı kılabilmek" için taşeronlarına "silah yardımını" sürdürüyor!

Bir yandan taşeronlarını "silaha boğarken" bir yandan verdiği silahların "izinin kaybolduğunu" iddia ediyor.

Oysa verilen silahların izi mizi kaybolmuyor! "Hangi amaçla" verilmişlerse "o amaçla" kullanılmaya devam ediyorlar.

Şimdi esefle görüyoruz ki ABD'nin taşeron örgütlere verdiği silahlar terör örgütü "PKK'nın elinde" ve ülkemize karşı kullanılıyor.

Zeki Ceyhan Milli Gazete

 

 

***

 

Karikatür Latif Demirci / Hürriyet