Medreseler mi üniversiteler mi?

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Bitlis-Mutki'de Ohin Medresesi'ni ziyaret etmiş. Tarihî bir medreseymiş.

Özel okullar açıldığına göre, medreseler de elbette açılır.

Özel okullar nasıl Millî Eğitim Bakanlığı'nın kontrolündeyse, medreseler de devletin kontrolünde olmalıdır. (Gerçi şimdi "değerler sistemi" diye bir şey uydurdular, tarikat veya cemaat bağlantılı dernekleri, vakıfları mekteplere soktular. Tarikatlar-cemaatler neyi "değerli/kıymetli" görüyorlarsa onu öne çıkartacaklar ve öğrencilere telkin edecekler. Mektepleri de medreseleştirmek istedikleri belli. Bunlar geçici... Devran dönecek.)

Adına ister medrese deyin ister başka bir şey... Devletin kontrolündeki imam hatiplerden ve ilâhiyat fakültelerinden ayrı program takip edebilirler mi?

Hemen bütün medreseler bir tarikat veya bir cemaat bağlantılıdır.

Burada "İslâm anlayışı" problemiyle karşı karşıyayız.

Medreselerde "soru" yoktur, "kabul" vardır. Öğrenci önüne hangi kitap konursa okuyacak ve ne yazdıysa onunla amel edecektir. (Medrese dediklerine bakmayın, izinleri "Kur'ân  kursu" iznidir.)

Medreseler istenileni verebilseydi, çağımızdaki "değerler"le yarışabilseydi, başta "İslâmcı" Abdülhamit olmak üzere devlet ricali modern okullar açmaya yönelmezlerdi. Abdülhamit dönemi eğitim sistemini bir inceleyin. Prof. Dr. Bayram Kodaman'ın "Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi" kitabı rehber olabilir.

Çoklukla "İslâmî eğitim"e vurgu yapan Prof. Dr. Cahit Baltacı'nın medreseler üzerine ayrıntılı çalışmaları vardır. Nereden nereye geldiğimizi görebiliriz.

Çağa uymak isteyenler, medrese zihniyetindekilerin arıza çıkarmalarından çekine çekine mektepler açabilmişlerdir.

Halka açık ilk medresenin kimin zamanında ve nasıl açıldığını biliyor musunuz?

Abbasî halifesi Me'mun (786-833) devrinde Zerdüşt okullarındaki eğitim ve öğretim örnek alınarak 830'da Bağdat'ta kurulmuştur. "Beytü'l-Hikme" (hikmet evi/felsefe evi) adı verilen bu kurumda Arap, Yahudi ve Hristiyan ilim adamları beraber çalışmışlar; Yunan, Hint ve eski İran kültürüne ait kaynakları incelemişlerdir. Beytü'l-Hikme dönemin bir akademisiydi. Dikkatinizi çekerim... Eğitim-araştırma Hz. Peygamber'in sözüne uygun... Hz. Peygamber "İlim Çin'de olsa dahi alın!" buyurmamış mıydı? Zerdüşt dememişler, Yahudi dememişler, Hristiyan dememişler "ilim" neredeyse getirmek istemişlerdir. Hülagu, 1258'de Beytü'l-Hikme'yi yıkıyor, tozunu bile bırakmıyor. (Hâlbuki aynı Hülagu, Alamut'u ele geçirmiş, İslâm dünyasını bir belâdan kurtarmış ve hatta zamanımıza Cihan Güşa gibi değerli bir eser bırakan Cüveynî'ye, Hasan Sabbah'ın kurduğu kütüphanede işe yarayacakları toplatmış, geriye kalanını yaktırmıştı.)

Zamanımızda medrese demek şeyh ne buyurduysa onun öğrenildiği mekân demektir. Elbette, dinî eğitim için kendilerini ortaya koyanlar, bütün zorluklara göğüs gerenler çıkmıştır ve çıkacaktır. Dinî eğitim ayrı mesele. Medrese dar alanda, belli konularda kesif çalışmadır. Ötesi yoktur. Her yere medrese açın, her okulu medreseye benzetin nelerden koptuğumuzu, dinimizi bile tebliğ edemediğimizi göreceksiniz.

Ali Erbaş, medreseleri devletin sisteminden ayırarak, "Medrese ve akademik ilim birlikte hareket etmelidir. Bilgiye ulaşmak ve aralarında yakınlaşmak, birbirlerinden istifade etmeleri çok faydalı olur. Yani medrese akademiden, akademi de medreseden istifade etsin. Bu şekilde ilmi faaliyetlere adım atılmış olsun." diyebiliyor.

Aklın durduğu yerdeyiz!

Yazarın Diğer Yazıları