Medya Arkası (11.12.2017)

Medya Arkası (11.12.2017)
Köşe yazarlarının gündeminde ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü başkent ilan etmesi vardı. İşte günün öne çıkan yazıları:

Bir kadın muhabbetinin tam göbeğinden bildiriyorum / Ahmet Hakan / Hürriyet

İKTİDARDA AK PARTİ OLMASAYDI

ÜLKEMİZİN muhafazakâr yiğitleri...

15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ne...

“Ey hükümet! Kudüs için somut bir şey yap! Mesela ABD’den satın alacağın o uçakları satın almaktan derhal vazgeç” yazan...

Devasa bir pankart asarlardı.

Hala tehdit altında mıyız? / Mehmet Tezkan / Milliyet

Ne tehdidi diyeceksiniz?

Darbe tehdidi..

 FETÖ’cü çete hâlâ faaliyette mi? FETÖ askerden, polisten, yargıdan, bürokrasiden temizlenmedi mi?

Kripto olanlar vardır tabii.. Kendini gizleyenler.. Ama kilit isimler ayıklanmadı mı?

 130 bine yakın kişi kamudan atıldı..

Darbeye kalkışan askerler tutuklandı, yargılanıyor..

Beş bine yakın hakim /savcı  meslekten ihraç edildi..  En babaları da kaçtı..  Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle ‘en akıllıları’  diyelim.. 

Emniyette, MİT’te ciddi temizlik yapıldı..

Belediyelerde bile Fethullahçı olduğundan şüphelenilenlerin işine son verildi.. Eee..

Eeesi şu; OHAL neden devam ediyor?

 Daha ne kadar OHAL rejimiyle yaşayacağız?

***

Şimdi denilecek ki; sadece FETÖ değil, başka terör örgütleri de var? Onların da tehdidi var?

PKK tehdidi, IŞİD tehdidi..

Evet var; IŞİD tehdidi var.. Binlerce uyuyan yerli IŞİD militanı var.. Suriye’ye gidip IŞİD devletine gidenlerin yarısı geri döndü..

Evet var;  PKK ve onun alt kollarının yaratacağı tehdit sürüyor.. Ama bir dakika;  bu tehditler daha önce de vardı..

 IŞİD Suruç’ta, Ankara’nın göbeğinde, İstanbul’un merkezinde canlı bombalar patlatırken OHAL ilan edilmedi..  Atatürk Havaalanı’nı bastılar yine OHAL ilan etmedik..

 ***

PKK Güneydoğu’da bir çok ilçede çukurlar kazdı, barikatlar kurdu.. Resmen savaş ilan etti.. Oraların kurtarılması aylar sürdü.. Aylarca sokağa çıkma yasağı ilan edildi.. Sokak sokak, ev ev  çatışılarak o ilçeler hayata döndürüldü..

O zaman da OHAL ilan edilmedi..

Türkiye olağan rejimine son vermedi..

 Demek ki bunlar gerekçe olamaz..

***

Zaten OHAL’in
ilan edilme sebebi
15 Temmuz’du..  O zaman gerekliydi..  Ama üzerinden 1.5 yıl geçti..

Hükümet Sözcüsü önümüzdeki günlerde OHAL rejimine dayanılarak yeni KHK çıkarılacağını açıkladı..

Denetimsiz yeni kanun yani..

 Yeni KHK hangi konuda çıkarılacak?

***

Sorum şu;  iktidarın çıkardığı KHK’ların kaçı darbeyle, FETÖ’yle ilgili,  kaçı hayatın diğer alanlarıyla..

İktidar ülkeyi OHAL’le yönetmeyi sevdi..

Korkum bu..

Çünkü Anayasa Mahkemesi ‘hukuk dışı kararla’ KHK’ları ele almayı reddetti..

KHK’lar için yargı yolunu kapattı..

Bir ülke için iyi bir durum değil.. Yerli/yabancı yatırımcının temkinli durmasının başlıca nedeni OHAL ve OHAL’a yaslanılarak çıkarılan KHK’lara yargı yolunun kapalı olması..

İtiraz eden, hayır böyle değil diyen Ekonomi Bakanı’na sorabilir..

 ***

Dün  İnsan Hakları Günü’ydü..

Diyorum ki; OHAL rejimi Türkiye’ye yakışmıyor..

Perişan halimizden hiç mi sorumlu değiliz? / Mehmet Ocaktan / Karar 

Müslüman dünyanın Kudüs’ün başına gelenler konusunda çaresizliğini görünce her birimiz doğal olarak öfkeleniyoruz, İslam ülkelerinin içine düştüğü zillet haline de, emperyal güçlerin zalimliğine de kelimelerimizin uçlarını sivrilterek en ağır ifadeleri kullanmaya çalışıyoruz. Ama yine de içimizin yangını bir türlü sönmek bilmiyor. Çünkü bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen Kudüs hırsızlığı ve işlenen cinayetler karşısında, yüreğinde birazcık olsun insanlık kırıntısı kalmış olan herkesin isyan etmesi gerekir. Ama hayır, insanlık çok oldu buralardan gideli...

Bütün bu olup bitenler karşısında, “İslam coğrafyalarının başına gelenler emperyalist güçlerin işidir, Bağdat’ın, Şam’ın, Kahire’nin ve şimdi de Kudüs’ün teker teker düşmesinin sorumlusu da yine bu güçlerdir” diyerek yüreğimizi birazcık olsun soğutabilir, öfkelerimizi dindirebiliriz belki.

Evet, İslam ülkelerinin bugün içine düştüğü trajik durumun oluşmasında Amerika’nın önemli bir sorumluluğu olduğu muhakkak. Ama bu Müslüman ülkelerin beceriksizliğini ve sorumluluğuna hafifletmiyor ki... Mesela İslam İşbirliği Teşkilatı diye bir kurum var, bu teşkilat ne iş yapar, Müslümanların başına gelen felaketlerle ilgili bugüne kadar ne yapmıştır bilen var mı? Hiç sanmıyorum, tek tek İslam ülkelerinin her birine baktığımızda hemen hepsinin kurdukları despotik yönetimlerin bekasını sağlamak için Amerika’dan güç devşirdiklerini ve akla hayale gelmeyecek fırıldaklar çevirdiklerini artık hepimiz biliyoruz.

Zarrab davası TV dizisi gibi / Zeynep Gürcanlı / Sözcü

New York’ta açılan dava, “ekonomik suç davası” olarak başladı.
Ancak başta sanık olan Reza Zarrab’ın “itirafçı” haline gelip, tanık yapılmasıyla içinde tecavüzden fuhuşa ve uyuşturucuya, rüşvetten şantaja, hatta CIA’ya kadar her şeyi içeren, “gerçek hayatta bu kadar da olmaz”denilen uzun soluklu dizi filmlere dönüştü.
Bu kadarını hep Brezilya dizilerinde görürdük. Ancak ne yazık ki “Zarrab dizisi” Türkiye’de geçiyor. İşin kötüsü, kurgu da değil gerçek olaylara dayanıyor.
Mahkemede Reza Zarrab’ın yatları, katları, alıp otel yapmak istediği “kupon”bina konuşuldu. Hatta iş, Zarrab’ın üst üste konulmuş boyunu geçen dolar desteleriyle fotoğraflarının “kanıt” olarak sunulmasına kadar vardı.
Zarrab, Türk hükümet yetkililerine ve Halkbank Genel Müdürü’ne “ne kadar rüşvet verdiğini” uzun uzun, ayrıntılarıyla anlattı.
ABD yaptırımlarını delip, İran parasını kaçırmak için o kadar kapsamlı bir dolandırıcılık ağı kurmuş ki, kimse anlamadı. O da kalkıp, bir değil iki şema çizerek, dolandırıcılığı nasıl yaptığını anlattı.
Sadece Türkiye değil bir ara Hindistan da dahil olmuş bu dolandırıcılığa…
Çin’i de katmak istemişler, hatta Zarrab o meşhur “o… ile memurun bahşişini önceden vereceksin” lafını Çin’deki sistemi kurmak için Çinli banka memurlarına rüşvet verilmesi için kurmuş. Ama Çin de, diğer ülkeler de, işin içinde ABD’den yasaklı İran parası olduğunu anlayınca, kısa sürede caymışlar. Zarrab’a yine rüşvetle işini yürüttüğü Halkbank kalmış.

İki büyük boşluk: İslam dünyasının kurtuluşu mümkün mü? / Orhan Bursalı / Cumhuriyet

Size bir şey söyleyeceğim:
Avrupa’da, Hıristiyan dünya içinde birbiriyle boğazlaşan kimse var mı? Hayır, çünkü... Yeni devrimlerin, buluşların süreci içinde, demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlükleri temelinde bir uzlaşı ve refah yarışındalar. 
Peki, İslam dünyası? Birbirini boğazlayanlar dünyası. Hiçbir devrimini başaramamış, siyasal iktidar dininin sarmalında çengele takılmış toplumlar.. demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlükleri hak getire... 
Ve Batı ekonomisinin sömürüsü altında, askeri ve siyasi güdümünde.. 
Buradan bir sonuç çıkartacağım, yarın...

Hani Erdoğan bu askerlere “sizlere güvenebilir miyim” diye sormuştu? / Can Ataklı / Korkusuz

Cemaatin dinci faşist darbe girişiminden bu yana bir yıldan fazla süre geçti. Bu süreçte on binlerce kişi hakkında soruşturma açıldı, 30 binin üzerinde kişi tutuklandı, kimileri çok ağır hapis cezalarına çarptırıldı, yüz bininüzerinde kamu görevlisi kapının önüne kondu. Ancak hemen her gün hepimizi çok şaşırtacak yeni bilgilere ulaşıyoruz. Bugüne kadar ısrarla söylediğim bir şey var biliyorsunuz, diyorum ki “O gece ile ilgili bildiklerimiz gerçeklerin yüzde 15’ini bile bulmaz.” Darbe gecesi ile ilgili çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. İktidar ve yandaşları 15 Temmuz’u bir destan gibi sunmaya çalışıyorlar ama halkın zihnindeki kuşkular da bir türlü bitmiyor. Ancak iktidar ve çevresinin o gece ile ilgili öyle büyük bir dayatması var ki, çoğu insan kuşkularını dile getirmeye çekiniyor. Çünkü “Bu nasıl oldu?” diye basit bir soru sorana bile anında “vatan haini” veya “darbeci, Fetö’cü” damgası vuruluyor. Ama böylesine bir dayatma ve korkutma var diye ağzımızı açmayacak, hiçbir şey sormayacak mıyız? Örneğin cemaatin faşist darbegirişiminin asıl hedefinin AKP Genel Başkanı Erdoğan olduğu söyleniyor ama kimse “tüm yaverlerinin FETÖ’cü çıkmasına” akıl sır erdiremiyor. Erdoğan’ın en yakınındaki kişiler cemaatçi olduğu halde nedense darbeyiyapanlar Erdoğan’ın yerini bile bulamıyorlar da otel komisine soruyorlar. Üstelik Erdoğan oradan ayrıldıktan 3 saat sonra geliyorlar o otele. SonraErdoğan’ın en yakın koruma polislerinin de yarısı cemaatçi oldukları için tutuklandılar. O polisler darbe gecesi bile Erdoğan’ın yanındalar ama darbeciler için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Şimdi en son olay ise Erdoğan’ı Marmaris’ten Dalaman’a götüren helikopterin pilotlarının da cemaatçi çıkması. Meğer AKP Genel Başkanı’nı Dalaman’a götüren o pilotlar da bylockkullanıcısı imiş. Darbecilerin has adamlarıymışlar. Oysa 15 Temmuz Destanıanlatılırken o pilotların ne kadar vatansever olduklarını öğrenmiştik. Erdoğan darbeyi eniştesinden öğrendikten sonra İstanbul’a gitmeye karar vermişti. Emrindeki helikoptere doğru yürürken, kapıda kendisini bekleyen pilotlara “Size güvenebilirim değil mi?” diye sormuştu. O pilotlar da “Sayın Cumhurbaşkanımız” demişlerdi, “bize elbette güvenebilirsiniz. Sizi kılınıza bile zarar gelmeden götüreceğiz, darbecilere pabuç bırakmayız” demişlerdi. Erdoğan o anı anlatırken gözleri sulanmıştı. İşte şimdi ortaya çıktı ki meğer o pilotlar da darbeciymiş. Haydi buyurun bakalım. Şimdi biri çıksa ve şu soruları sorsa ne olacak? O pilotlar darbeciyse o gece neden Erdoğan’ı tereyağından kıl çeker gibi darbecilerin arasından geçirip Dalaman’a ulaştırdılar? Erdoğan’ın gizlice uçağına binmesine yardımcı oldular? Hemen ardından gelen diğer darbecileri şaşırtarak Erdoğan’ın uçağının havalanmasını sağladılar? Dediğim gibi ya biri çıkıp bu soruları sormayakalkarsa ne olacak? Vallahi hemen “sen darbeci misin, hain misin?” diye üzerine çullanırlar. İyisi mi hiç sormamak. Bunu da sineye çekmek.

ABD'nin Kudüs kararının arkasındaki plan / Serdar Turgut / Habertürk

DÜN Evanjelik hareketin nasıl bir ahtapot gibi kollarıyla yönetimin her düzeyini teslim aldığını ve Beyaz Saray ile Trump’ın etrafını kuşattığını anlattım. Kudüs kararının alınmasını bunlar sağladı ama tabii ki bu karar çok büyük bir siyasi planın önemli bir adımı. Dün Washington’daki derin bağlantıları anlatmaya konsantre olduğumdan bu büyük siyasi planı anlatmaya giremedim. Bugün bu planın ne olduğunu açmaya çalışacağım.

NİHAİ ANLAŞMA

Başkan Trump Ortadoğu’ya yeni bir düzen getirmek istiyor ve bu planını uygulayabilmesi için İsrail ile Filistin arasında kendisinin “nihai anlaşma”diye adlandırdığı kalıcı bir barış anlaşması yapılmasını hedefliyor.

Yönetim içinde Pentagon ve dışişleri bakanlığı son Kudüs kararının barış amacına hizmet etmesinin zor olduğunu düşünseler de Beyaz Saray bunu böyle görmüyor. Beyaz Saray, İsrail’in Filistin otoritesi ile barış anlaşması masasına mutlak gücü elinde tutar biçimde oturması gerektiğini söylüyor. Bunu sağlamanın en önemli adımı olarak Kudüs kararı hamlesini yaptı. Beyaz Saray’ın, eğer İsrail mutlak gücü elinde tutarak masaya oturursa, imzalanacak “nihai anlaşma”nın İsrail’in bölgede istediği her şeyi almasına yol açarak barışı getireceği hesabı var.