Medya Arkası (18.11.2017)

Medya Arkası (18.11.2017)
Köşe yazarlarının gündeminde ABD'de yargılanan Reza Zarrab vardı. İşte günün öne çıkan yazıları:

Müttefikimiz buysa düşmanımız kim? / Candaş Tolga Işık / Posta

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün NATO’daki “hedef skandalını” anlatırken şöyle bir soru sordu: “Bu nasıl müttefiklik?”



O halde biz de soralım...



12 Eylül darbesinin yapıldığı gün hangi ülkenin ulusal güvenlik danışmanı hangi ülkenin başkanına “Bizim çocuklar başardı” demişti?



12 Eylül öncesi Türkiye çapında komünizmle mücadele dernekleri kurup bunlardan birinin başına FETÖ elebaşını oturtan ülke kimdi?



Terörist başı Öcalan’ı 12 Eylül’de darbe yapılacağını söyleyerek Ortadoğu’ya kaçıran, Apo’yu 1990’ların sonuna kadar dünyanın dört bir yanında gezdiren, işi bitince Kenya’da elleriyle paketleyip Türkiye’ye veren ülkenin adı neydi?



PKK’nın en kanlı saldırılarına imza attığı 1990’ların başında İncirlik’teki üssünden Kuzey Irak’taki teröristlere havadan destek yağdıran hangi ülkeydi?



Teknik ve operasyon alt yapısını kendi gizli servisinin mutfağında hazırlatıp FETÖ’nün devlet içindeki militanlarına teslim eden 17-25 Aralık operasyonunun esas mimarı ülke hangisidir?



Türk halkının neredeyse tamamı tarafından 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi'nin arkasındaki güç olduğuna inanılan ülke hangisidir?



15 Temmuz Darbe Girişimi’nin arkasında FETÖ’nün olduğu bizzat Amerikan devletinin belgeleriyle sabitlenmişken hâlâ örgütün elebaşını ülkesinde koruyan, kollayan kimdir?



Son soru...

Bütün bunları yapan bizim müttefikimiz, stratejik ortağımız, dostumuz, vesaire. ise düşmanımız kim bizim?

 

Zarrab konusu halloldu galiba / Can Ataklı / Sözcü

Birkaç gün önce “İktidar Zarrab konusunda derin bir nefes aldı” başlıklı bir yazı yazmıştım. O gün itibarıyla Zarrab’ın “Erdoğan’la hiçbir görüşme yapmadığını ancak üçüncü şahıslara sanki görüşmeler yapmış gibi konuştuğunu” söyleyeceğini ve Türk hükümetinin ricası üzerine Federal Mahkeme Başkanının Zarrab’ı bu konuda sıkıştırmayacağını duyduğumu yazmıştım. Zarrab önceki gün son ara duruşmaya çıkacaktı. Ancak bir andaortadan kayboldu. Mahkeme çok net bir açıklama yapmadı. Sadece Zarrab’ıniyi olduğu, hapishanede bir saldırı olayına karıştığı bu nedenle başka bir yere gönderildiğini belirtti. Amerikan medyası bu gelişmeleri “Zarrab itirafçı oldu” yorumuyla kamuoyuna duyurdular. Bana göre de Zarrab itirafçı oldu. Ancak bu itiraflar iktidarın başını sıkıntıya sokan cinsten olmayacak. Sonuçta Türkiye bu davadan esaslı bir zarar görebilir. Halen tutuklu olan Halk Bankası Genel Müdür yardımcısı ağır bir cezaya çarptırılabilir. Aralarında AKP’li bakanların da olduğu bir grup Türk vatandaşınagıyaplarında hapis cezaları verilebilir. Halk Bankası’na hatta birkaç başkaTürk bankasına da 50 milyar dolar ve üstü ceza kesilebilir. Ama gözlediğim kadarıyla bütün bunlar olsa bile “acaba ucu bize dokunur mu, uluslar arası bir davanın tarafı olabilir miyiz?” diye düşünen AKP Genel Başkanı bu davadan sıyrılır. İşte son bir ay içinde yapılan yoğun diplomatik temasların ve Başbakan’ın Türkiye’nin gururunu ayaklar altına alarak Amerikan Başkan yardımcısı Pence ile yaptığı görüşmenin sonucu budur bence. Bu kanıya son birkaç gündür yandaş medyada yayınlanan haberleri ve televizyon tartışmalarını gözleyerek varıyorum. Anladığım kadarıyla yandaş kesimin tüm amacı AKP Genel Başkanı’nı işin içinden sıyırıp almak. Gerisini fazla dert etmiyorlar. TV ekranlarında konuşan yandaş isimler Zarrab davasının tamamen bir cemaat operasyonu olduğunu, başta Amerika olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin Tayyip Erdoğan’ı iktidardan indirmek için tezgâh üstüne tezgâh düzenlediğini anlatıyorlar. Böylelikle Erdoğan hariç Türkiye aleyhine çıkacak bütün kararlar şimdiden kirletilmiş hale getiriliyor. Hapis cezaları tutuklu tek sanık dışında belki uygulanamaz ama Halk Bankası’napara cezası verilirse bunu tüm millet olarak ödeyeceğimiz kesin. Ancak yandaşlar belli ki buna razı. Örneğin yandaşlardan biri şunu rahatlıkla söyleyebiliyor; “Velev ki, Halkbank’a dava açıldı. Sonlanması en az 1-1.5 yıl sürer. Varsayalım, yaptırımları delmekten suçlu bulundu ve ceza kesildi. Dünyanın sonu mu? Hatırlayın geçmişi… ABD, İran ambargosunu deldiği gerekçesiyle Credit Agricole, Commerzbank, Deutsche Bank, BNP Paribas ve Credit Suisse’e ceza kesmedi mi? Kesilen cezanın 8’de 1’ini ödediler. Bu ülkelerde, bu bankalara ceza kesildiğinde dahi bizdeki gibi kıyamet koparılmadı.” Bu kadar basit işte. Ne olmuş yani, mahkeme biter Türkiye’ye para cezası verilir, zaten sekizde biri ödeniyor onu da öderiz olur biter bu kadar gürültü çıkarmanın âlemi var mı?

NATO ya da MATO / Fatih Altaylı / Habertürk 

NORVEÇ’teki NATO tatbikatında Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na yapılan hakaret kabul edilebilme noktasından çok uzak bir “hata”.

Hata mata değil aslında... Bilerek yapılmış, istenerek düzenlenmiş bir tezgâh.

Çok açık ki, NATO içinde önemli bir grup, büyük ihtimalle Pentagon, Türkiye’yi NATO içinde artık istemiyor.

Ancak NATO kuralları gereği Türkiye’yi ittifaktan atmaları mümkün değil. Türkiye’siz bir NATO oluşturmanın tek yolu var; ya NATO’yu işlevsiz hale getirip yerine Türkiye’yi dahil etmeyecekleri başka bir ittifak kuracaklar ya da Türkiye’nin “öfkesine kapılıp” NATO’dan kendi isteğiyle ayrılsını sağlayacaklar.

Hedefe Atatürk’ü ve Erdoğan’ı koymanın nedeni işte bu ikinci seçenek.

Bizi NATO’dan ayrılmaya zorlamak.

Buna karşı yapılacak tek şey, NATO’da inat etmektir.

Çok istiyorlarsa gidip MATO’yu kursunlar.

Hakikaten bu nasıl ittifak böyle? /Murat Yetkin  / Hürriyet

Olay gündeme dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın duyurmasıyla geldi. Kanada’nın Halifax şehrindeki Güvenlik Konferansı’na giden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar arayıp kendisini haberdar etmişti. Norveç’te yapılan bir askeri tatbikatta “düşman liderler” olarak kendisi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün resimleri ekrana yansıyınca Türk subaylar Akar’ı bilgilendirmişti.

Erdoğan, tatbikata katılan 40 Türk askerinin geri çekildiğini ve düzeltici adımlar atılsa dahi kararın değiştirilmeyeceğini söyledi. Nitekim düzeltici adımlar skandalın duyulmasını izleyen birkaç saat içinde atıldı. Norveç ordusu skandalda sorumluluğu anlaşılan (birisi Türkiye kökenli Kürt asıllı olmak üzere) iki personelin işine son verildiğini duyurdu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de Türkiye’den resmen ve yazılı olarak özür diledi.

Nitekim Stoltenberg de Kanada’daki o toplantıdaydı ve Akar ile yüz yüze de görüştüler.

Ancak yaşanan skandalın boyutu gecikmeden gelse de bu özürlerle kolay kolay atlatılmayabilir.

Çünkü bu skandal da son zamanlarda Türkiye ve Batı arasında yaşanan bir dizi talihsiz gelişmeyle, kaçınılmaz olarak birlikte algılanacak gibi duruyor. Batıda Erdoğan aleyhtarı kampanyanın Türkiye aleyhtarlığına dönmekte olduğunun işaretlerini veriyor.

WASHINGTON’da Hazine ve Adalet bakanlığının işleyişini iyi bilen ulusal güvenlik uzmanları, Reza Zarrab’ın çoktan federal koruma altına alınarak “tanık koruma programı”na sokulduğu şüphesinin güçlendiğini söylüyorlar.

Resmen 27 Kasım’da başlaması gereken Zarrab ve Hakan Atilla davasında eğer bu şüphe doğrulanırsa Atilla’nın tek başına mahkemeye çıkacağı da söyleniyor.

27 Kasım’daki davaya bakacak jürinin, savcı ve avukatlar tarafından oluşturulması süreci hâkim önünde başlayacak.

26 Kasım’da, yani davanın resmen başlamasından bir gün önce taraflar işleyiş konusunda görüşmek için yeni bir konferans düzenleyecekler. Eğer 26’sında Zarrab konferansa katılmazsa bunun onun gerçekten de tanık koruma programına çoktan alındığı anlamına geldiğini göstereceği söyleniyor.

Tüm işlemler şu anda perde arkasında yapıldığı ve bazı belgeler savunmadan bile engellendiği için “Jenks Kanunu” veya “3500 doküman” olarak da bilinen belgelerin aslında neler olduğu da net değil. Jenks Kanunu veya 3500 doküman, bir davada suçlanan kişinin veya tanık olan insanın başkaları hakkında yaptığı suçlamaların açıklanma sürecini düzenliyor.

Zarrab şu an hapishanede olmasa dahi federal koruma altında olduğundan, yani ya FBI’ın bir güvenli evinde 24 saat gözetimde ya da yeni kimliğiyle başka bir yerde bulunduğundan verdiği ifadelerde yaptığı yeni suçlamaların veya verdiği yeni isimlerin neler olduğu henüz bilinmiyor.

Bunlar bir ihtimal 27 Kasım’dan sonra ortaya çıkabilir. Ancak bu süreçleri iyi bilen uzmanlar, “Hızlı açıklamalar beklenmemeli; çünkü Zarrab beklendiği gibi yeni isimler veriyorsa bunları hemen açıklama yoluna da gitmeyebilirler. Bu işlemler hakkında yeni delillerle dosyalar oluşuncaya kadar içerikler de o zamana kadar açıklanmayabilir” diyorlar.

Başbakan eğitim iyi deyince, iyi olmuyor / Abbas Güçlü / Milliyet

Başbakan Yıldırım yeni sınav sistemini eleştirenlere ortalığı karıştırıyorlar diye serzenişte bulunmuş!

Hayret ki hayret.

Belli ki kendisini doğru bilgilen- dirmiyorlar.

Sorun eleştirenlerde değil, sistemi hazırlayanlarda!

Sistem daha açıklanır açıklanmaz revize edilmeye başlandı ve devamı da gelecek.

Söylemlerine gelince!

İşte satır başları ve işte bizim, dip notlarımız:

Tekli eğitim

2019 sonuna kadar tekli eğitime geçeceğiz.

Gelecek yıl, ikili eğitime son verilsin, Sayın Başbakanın elini öpmeye, ayakta alkışlamaya hazırız.

Öğretmen sayısı 2 katına çıktı. 1 milyon 100 bine yaklaştık. Öğretmensiz okulumuz, boş geçen ders yok. Her sınıftaki öğrenci sayısı 36’dan 24’e geriledi.

Boş geçen ders yok da dolu derslere kimler giriyor? 24 kişilik sınıflar nerede gören var mı? Çok daha önemlisi, işsiz öğretmen sayısı kaç kat arttı?

Öğrenci sayımız artmasına rağmen, bunu başardık, üniversiteler hariç 18 milyon öğrencimiz var, üniversitelerle 25 milyonu geçiyor.

Peki, bu öğrencilerin ne kadarı iki yıllık meslek yüksekokullarında? Daha da önemlisi ne kadarı açık ve uzaktan öğretim öğrencisi? Mezunların ne kadarı iş bulabiliyor?

Okullaşma oranı ilk, ortaöğretimde yüzde 100.

Evet, çok yükseldi ama yüzde 100 demek abartılı olur çünkü çok fire var!

Okul içinde, dışında koruyucu tedbirler alıyoruz. Servislerden başlayarak çocukların güvenle gidip gelmesi için her türlü çalışma yapılıyor.

Hani herkes en yakındaki okula gidecekti, hedef, sıfır servis     olmalıydı!

Yapboz dönem

Liseye geçerken, önceki sistemde, herkes imtihana giriyordu. Bunu kaldırdık. İsteyen girsin istemeyen girmesin. Sınava girsin girmesin herkes istediği bir yere kaydını yaptıracak.


Kaldırdığınız o sınavı (TEOG’u), Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi diye getiren de siz değil miydiniz? Herkesin istediği yere kaydını yaptıracağı bir sistem dünyada yok ki bizde olsun!


Hiçbir öğrencimiz dışarıda kalmayacak. Mümkün olduğunda öğrencilerimiz evine yakın yerlerdeki okullara gidecek.
Bu yıl kaç öğrenci hiçbir okula giremediği için açıkta kaldı ve açık öğretime yönlendirildi? 100 binin üzerinde! Bu sayı gelecek yıl daha da artacak!


Proje okullara gitmek isteyenler sınava girecek. Diyelim ki okul 120 bin öğrenci alacak, sınavda en fazla notu alan 120 bin öğrenci yerleştirilecek. Puanın altında kalanlar da en yakın okula gidecekler.
Bu konudaki öngörülerin hepsi çok çelişkili! Sınava, MEB’in açıkladığı gibi yüzde 10 öğrenci değil, en az yarım milyon öğrenci başvuracak! Proje okullara ve kolejlere puanı yetmeyen öğrenci, mahalle okuluna geldiğinde neye göre alınacak? Öncelik kimde olacak? Sınav puanına göre mi yoksa diploma notuna göre mi?
Türkiye her alanda olduğu gibi eğitimde de büyük hedeflere kararlı adımlarla ilerliyor.
Keşke eğitimde bir kararlılık olsa da biz de alkışlasak. Lise ve üniversitelere giriş sistemleri son 10 yılda on defa değişti, sonuncusunun ömrü 10 gün sürmedi. Her ikisi de ciddi anlamda revize edildi, daha da edilecek!..
Özetin özeti: Eğitim ciddi bir iştir ve söze değil, gidişata bakılır!..