Medya Arkası (2 Mayıs 2016)

Medya Arkası (2 Mayıs 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü yazılarında MHP'de genel başkanlık yarışı, Kilis'e düşen roketler, AKP içindeki Davutoğlu-Erdoğan gerilimi ve terör sorunu vardı.


MHP’DE GENEL BAŞKAN SEÇİMİ VE ETRAFIN HAL-İ PÜR MELÂLİ / Lütfü Şehsuvaroğlu / Vahdet

“MERAL AKŞENER TUTUKLANSIN!”

MHP’nin üç dört puana ihtiyacı var. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre –ki ilkini Özer Sencar, ikincisini Hakan Bayrakçı’nın şirketleri yaptı- MHP, 1 Kasım seçimleri sonrası barajın altına düşmüşken, Ankara Asliye Mahkemesi’nin verdiği karar sonucu doğan ümit ışığı ile oylarını birdenbire % 18’lerin üzerine çıkarmıştı.

Meral Akşener rüzgârı ise MHP’nin oy potansiyelinin % 22’lerin üzerine çıkmasına sebep olmuştu.

Gerçi salt değişim beklentisi bile MHP’nin oylarında hatırı sayılır artışlar meydana getirmeye yetiyordu.

Yargıtay’dan tehir-i icra kararı beklentisi içine girilmişken MHP merkezini kurtaran simit, Tosya ve Germenek mahkemelerinden çıkan tuhaf karar oldu.

Sanki sonuç değişecekmiş gibi…

Bence Tosya ve Germenek yetmez.

Çemişgezek ve Hoymeyk mahkemeleri de karar almalı…

Ardından Basgirt, sonra Amed filan…

MHP’nin iktidar kapısını açabilmesi için Meral Akşener’in genel başkanlığı ümidinin ortaya çıkardığı % 22’lik bant yetmez.

Daha fazlası lazımdır.

Bunun için de mağduriyet gerek.

Meral Hanımı içeri tıkmak lazım…

Şöyle birkaç ay içerde yatmasına sebep olacak bir suç bulmaları lazım mahkemelerin.

Ya da bir saldırıya maruz kalması… 

Gerçi paralelcilikten, eşinin solcu oluşuna, oradan faili meçhul bakanı suçlamalarına kadar akla hayale gelmedik saldırılar oldu ama yetmez. 

İşte o zaman MHP aradığı üç dört puanı bulur ve iktidar düğümünü çözer.

MHP’nin iktidar olabilmesi için başta Erdoğan destekçisi görünen besleme basının daha fazla MHP içi meselelere dühul etmesi gerek.

Sonra içerden ve dışarıdan MHP iktidarı hakkında ileri geri konuşmalar filan yerinde olur.

Mehmet Ocaktan çok yerinde tespitler yaptı.

“Çok küçük ve ucuz hesaplar yapanları gördükçe Türkiye’nin geleceğine ilişkin umutlarımı yeniden gözden geçirme gereği hissediyorum. Evet siyasi ve sosyal hayatımızda bazı insanların kendilerine makam, mevki ya da ekonomik anlamda yer açmak için zaman zaman ters takla attıkları, inanılmaz Ali-Cengiz oyunlarına başvurdukları görülmüştür. Ama günümüzde olduğu kadar küçük bir çanağın dibini sıyırmak için bile bütün değerlerini feda etmeye hazır küçük trolcüklerin ortalarda cirit attığı hiç böyle bir dönem olmadı.

Şu günlerde AK Parti etrafında her gün bir amip gibi çoğalan garip bir tayfa var ve bu insanlar kim ve ne adına mücadele ettiklerini bile bilmeden etrafa kılıç sallıyorlar. Genel bir çıldırmışlık hali içinde ortalarda deli danalar gibi dolaşmalarında aslında bir mahzur yok. Ama herkese tükürüp çevreyi kirletiyorlar, esas sorun da bu.”

Ben de gereksiz yere trafikte korna çalanlardan oldum olası rahatsız olmuşumdur.

Son zamanlardan öyle gazeteci tipleri ile karşılaştık ki Trabzon maçında sahaya inen seyirci onlardan daha masum.

Hepsi birer Hrant yahut hepsi birer beyaz bereli…

Ben de Ocaktan gibi psikolojik destek almaları gerektiğini düşünüyorum bu zavallıların.

Cumhurbaşkanı veya Başbakan ağzına bakarak tavır almaları gerektiği kanaatiyle olur olmaz eblehlikler yapan gazeteci güruhu maalesef Türkiye demokrasisine zarar veriyor.

Bir parti seçime gidecek ve parti içi demokrasiyi işletecek ona da karışıyorlar.

Ocaktan bu hadnaşinaslığı şöyle değerlendirdi:

“Seviyesizliğin her alana sirayet ettiği bir ortamda hiçbir şeyin kendi doğal seyri içinde icra edilemeyeceği, toplumsal ve kurumsal çürümenin her geçen gün daha da derinleşeceği muhakkak.

Son dönemin en çarpıcı örneği olan MHP’nin kongre bunalımına bakalım; maalesef siyaset kendi söküğünü dikemez hale geldiği için karakol kapısına düşmüştür.

Oysa MHP için iki kere ikinin dört etmesi kadar demokratik bir gerçeklik var ki, eğer yasal yeterlilik oranında bir delege çoğunluğu kongre talebinde bulunmuşsa, bunun tek çaresi yine demokratik yöntemlerle bu talebin karşılanmasıdır.

Ama hayır, Türkiye’de işler böyle yürümüyor. Yani Türk siyasetinin genetiği farklı işliyor, bir lider partinin başına geçmişse orayı tapulu malı olarak görüyor ve kendini ebedi lider ilan ediyor.

İşte son günlerde MHP’de olan tam da böyle bir şey... Devlet Bahçeli’nin ömrü vefa ettikçe MHP’nin başından ayrılmak gibi bir niyeti yok.

Eminim ki Bahçeli sonsuza kadar MHP’nin başında kalabilmek için her türlü fedakârlığı(!) yapmaktan çekinmeyecektir. 

Eğer daha az adalet ve daha az eğitimle yetinir hale gelmişseniz Gemerek mahkemesinin MHP kongresiyle ilgili verdiği kararı bile siyasi bir kazanım olarak görmeniz son derece doğaldır.

Oysa bu kararı ne hukuk tekniği, ne de vicdanlarda adalet duygusunun tatmini açısından izah etmek mümkün değildir. Açıkça belirtmek gerekirse bu, kelimenin tam anlamıyla hukuksal bir komedidir.

Zira ortada Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin verdiği bir kongre kararı ve sonrasında MHP yönetiminin Yargıtay’a itirazı var. Ortada yürüyen hukuksal bir süreç varken Gemerek mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı vermesinin, işleri hepten içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramayacağı o kadar açık ki...

Ne yazık ki şu anda hukukta da, siyasette de manzara bu. Dolayısıyla böyle bir vahamet tablosu karşısında behemehal hepimizin ihtiyacı olan tek şey; bir sükunet dili... Unutmayalım, kalite kaybının rutin haline geldiği bir atmosferde sanki bu yetmiyormuş gibi inadına bir kutuplaşma diline yaslanma ve adalet duygusunu örseleme Türkiye toplumunun ödeyeceği maliyeti daha da ağırlaştıracaktır.”


***


AK Parti sürprizlere gebe / Abdülkadir Selvi / Hürriyet


DOKUNULMAZLIK dosyaları ve yeni anayasa nedeniyle siyasette bu yaz sıcak geçecek.
AK Parti’de ilginç şeyler oluyor. AK Parti geleneğinde görmeye alışık olmadığımız gelişmeler yaşanıyor. Görünen o ki, bu yaz AK Parti açısından sıcak geçecek.
 
Zaten dokunulmazlıklar ve yeni anayasa nedeniyle önemli gelişmeler bekleniyordu.
 
Ama siz asıl AK Parti’deki sürprizlere hazır olun.
 
Çünkü 29 Nisan tarihli MKYK toplantısı, bir kırılma noktası oldu.
 
AK Parti siyaseti açısından artık bir 29 Nisan öncesi var, bir de 29 Nisan sonrası.
 
O nedenle, AK Parti’deki gelişmeleri büyük bir dikkatle izlemekte yarar var.
 
İktidar partisi olması nedeniyle AK Parti’deki gelişmeler aynı zamanda siyasetin seyrini belirleyecek.
 
Bu yaz siyaset çok şeye gebe.
 
AK Parti, 12 Eylül kongresinden önce ciddi bir badire atlattı.
 
Ancak kongreden birlik ve beraberliğini koruyarak çıkmayı başardı.
 
Kol kırıldı yen içinde kaldı.
 
Önce AK Parti kendi içinde istikrarını korudu. Sonra da 1 Kasım’da halkımız, Türkiye’nin istikrarı açısından AK Parti’yi tercih etti.
 
29 Nisan Cuma günü yapılan MKYK toplantısında ilginç şeyler yaşandı.
 
Başbakan Davutoğlu, il ve ilçe başkanlıklarıyla ilgili olarak MKYK tarafından kendisine verilen yetkiyi MKYK’ya iade etti.
 
Bu yetki genel başkan olduğu dönemde Erdoğan’a devredilmişti.
 
Aynı gelenek Davutoğlu döneminde de sürdürüldü.
 
Aslında kimse AK Parti’de böyle bir yetki devri ya da sorunun varlığının farkında değildi.
 
Davutoğlu şimdiye kadar bu yetkisini Teşkilat Başkanlığı’ndan gelen öneriler doğrultusunda kullanmış.
 
Ama belli ki bir enerji birikmiş. Bir güç denemesi ya da gücün sınırlanması yoluna gidilme kararı alınmış.
 
Şehit cenazelerinin geldiği, canlı bomba eylemlerinin yaşandığı bir sırada AK Parti bunu mu tartışıyor diyebilirsiniz.
 
Ama ciddi bir kriz yaşandı. ...

 

***

Bize roketler, Katar’a üs! / Emin Çölaşan / Sözcü


Sayelerinde sınır komşumuz olan İslamcı terör örgütü IŞİD tarafından fırlatılan roketler Kilis ve Gaziantep’i vuruyor, insanlar ölüyor. 
Bugüne kadar Kilis’te 18 kişi öldü. Halk panik içerisinde kaçışıyor. 
Bu roketler nereden ateşleniyor? Sınırımıza bilemediniz 10 kilometre öteden! Yani oraya yürüyerek gitseniz iki saatinizi alır. O kadar yakın. 
Peki biz ne yapıyoruz? 
Olayı seyretmekle, ah vah etmekle yetiniyoruz. 
Bizim uçaklarımız nerede? IŞİD üsleri niçin bombalanmıyor? 
Bombalanmıyor çünkü ABD uçaklarımızın sınır ötesine geçmesine izin vermiyor! 
Türkiye Cumhuriyeti olarak tecavüze uğruyoruz ama elimiz kolumuz bağlı izlemek zorunda kalıyoruz. 
Türkiye’nin dört bir yanında istisnasız her gün kaldırılmakta olan şehit cenazelerine hiç değinmiyorum. 

 
Sadrazam Davutoğlu Ahmet Paşa üç gün önce Katar’a gitti… Bugüne kadar 16. kez gidişi… Orada bir askeri üs açılıyor…
Ve bizim savunmamızla uzaktan yakından ilgisi olmayan o üsse Türk askeri konuşlanacak. 
Kara, deniz, hava ve jandarma birlikleri…
3.500 Türk askeri.
Gerektiğinde para babası Katar’ı savunacak! 
Sen kendi ülkende hezimete uğruyorsun. Kentlerine bir yanda roketler düşüyor, ahali kaçışıyor. 
Toplarımız, tanklarımız, karakollarımız isabet alıyor. 
Öbür yanda Güneydoğu’da adeta bir iç savaş yaşanıyor…
Ve ülkendeki sorunlarla baş edemeyen sen, gidip Katar’da üs kuruyorsun. 
Ne işin var senin oralarda?

 

***

YERÇEKİMİ ÜÇ ROKET DAHA DÜŞÜRDÜ!.. / Mehmet Tezkan / Milliyet

 

IŞİD  yine Kilis’i vurdu.. 3 katyuşa roketi attı..
Yaralı var, maddi hasar var, Allah’tan bu kez ölü yok..
 İki ayda Kilis’e yönelik roketli saldırı 45’ti, 48 oldu.. 
Gerçi, Resmi ağızlar ‘saldırı’  kelimesini kullanmıyor.. 
‘Roket düştü’  demeyi tercik ediyorlar..
Sanki başka yere atılan roket tesadüfen Kilis’e düşmüş muamelesi çekiyorlar .. IŞİD denen terör devletinin planlı , düzenli saldırısı  olduğunu kabul etmek istemiyorlar..
‘Suriye’de kaotik ortam var. Kimin roket attığı tam olarak saptanmış değil’  açıklamalarıyla top çeviriyorlar.., 
***
(Kabul etmeme  politikasının nedeni şu galiba..  IŞİD’in düzenli, planlı saldırdığı resmileşirse kara ve hava harekatı kaçınılmaz olur.. Zorunluluk haline gelir.. Rus uçağı düşürüldükten buna imkan yok..Rusların yerleştirdiği füzeler Türk uçakları gelse diye dört gözle bekliyor.. Top atışıyla cevap vererek durumu idare ediyoruz)
***
Kilis Valisi IŞİD saldırılarını hafifletme daha doğrusu sulandırma konusunda başrolde. . Vali’ye göre roketler yer çekimi nedeniyle düşüyor.. 
Ne demişti Vali; ‘havada yakalayacak halim yok’  demişti..
Ne demişti Vali; ‘yer çekimi var havada kalacak değiller’  demişti..
***
Yerçekimi nedeniyle Kilis’e dün de üç roket düştü..
Yerçekimi olduğu sürece Kilis’e rahat huzur yok anlaşılan!.

 

***


Olağan bir pazar günü / Ahmet Hakan / Hürriyet

 

OLAĞAN bir pazar gününün bilançosunu veriyorum:
- Gaziantep’te intihar saldırısı: İki polis şehit oldu.
 
- Mardin’de terörist saldırı: Üç asker şehit oldu.m Kilis’e roketli saldırı: Yedi vatandaş yaralandı.
 
- Şırnak’ta keskin nişancı ateş açtı: Bir asker şehit oldu.
 
- Diyarbakır’da askeri birliğe saldırıldı: Bir asker şehit oldu, 25 kişi yaralandı.

 
Olağan bir gündür bu Türkiye’de.
 
Eğer olağanüstü bir gün olsaydı...
 
Bambaşka bir bilanço çıkardı ortaya.

 
Şöyle bir bilanço:
 
- Hiç canlı bomba patlamadı.
 
- Hiç terör saldırısı olmadı.
 
- Kilis’e hiç roket atılmadı.
 
- Hiç keskin nişancı ateş açmadı.


OLAĞAN bir pazar gününün bilançosunu veriyorum:
- Gaziantep’te intihar saldırısı: İki polis şehit oldu.
 
- Mardin’de terörist saldırı: Üç asker şehit oldu.m Kilis’e roketli saldırı: Yedi vatandaş yaralandı.
 
- Şırnak’ta keskin nişancı ateş açtı: Bir asker şehit oldu.
 
- Diyarbakır’da askeri birliğe saldırıldı: Bir asker şehit oldu, 25 kişi yaralandı.

 
Olağan bir gündür bu Türkiye’de.
 
Eğer olağanüstü bir gün olsaydı...
 
Bambaşka bir bilanço çıkardı ortaya.
 
 
Şöyle bir bilanço:
 
- Hiç canlı bomba patlamadı.
 
- Hiç terör saldırısı olmadı.
 
- Kilis’e hiç roket atılmadı.
 
- Hiç keskin nişancı ateş açmadı.

 

***


Salak mıyız ki her şeye karşı çıkalım? / Can Ataklı / Korkusuz

 

Sarayın ve iktidarın bıkmadan usanmadan yürüttüğü bir algı kampanyası var.
O da şu; “79 yılda yapılamayanı (yani cumhuriyet dönemi) biz 14 yılda yaptık. Bunu hazmedemeyenler, Türkiye’nin büyümesini istemeyenler içerde ve dışarıda bizi yıkmak için uğraşıyorlar. Yapılan her hizmete karşı çıkıyorlar.”
Peki, nedir bu hizmetler?
Duble yollar, Boğaz Köprüsü, Körfez Köprüsü, havaalanları,Marmaray, metrobüs, metro, gökdelenler, AVM’ler.
Dikkat edin hepsi inşaat işi.
Bu iktidarın “bilimdeki gelişmelerde, eğitimde, sanatta, edebiyatta, kültürde, aydınlanmada” övündüğünü gördünüz mü?
Böyle dertleri olmadığı için biz konumuza dönelim ve yapılan hizmetlerle övünmeye dönelim.
Şunu söylemek isterim öncelikle; “Yahu kardeşim biz salak mıyız ki yollara, köprülere, metroya, Marmaray’a falan karşı çıkalım?”
Bunların hepsi bu milletin kullanması, daha rahat etmesi için yapılıyor.
Üsküdar’dan Marmaray’la Yenikapı’ya geçip oradan metro ile havaalanına 40 dakikada gitmekten niye şikayet edelim?
İzmit Körfezi’ni dolaşıp gideceğime köprüyle yolu niye kısaltmayayım?
Gidiş geliş yollarda yüreğimiz ağzımıza geleceğine duble yolları niye istemeyelim?
Kimse bunlara karşı çıkmıyor, aklı başında olan da çıkmaz.
Karşı çıkılan, hatta karşı çıkılan da demeyeyim, eleştirilen şey başka.
“Duble yolu neden yaptın” demiyoruz “Niye duble duble yaptın, niye üç beş yandaş daha çok kazansın diye aynı yolu iki kerede hatta üç kerede bitirdin, neden dünyadaki emsallerinin üç katına mal ettin?” diye soruyoruz.
“Üçüncü Köprü niye yapıldı?” demiyoruz “Neden bu köprü dünyanın en pahalısı oldu, neden çevreye hiç önem vermedin, olanağın varken neden yüz binlerce ağaç kestin, İstanbul’un doğasını bozdun, oysa bunun çaresi vardı” diyoruz.
Marmaray’a da “Neden yaptın, ne gerek vardı” demiyoruz, metro gibi “Neden Fransa’daki aynı tip metronun üç katına mal ettin, buralardan kim ne kadar haksız kazanç elde etti” diye soruyoruz.
Nüfusu 15 milyonu aşan bir kentte “Dikey yapılanma olmak zorunda olduğunu” elbette biliyoruz ama diyoruz ki “Kentsel dönüşüm adı altında çarpık yapılaşmayı çözmek yerine neden boş arazileri peşkeş çekip dev binalar yapıyorsun, neden biat etmiş müteahhitleri daha da zenginleştirmek için çabalıyorsun?” 
Bu dev binaların bir plan içinde ve kentin güzelliğini bozmayacak şekilde yapılmalarını talep ediyoruz.
Havaalanına niye karşı çıkalım? Tamam da neden en pahalısını yapıyorsun? Benzerleri yarı fiyatına çıkıyor haberin var mı?” diye soruyoruz.
Bir televizyon programında sadece Atatürk’ün ölümüne kadar Türkiye’ye kazandırılan eserleri isim isim saymak bile 20 dakikamı alırken, bunların hepsini sattığınız halde “Neden sanki siz gelene kadar ülkeye çivi bile çakılmadığı yalanını söylüyorsunuz” diye sinir oluyoruz.
Üçüncü köprü ile övünerken “Siz köprü mü yaptınız” diye zekamızla alay edilmesine öfkeleniyoruz.
Bu ülkede her iktidar kendi döneminde çağın gereklerine göre elbette hizmetler vermiştir, AKP de bu hizmetleri yaptı.
Ama bunları yapmış olmak geçmişi inkar etmek anlamına gelmez.
Bu hizmetleri yapmak halkın kafasına balyoz vurur gibi “Biz yaptık haaa, nankörlük etme, ağzını açma” dayatmasına neden olamaz.
Bu iktidar da gerçeği biliyor. Ama yaptıkları hizmetlerde o kadar çok yolsuzluk yapıldı ki bunların konuşulmaması ve ortaya çıkmaması için “Yaptığımız her şeye karşılar, bunlar sadece karşı çıkar, yıkıcıdırlar, çivi bile çakmazlar” algısını yaratmak istiyorlar.
Oysa AKP’ye oy verenler bile durumun farkında. 
Yoksa “çalıyorlar ama çalışıyorlar” gibi absürt bir slogan 7’den 70’e herkesin dilinde olabilir mi?


***

 

Allahtan bellerinde silah yok / Tunca Bengin / Milliyet


Dokunulmazlık görüşmelerindeki yumruklar, tekmeleri görünce 30 Ocak 2001’i anımsadık. O gün de Meclis’te kavga çıkmış, iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında aynı görüntüler yaşanmıştı. Aldığı darbelerle de kalp krizi geçiren DYP Şanlıurfa Milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu yaşamını yitirmişti. Neyseki bu kez böyle bir son olmadı. Ama bu olmayacak anlamına gelmez, gelmemeli. Zira gidişat hoş değil... 

Son dönemdeki hemen her oturum ya da komisyon toplantısında birbirlerinin yakalarına yapışan beyaz gömlekli, kravatlı koca koca adamlar, sokak kabadayılarını kıskandıran bir jargonla racon kesiyorlar. Sonrasında da yumruklar, tekmeler konuşuyor. Allahtan bellerinde silahları yok. Olsa içerde kan gövdeyi götürecek.. 

Dememiz o ki, bu görüntüler artık sıra dışı olmaktan çıktı, Meclis’in ritüeli haline geldi. Nedeni, bu gibi olaylara karşı meclis iç tüzüğünde kınama ve hiç uygulanmayan  birkaç celselik ihraç dışında yaptırım olmaması. Yani zorbalık yapan, küfürler yağdıran, yumruk atan vekile karşı tek müeyyide “Yaptığın ayıp” demek. O nedenle Meclis’teki bu yüksek tansiyonu düşürmek için ivedilikle milletvekillerinin neler yapıp yapamayacaklarını öngören ve bu tür olaylara karşı para ya da ödenek kesintisi gibi cezaları da içeren Siyasi Etik Yasası’nı çıkarmak şart. Nitekim bu dünyadaki her parlamentoda var ama bizim vekillerimiz yanaşmıyor. Çünkü bu yasa tasarısı Hüsamettin Cindoruk’un TBMM Başkanlığı döneminden (1991-1995) başlayarak hemen her dönem gündeme geldi, komisyonlarda hararetle konuşuldu, tartışıldı ama sonrasında da kadük olarak rafa kalktı. Yani milletvekilleri sıklıkla sözünü ettikleri ve istiyor göründükleri bu tasarı önlerine gelince “olmaz” dediler. Hem de iktidar ya da muhalefet vekilleri fark etmeksizin. Aynı tasarı şimdi de Meclis’in gündeminde, hatta “Haziranda vizesiz Avrupa” için şart koşulan 9 yasa içinde yer aldığı için hemen çıkacak gibiydi. Ancak son virajda vekillerden gelen ‘çok katı’ itirazları nedeniyle ‘rötuş’ yapılmak, daha doğrusu sulandırılmak üzere yine askıya alındı...

Özetle, Meclis’teki utandıran görüntüler ve AB istese de istemese de ‘siyasi itibar’ açısından şart olan bu yasayla ilgili bugün geldiğimiz noktada pek değişiklik yok. Gel de bu parlamentodan kadına, çocuğa, hayvana şiddet ve ülkedeki, teröre ilişkin çözümler bekle...


***

Kafayı çekiyorum, o halde lâikim! / Murat Bardakçı / Habertürk


Lâiklik ve içki! İşte, “laiklik” kavramının Türkiye’de getirildiği son nokta!
Doğru dürüst içmeyi zaten pek bilmeyen, alkolü entellektüelliğin şartlarından zanneden, içkinin “statü sembolü” ve hattâ “sistemin sigortası” olduğuna inanan bir kesim, şimdi alkol ile rejim arasında böyle tuhaf bir bağlantı kuruyor ve neticede Halil Paşa da rakıya olan düşkünlüğü sayesinde lâik mi lâik bir asker oluveriyor!
Düşünceki fukaralığa bakın!

BİR VECİZE YUMURTLADIM...

“İçiyorum, o halde lâikim” gibisinden önerme taklidi ucuzluktan, “alkol olmazsa sistem de elden gider, lâiklik de” endişesinden ve C2H6O’nun, yani içkilerde kullanılan etanolün rejimin teminatı hâline getirilmesinden hareketle, geçmişin namlı içkicilerini devirlerinin önde gelen lâik düşünürleri arasında sayabiliriz...
Meselâ, 17. asırda yaşadığı zannedilen ve şarapçılığı ile meşhur Bekrî Mustafa, bu zihniyete göre, Osmanlı Tarihi’nin en önde gelen lâik şahsiyeti olur.
Neyzen Tevfik de öyle... Gerçi “Merhamet kıl derdime her şey’e âgâhım Alî / Var mı senden başka söyle ilticagâhım Alî” gibi derinden de öte mısralar yazmıştır ama rakısız neredeyse bir gün bile geçirmediği, hattâ rakıyı kâseye koyup içerisine ekmek doğradıktan sonra kaşıkla çorba niyetine yudumladığı için hem Osmanlı’nın son, hem de Cumhuriyet’in ilk senelerinin büyük lâikidir!

Bazı çevrelerde pek bir rağbette “İçiyorum, o halde lâikim” zihniyeti bana her nedense ilham verdi; bu hem tuhaf, hem de akıl ve idrak dışı zırvayı vecize hâline getirmek istedim ve gençlik senelerimde merak saldığım kırıkdökük Lâtincemi kullanarak şöyle buyurdum:
“Ego bibo, ergo sum saecularium!”. Yumurtladığım işbu vecizenin Türkçesi, “Kafayı çekiyorum, o halde lâikim”dir!


***


Doğru kadro doğru sistem / Selçuk Dereli / Sözcü


Fenerbahçe, şampiyonluk iddiasını sürdürebilmek adına önem arz eden maçta neredeyse rakibine hiç gol fırsatı vermeden üç puanı hanesine yazdırdı. Zaten sahadaki mücadeleye bakınca da maçın hakkı buydu. Eğer sarı-lacivertliler yakaladıkları gol fırsatlarını değerlendirselerdi maç çok daha farklı bitebilirdi. Gaziantepspor’un hemen hemen hiçbir kademesinde varlık gösteremediği maçta, Fenerbahçeli hücum oyuncuları zorlanmadı. Antrenman havasında geçen bir maç izledik. Dün gecenin en iyisi bana göre Van Persie’ydi. Hem asisti hem de atmış olduğu goller usta işiydi. 

VAN PERSIE GÜVEN BULDU 

Volkan Şen son haftalardaki pozitif futbolunu yine sahaya yansıttı. Yapabileceğinin en iyisini sergiliyor. Yaklaşık 25 hafta bir varlık gösteremeyen Nani ise son maçlarda çok iyi işler yapıyor. Pereira’ya gelince… İdeal dizilişi ve oynatması gereken kadroyu buldu ama biraz geç oldu. Nani’yi kanattan serbest bölgeye alınca birçok sıkıntı da düzeldi. Hem Portekizli kendine geldi, takıma müthiş bir katkı vermeye başladı hem de Van Persie’yi kendine getirdi. Hollandalı süper star güven kazanınca neler yapabileceklerinden bir kesit sundu. Pereira sezon başında bu diziliş ve kadroyla takımını sahaya sürse ligin sıralaması bence böyle olmazdı. Doğru kadro ve sistemi geç de olsa buldu Pereira. Bakalım, bu doğrular şampiyonluğu getirebilecek mi? 


***

İdman maçı / Ahmet Çakar / Sabah

Sahada tam bir Fenerbahçe şov vardı. Ama bu tabii ki kimseyi yanıltmasın. Gaziantep’in maalesef ahı gitmiş, vahı kalmış.

Sanırım Fenerbahçe sezonun en rahat maçını oynadı. Atılan 3 gol, kaçan fırsatlar, oyun hakimiyeti ve neredeyse kaleci Volkan'a hiçbir şekilde iş düşmeyecek bir maç oldu. Aslında maç öncesi de hiç kimse bu maçta büyük problem yaşanacağını düşünmüyordu. İlk 10-15 dakika Gaziantepspor, bir şeyler yapmaya çalıştı. Fakat art arda sakatlıklar yaşadılar ve ilk çeyrek sonrası Fenerbahçe, dün oyunu mutlak kontrolü altına aldı.
Hollandalı yıldız Robin van Persie bu takıma büyük ümitlerle alınmıştı. Transferi için büyük paralar harcandı ve dün gece Van Persie sahanın yıldızıydı. İki gol attı, bir golde de asisti vardı. Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni gibi Van Persie de kolay maçların unutulmaz oyuncusu oluyor! İlk yarıda önce vurdu, kaleci Karcemarskas ki bence ligin iyi kalecilerinden biri, bacaklarıyla kurtardı. Top sıfıra yakın bir yere indi. Van Persie de çok iyi ortalayıp arkadaşı Simon Kjaer'e 'al da at' dedi.
Dakikalar ilerledikçe Fenerbahçe'nin baskısı artıyordu. İkinci yarının hemen başında da yine Van Persie şık bir gol attı. Dedik ya güçsüz rakipler ve deneyimsiz oyuncular karşısında o bir ilah. İkinci golde de topu alışı, Gaziantepspor kalecisinin soluna çekişi ve hemen akabinde de sağ ayak içiyle tamamlayışı golü getirdi.
Sahada tam bir Fenerbahçe şov vardı. Ama bu tabii ki kimseyi yanıltmasın. Gaziantepspor'un maalesef ahı gitmiş, vahı kalmış. Ve ilerleyen dakikalarda Van Persie kafayla da golünü atıp skoru getiren isim oldu.
Sonuçta Fenerbahçe, şampiyonluk yarışında Beşiktaş'ı bekliyor. Puan kaybedecekler ki Fenerbahçe hayata dönecek. Ama Gaziantepspor Süper Lig'den düşme tehlikesini hala hissediyor ve önümüzdeki haftalarda da fazlasıyla hissedecek.
Hakem Mete Kalkavan için kolay maçtı. Zaten iyi bir hakem. İyi niyetli ve oyuncular üzerinde müthiş bir sempatisi var. Ufak tefek hatalar yapsa da maç genelinde çok iyiydi.