Medya Arkası (20.08.2017)

Medya Arkası (20.08.2017)
Köşe yazarlarının gündeminde 'Kılıçdaroğlu tutuklanabilir' tartışması ve Almanya ile yaşanan diplomatik kriz vardı.. İşte günün öne çıkan yazıları:

Ankara’yı saran iki derin kriz  / Mehmet Tezkan / Milliyet

Konu biraz can çıkıcı ama kusura bakmayın..

Türkiye’nin ağır gündemi başka alanlarda kalem oynatmaya izin vermiyor..

Dün Hürriyet’te Mehmet Yakup Yılmaz yazmış.. Akşam sohbetlerinde politika konuşmadıklarını söylemiş..

Hatta gazeteci dostlarıyla buluştuğunda bile..

Arkadaş çevrelerinde küçük bir anket yapmış; onlar da politika konuşmuyorlarmış..

Yılmaz, siyaset konuşmaktan hoşlanmadığını söylüyor ama yazıyorlar..

Neden?

Ülke zorluyor..

Bu ülkede siyaset dışına kalem oynatmak zor..

Kendimden biliyorum..

Okur kızıyor..

Okur suçluyor…

Kaçak güreşe başladın diye itham ediyor..

İnandığı, güvendiği yazarların düşüncesini öğrenmek istiyor..

Geçen haftanın iki olayı..

BİR: CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun tutuklanacağı tartışması..

İKİ: Merkel’le, daha doğrusu, Alman siyasetiyle köprülerin atılma noktasına gelmesi..

Gel de yazma!..

İnsanlar konuşuyor.. İnsanlar soruyor..

Kılıçdaroğlu tutuklanır mı?

Ben de onlara soruyorum; Suçu ne?

Ortada suç yok..

Diyorlar ki; Berberoğlu’yla ilişkilendirirlerse..

Berberoğlu suçlu değil ki, siyaseten mahkûm edildi..

Şunu da ekliyorum..

Burası Venezuela değil.. Burası Kırgızistan değil..

Burası tüm kavgalara rağmen Avrupa ülkesi..

Muhalefet lideri eften püften nedenlerle tutuklanmaz.. Çünkü..

Yarım da olsa hâlâ demokrasi var.. Çeyreği kalsa da hâlâ hukuk devleti var..

Merkel krizine gelince.. Kriz siyasi alanda başladı, küçük taşlamalarla ekonomik alana sıçradı.. Toplumsal alana yayıldı, giderek derinleşiyor..

Kalıcı hale geliyor..

Ankara, AB’yle gümrük birliğinin genişletilmesini istiyor..

Merkel taş koydu.. Mümkün olmadığını söyledi..

Türkiye’nin zararına mı?

Hem de nasıl!.

Bununla da kalmadılar, örtülü ambargo uyguluyorlar..

Mesela, demir göndermeye sekte vuruyorlar..

Mesela, AB fonlarında kısıtlamaya gidiyorlar..

Diyecekler ki Avrupa Almanya’dan ibaret değil..

İbaret!..

2008 krizinden bu yana Avrupa’nın tek patronu var; Almanya..

Darbe başarılı olsa Türkiye tıpkı İran gibi olacaktı şimdi Katar gibi oluyor! / Can Ataklı / Korkusuz

Başından söyleyeyim; bu yazı tamamen bir senaryo yazısıdır. Bir bilgiye dayanmamaktadır. Sadece yakın geçmişten örneklemeler yapılarak yazılmış bir “tahmin” yazısıdır. Yazıyı okuduktan sonra kararı bizzat okuyanlar verecektir. 15 Temmuz'da darbe girişimine kim kalkıştı? Fethullah Gülen cemaatine mensup kimi subaylar ve astsubaylar. Cemaatin temel özelliği nedir? Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak, Atatürk devrim ve ilkelerini ortadan kaldırmak ve Türkiye'de dini kurallara dayalı bir devlet kurmak. Cemaat bunu hiç saklamadı. Başta Fetullah Gülen olmak üzere cemaatin bütün önde gelenleri kamuoyunun önüne hep dini söylemlerle geldiler, Atatürk devrimlerine ne kadar karşı olduklarını hiç sakınmadan söylediler, din faktörünü hep en önde tuttular. Ancak bunu yaparken, “demokrasi, hukuk, insan hakları” kavramlarını “içi boş” olsa bile ağızlarından hiç düşürmediler. Bu amaçla asla kendileriyle bir araya gelemeyecek olan eski solcu, liberal, kapitalist hatta ateist herkesle işbirliği yaptılar, onlarla birlik ve dayanışma içinde oldular, kendilerine ne kadar ters söylemlerde bulunsalar bile onları asla incitmediler. Şimdi gelelim 1979'da İran'da yaşananlara. İran'da Şah hüküm sürüyordu. Ülkenin en etkili siyasi gücü TUDEH adlı partiydi. Komünist ağırlıklı olan TUDEH Şah'a karşı müthiş bir muhalefet yapıyordu. Şah ise TUDEH'e karşı çok acımasız davranıyor, insanlar hiçbir hukuka uyulmadan, sudan bahanelerle hapishanelere atılıyor işkencelerden geçiriliyordu. Aynı süreçte Kum kentinde üslenmiş olan Mollalar ortalığa fazla çıkmadan sessiz ama derinden bir mücadele sürdürüyordu. Mollaların en ünlüsü Humeyni idi ve ülke dışında yaşıyordu.

Bir anda TUDEH Mollaları Mollalar ise TUDEH'i keşfetti. İkisi işbirliği yaparlarsa Şah'ı devirebileceklerini anladılar. TUDEH mollaların da katılımıyla özellikle başkent Tahran'da çok büyük sokak gösterileri yaparken, Mollaların temsilcisi Humeyni ise yaşadığı Paris'te dünya medyasının gözdesi olmuştu. Tahran'da komünistler kavga veriyordu ama kapitalist dünya İran'ın yeni devrimcileri olarak Mollaları öne sürüyordu. Sonunda Şah pes etti, ülkeden kaçtı. Şah'ın kaçmasıyla birlikte Humeyni çok büyük bir törenle ülkeye döndü. Bu sırada içinde komünistlerin ve liberallerin ağırlıkta olduğu bir hükümet kuruldu. Dincilerle komünistler bir araya gelmişti, işte demokrasi işte özgürlük buydu. Ama hiç öyle olmadı. Komünistler ve liberaller ülke için çalışırken Mollalar kendi örgütlerini kurdular, Devrim Muhafızları adı altında bir İslam sokak ordusu oluşturuldu. Mollalar hükümetten “dini bazı ayrıcalıklar” istiyor dini kuralların da hukukta geçerli olmasını şart koşuyorlardı. Komünistler ve liberaller “özgürlük ve demokrasi gereği” bunu kabullendi. Sonra bir sabah Devrim Muhafızları bir anda ülkede yönetimi ele geçirdi, ne kadar komünist, liberal yönetici varsa tutuklandı ve hemen asıldı. Devrimin tam birinci yılında İran artık bir şeriat ülkesi haline gelmişti. Sanıyorum Fetullah Gülen ve ekibi aynı yöntemin Türkiye'de geçerli olacağına inandı. O geceki darbe başarıya ulaşsaydı, inanıyorum ki içinde AKP'li liberallerin, soldan bazı isimlerin ve milliyetçi kesimden olanların bulunduğu bir hükümet kurulacaktı. Sonra Fetullah Gülen çok büyük bir törenle Türkiye'ye dönecekti. Hükümetten dini bazı kuralların da geçerli olması istenecekti. İş kıvamına geldiğinde ise tıpkı İran gibi Türkiye'de de bir “İslam devleti” kurulacaktı. Ama başka bir şey oldu. “Din devleti” için ayaklanmaya kalkanlar yine siyasal İslamcıların “Allahuekber” sesleriyle hüsrana uğratıldı. Fetullah Gülen sorununu tasfiye eden zihniyet şimdi ucube bir “başkanlık sistemi” ile bu yolun kapılarını zorlamayı planlıyor. Sonuç olarak cemaat darbesiyle gerçekleşemeyen “din devleti” başka şekilde ama aynen kuruluyor. Cemaat başarsa Türkiye İran'a dönecekti, başaramadı bu sefer Katar'a dönüyoruz.

Avrupa, Türkiye’nin değerini anlamış görünüyor / Fatih Altaylı / Habertürk

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’yla ilişkilerde tutturduğu ton, geliştirdiği tutum, uzun vadede Türkiye’nin çok ama çok lehine sonuçlar verecek.

Sakın “Saçma sapan konuşma” demeyin, okuyun.

Son aylarda çok geziyorum.

Genelde de yurtdışında.

Özellikle de Almanya’da, Fransa’da.

Gazetecilerle, entelektüellerle, sanayicilerle konuşuyorum.

Geçen hafta bir haftalık Fransa gezimde de öğretim üyeleriyle, siyasetçilerle, gazetecilerle, televizyoncularla, sanatçılarla bir aradaydım.

Yaptığım saatler süren masa muhabbetlerinde gördüğüm, farkına vardığım gerçek şu oldu.

İktidarın dış politikaları Türkiye’ye çok büyük fayda sağlayacak.

Elbette bugünden yarına değil.

Konuştuğum herkes, Türkiye’nin AB’den ve modern dünyadan giderek uzaklaştığı görüşünde.

Konuştuğum herkes, Türkiye’nin bugünkü koşulları ile AB üyeliğinin hayal bile edilemeyeceğini kesin bir dille söylüyor.

Ama son dönem dış politikasının şöyle bir faydası olmuş.

Artık AB’de Türkiye’yi yakından bilmeyen, tanımayan hiç kimse yok.

O kadar ki, Montpellier’li bir sanayici, “Bu yıl Başakşehir şampiyon olur; çünkü Cumhurbaşkanı’nıza en yakın takım o” dediği zaman küçük dilimi yutacaktım.

Gördüğüm gerçek şu:

Son dönem dış politikası sayesinde Türkiye’ye burun kıvıran Avrupalıların büyük bölümü, “Yahu bu Türkiye şahane bir ülkeydi, nasıl oldu da böyle oldu” demeye başlamış. 

Geçmişte, “Türkiye’de demokrasi yok” diye eleştiren Avrupalı gazeteciler ve entelektüeller, “Ne güzel bir demokrasiniz vardı. Nasıl oldu da 4-5 yılda bu hale geldiniz” düşüncesine gelmiş.

“Bu kadar Avrupalı bir ülke nasıl oldu da sırtını bu kadar Avrupa’ya döndü”, çok söylenen bir söz haline gelmiş.

Lafın özü, son dönemde olanlar sayesinde Avrupa’nın karar vericileri ya da“krem döla krem”i, Batılı bir Türkiye’nin “önemini ve değerini”kavramış.

Bu nedenle AK Parti iktidarlarının son dönem dış politikasının Türkiye’ye gelecekte çok yararlı olacağına inanıyorum.

O geleceğin zamanına karar verecek olan ise Türkler olacak

Gerçek sorunlarımız! / Güngör Mengi / Vatan

 Türkiye’nin PKK, IŞİD, DHKP-C, FETÖ gibi birçok terör örgütünün tehdidi altında olduğunu biliyoruz, hükümet de bunu sık sık tekrarlıyor.

IŞİD’e karşı koalisyonun başında ABD var ama asıl büyük tehlike altında olan Avrupa ülkeleri ve Türkiye.

Son olarak İspanya Barcelona’da yaptıkları saldırıda 14 kişi hayatını kaybetti, 30’u ağır olmak üzere 130 kişi yaralandı.

Türkiye’de de son haftalarda “saldırı hazırlığında olan DEAŞ militanları” yakalanıyor.

Daha önce bu örgüt hücrelerine yapılan operasyonların arkasından, yakalanan DEAŞ’lılardan bazılarının serbest bırakıldığı haberleri çıktığı için bu konuda toplumda ciddi bir endişe mevcut.

FETÖ’cüler ve PKK

Dün “TSK’da hala kaç FETÖ mensubu asker var” diye sormuştum, aynı gün Diyarbakır merkezli 12 ilde FETÖ’ye yönelik operasyonlarda 16’sı muvazzaf 17 askere gözaltı kararı çıktığı duyuldu.

Demek ki hala asker olanlar arasında FETÖ’cüler temizlenmiş değil ve bu sayının hiç de az olmadığı eski askerler tarafından söyleniyor.

Dün çok önemli bir başka haber verildi. PKK ve onun Suriye kolu PYD kendilerini gizlemek amacıyla ortaya sürdükleri “Suriye Demokratik Güçleri” bünyesinde “Devrimci Kuvvetler” adıyla yeni bir askeri grup kurmuş.

Grubun komutanı “Özellikle son birkaç ayda kuzey Halep’teki köylerimizin birçoğunu Türk güçleri bombaladı ve hala saldırılarını devam ettiriyorlar. ‘İsyancı güçler’ Suriye halkına ellerindeki tüm imkanlarla Suriye’yi savunacaklarının ve Osmanlı kolonicilerini ülkeden atacaklarının sözünü veriyor. Canlarını veren kahramanlarımızın intikamını alacağız” sözleriyle Türkiye’ye tehditler savurmuş.

Bu tehditler öncelikle “Suriye topraklarındaki askerlerimizi” hedef alıyor gibi görünse de, Eylül’de Barzani’nin yapacağı “bağımsızlık referandumu” sonrasında Türkiye içindeki saldırılarını arttıracakları da beklenmeli, önlemler şimdiden her ikisi için alınmalıdır.

Trump, Amerikan devletine karşı! / Candaş Tolga Işık / Posta

Aslına bakarsanız Trump tarzı narsist ve ayarsız bir karakterin hele ki böylesine ihtiraslı bir ailesi varken görev süresini tamamlayamadan başkanlığı bırakmak zorunda kalması kimse için sürpriz değil.

Amerika’da herkesin merak ettiği iki soru var:

1- Bu ne zaman olacak?

2- Trump kendi devrilirken başka kimleri ya da neleri devirecek

Birinci sorunun cevabı belli: Amerikalıların “Establishment” dedikleri yerleşik düzenin sahibi olan ve kim başkan olursa olsun değişmeyen “devlet” -bizdeki tabiriyle “derin devlet”- Trump’a ne kadar daha ömür biçtiyse o kadar daha oturacak o koltukta

İkinci sorunun cevabı ise tam bir muamma.

O körleri yöneten bir deli...

Hiç şüphe yok ki gidişi gelişinden daha gürültülü olacaktır!

Üslup ve esas  / Melih Aşık / Milliyet

'Almanya’daki bütün soydaşlarıma diyorum ki, sakın bir yanlışa düşüp de bunları desteklemeyin. Ne Hıristiyan Demokratları ne SPD’yi ne Yeşilleri. Bunların hepsi Türkiye düşmanıdır.”

Cumhurbaşkanı’nın yukarıdaki sözleri Almanya ile  ilişkilerin tarihin dip noktasına vurduğunun da ilanı oldu. Yukarıdaki çağrıya eski Almanya Büyükelçimiz Onur Öymen ne mi diyor?

- Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözünü ettiği üç partinin seçimlerdeki toplam oyu yüzde 65 dolayında. Geriye Liberal Parti, eski Doğu Almanya’nın komünist partisi olarak kabul edilen Demokratik Sosyal Parti ile ırkçı Almanya için Alternatif Parti (AfB) kalıyor. Seç, beğen, al! Ayrıca şunu unutmayalım ki Almanya’daki seçmen içinde bizimkilerin oy oranı yüzde 2 - 2.5. Yani sonuçları etkilememiz söz konusu değil. Evet, Almanya bize karşı yıllardır haksızlık yapıyor bu doğru ama biz esası bir tarafa bırakıp kişisel konuları tartışma masasına getiriyoruz.