Medya Arkası (21.08.2017)

Medya Arkası (21.08.2017)
Köşe yazarlarının gündeminde Erdoğan'ın Hükümet'e yakın yazarlara yönelik eleştirisi ve 'Metal yorgunluğu' tartışması vardı. İşte günün öne çıkan yazıları:

15 Temmuz kendi kahramanlarını mı yemeye başladı? / Ahmet Hakan / Hürriyet

15 Temmuz’da “Fetullahçı çete”yi durduran kahramanların en başında geliyordu Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın başındaki Zekai Aksakallı Paşa...

Zekai Paşa bir aslan kesilmişti 15 Temmuz’da...

- Darbeciler kendisini teslim almaya geldiğinde sonuna kadar savaşmıştı.

- Eşi yaralandığı halde teslim olmamıştı.

- İşgal altındaki Özel Kuvvetler’i kurtarmak için ulaşabildiği silah arkadaşlarıyla birlikte işgalcilerle çatışmaya girmişti.

- Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı FETÖ çetesinin elinden almayı başarmıştı.

- Televizyon kanallarına bağlanıp halka güven vermişti.

- Darbecilerin yakalanması, komutanların kurtarılması operasyonlarını koordine etmişti.

Kısacası Zekai Paşa...

Korkusuz, cesur, kararlı, çetecilere meydan vermeyen kahraman bir Türk subayı olarak bir anıt gibi yükselmişti.

İşitiyoruz ki...

Küskünmüş, kırgınmış Zekai Paşa... Özel Kuvvetler’in başından alınmış... İstifa falan söz konusuymuş.

Vay arkadaş!

Bir kere de bir devrim kendi kahramanlarını yemesin yahu!

'Reis' Reisçileri fena haşladı / Mehmet Tezkan / Milliyet

Muhafazakar medyada yollar ayrıldı..

İktidarcı medya demek daha doğru..

Bir ara kol kola, omuz omuza yürüyorlardı..

Davutoğlu operasyonundan sonra aralarına kara kedi girdi..
 

Aslında ayrışma çok önceden başlamıştı ama iktidar zarar görür diye ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ politikası izlemişlerdi.. Kan kusmuşlar kızılca şerbet içmişlerdi..

Anayasa değişikliği ayrışmayı ortaya çıkardı.. Bir grup, yeni rejimin sakıncalarını dile getirdi..

Eleştirdi.. Öteki grup, eleştirenleri hainlikle suçladı.. Gizli hayırcı olmakla itham etti..

Yeni rejimciler, eski arkadaşlarına her gün verip veriştirmeye başladı..

İktidara mesafeli durmaya başlayan muhafazakarlar da onlara ‘Reisçi’ damgası vurdu.. O grup, o yazarlar..

İktidarı eleştirenlere hakaret etmekle kalmadı ‘Reis’ adına ahkam kestiler..

Muhafazakar yazarların dışlanan kesimi de onları tetikçilikle suçladı.. Mesela Etyen Mahçupyan dün ‘cehaletin melekleri’ başlıklı yazısında şu satırları kaleme aldı:

‘Profesyonel reisçiler bu işleri, kendilerine biçtikleri kariyeri iyi bilirler. Tetikçilikten, birbirlerine yaranmak için etrafa saldırmaktan, bile bile yanlışı savunmaktan, üst katlara övgü yarışına girmekten gocunmazlar.’

Kavganın dozajı giderek arttı..  Tetikçi, Reisçi..

Hain, işbirlikçi..

Suçlamaları havalarda uçuşurken Cumhurbaşkanı dün devreye girdi..

- Bazı yazarlar benim üzerimden racon kesiyor. Kimse benim adıma racon kesmesin..

- Racon kesilecekse ben keserim.

- Reis böyle düşünüyor diye yazanlara asla itibar etmeyin.

- Şu köşe yazarı şöyle yazmış, Cumhurbaşkanı ile dostluğu varmış hiçbirisi beni bağlamaz.

- Ben zaten konuşuyorum ya..

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylık formülü / Abdülkadir Selvi / Hürriyet

Bu arada Kılıçdaroğlu, “Bir parti genel başkanı Cumhurbaşkanlığına aday olmamalı” görüşünü koruyor. Peki bu durumda Kılıçdaroğlu nasıl aday olacak? Cumhurbaşkanı adayı olmak üzere CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa edecek mi? Kılıçdaroğlu’nun çevresiyle bu formülü konuştum. Şunları söylediler.

1- Cumhurbaşkanlığı seçimine 2 yıl kala kendimizi bağlamak istemiyoruz.

2- Cumhurbaşkanı adayını belirlemede ‘Hayır bileşenleri’nin tavrı belirleyici olacak.

3- İlk tura her parti kendi adayıyla girecek. Hedef ilk turda Erdoğan’ı seçtirmemek. İkinci tura kaldığında Erdoğan karşısında aday için uzlaşma aranacak.

4- Hayır bileşenleri, Erdoğan’ı örnek gösterip Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olarak aday olmasında sakınca yoktur derlerse,bu durum Kemal Bey’in çekincesini ortadan kaldırır.

5- Hayır bileşenleri istifa etmesini isterse Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa edip, cumhurbaşkanı adayı olabilir.

Kılıçdaroğlu’nun aday olmak için gerekirse genel başkanlıktan istifa edebileceğinin tartışılıyor olması yeni bir gelişme olduğu için paylaşmak istedim.

Bu arada Erdoğan, karşısına aday olarak çıkması için Kılıçdaroğlu’nu tahrik ediyor. Neden acaba?

Baykal doğru söylüyor kepaze olunurdu / Can Ataklı / Korkusuz

2002 yılından beri tartışılan konudur; CHP Erdoğan’ın yasağını neden kaldırdı? Daha doğrusu CHP de denmiyor genellikle “Baykal bunu neden yaptı?” diye soruluyor.
2002 seçimlerinde AKP yüzde 34 oy almıştı. CHP yüzde 20’de kalırken diğer tüm partiler yüzde 10 barajını aşamamıştı. Böyle olunca da birinci olan AKP yüzde 34’lük oyuna rağmen Meclis’t§e yüzde 60’ın üzerinde temsil gücü bularak tek başına iktidar olmuştu.
Buna karşı partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan “yasaklı” olduğu için milletvekili seçilme hakkına kavuşamamıştı. Ortada çok garip bir durum vardı sonuçta; Bir parti Meclis’te yüzde 60’lık bir üstünlükle tek başına iktidar olduğu halde genel başkanı dışarıda kalmıştı.
Bu garabeti gidermek için CHP ile AKP anlaştı ve Erdoğan’ın yasaklı olmasını sağlayan anayasa maddesi değiştirildi. Böylelikle sadece Erdoğan değil o ana kadar durumu Erdoğan’la aynı olan ve gelecekte de bu duruma düşecek bütün siyasiler kurtulmuş oldu.
Zaman içinde AKP daha da güçlenip Erdoğan için de “diktatör mü oluyor” kuşkuları dile getirilmeye başlanınca pek çok CHP’li “Baykal zamanında Erdoğan’a geçit vermese şimdi bunlar olmazdı” demeye başlamıştı.
Baykal’ın o zamanki iradesini ilk günden beri destekleyen biriyim. Nedeni ne olursa olsun seçim kazanmış bir siyasi partinin genel başkanını zorlama kanun maddeleriyle yasaklı yapamazsınız. O siyasi parti birinci çıkıyorsa seçimlerden, bunda liderinin de payı çok büyüktür. Demokratik bir ülkede zaten “siyaset yasağı” diye bir kavram olmaz. Bir de seçim kazanmış partiye bunu uygulamak demokrasiye de ihanettir.
Şimdi yıllar sonra Baykal 2002’lerden bu yana kendisine yönelik yapılan eleştirilere ilk kez derli toplu ve sert bir cevap verdi. “O gün bu kararı almasaydık kepaze olurduk” dedi.

 İşgal mi? / Rauf Tamer / Posta

Aklıselim sahibi bir Dışişleri Bakanı’dır Alman Sigmar Gabriel.

Fakat o bile konu Türkiye olunca, kantarın topuzunu kaçırıyor.

Gerçi Ankara’nın üslubu da çok sert...

Tamam da, bu mudur karşılığı?

- “Türkiye’yi işgal edecek değiliz.”

Yani bize kıyak yapıyor.

Kuzum Gabriel Paşa! Bu Almanya, her kızdığı ülkeyi işgal mi eder? Ne zamandan beri bu âdet?

Bereket bize ayrıcalık tanıyor:

- Türkiye’yi işgal edecek değiliz.

- Ya ne yapacaksınız?

- Diplomatik ve ekonomik araçları kullanacağız.

Hem de Almanya’nın resmi devlet politikası’ymış, bu...

Yani seçim malzemesi değil...

Devlet politikası...

Düşman ilan etmek, başka nasıl olur?

Bereket işgal yok.

Ya ne var?

AB ülkelerine de Türkiye’ye karşı aynı tavrı almaları için açık çağrı var.

Sahi büyük oyun neydi / Mete Yarar / Karar

15 Temmuz öncesinde, - FETÖ’nün bütün faaliyetleri deşifre olmuş muydu?

- Terör örgütlerinin eylemleri neden engellenemiyordu?

- Uluslararası anlamda yaşanacak krizlere neden önceden tedbir alınamadı?

Sorular yerindeydi ve izaha muhtaçtı.

Bu soruların cevaplarını 15 Temmuz sonrasında hepimiz izleyerek öğrendik. En kritik noktalardaki bazı kişilerin aslında devlete hiç çalışmadıklarını gördük.

İstihbarat çalışmasını yapacak veya önleyici tedbirler alacak kişilerin bu görevlerini bırakın layıkıyla yapmayı örgütlerle işbirliği içine girdiği mahkeme kayıtlarına girdi.

Bu derin konuyu tartışırken yaptığımız en önemli hatalardan biri de, İstihbarat faaliyetlerini yalnızca bir kurumun yaptığını ve onun şekillendirdiğini düşünmektir. İstihbaratın tek merkezde toplanmasıyla ilgili çalışmalar yapılıyor. Ancak bunun gerçekleştiğini söylemek oldukça iddialı bir söylem olur.

Çünkü istihbarat faaliyetleri basit anlamda cari (anlık) ve stratejik  istihbarat olarak ikiye ayrılır. Cari istihbarat faaliyetlerini farklı merkezlerden yürütüp tek bir havuzda toplayarak başarıya ulaşabilirsiniz. Stratejik istihbaratta ise yalnız olamazsınız. Devletin bütün istihbarat kurumlarıyla ortak hareket etmek zorundasınızdır. Peki bu nasıl olacak? Elbette siyasi otoritenin size bir gelecek vizyonu çizmesi ve direktif vermesi ile...

Türkiye’nin anlık istihbaratta başarısızlığının sebeplerini üç ana başlıkta toplamak gerekir;

Birincisi , istihbarat faaliyetini icra edecek kişilerin bazıları terör örgütü üyesiydi.

İkincisi , kurumlar arası çekişme sonucunda meydana gelen körlük.

ve son olarak da bilgilerin istihbarata dönüştüğü noktadaki tecrübe eksikliği.

‘Metal yorgunluğu’ ne anlama geliyor? / Ömer Dinçer / Habertürk

Herkes, AK Parti’nin toplumla kurmuş olduğu bağın görece zayıfladığının farkında. Halbuki Cumhurbaşkanlığı sisteminden sonra bu bağın daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla Sayın Erdoğan, birçok vesile ile gerçekleştirdiği konuşmalarda yorgunluk ve yenilenme üzerine vurgu yapıyor. Ancak Trabzon’da (8 Ağustos 2017) halka hitaben yaptığı konuşmada, soruna farklı bir boyut getirdi:

“Kimse gücenmesin, kırılmasın. Bu değişmesi gerekenleri kusura bakmayın değiştirmek durumundayız. İlimizin Ömer’lerini bulacağız ve Ömer’lerle teşkilatları kuracağız. Yeni listeler açıklandığı zaman halk ‘Bu hırsızı nereden buldun?’ dememelidir” dedi.

Bu son söylenenlerden, kastedilenin fiziki bir yorgunluktan ibaret olmadığı anlaşılıyor.

Tam bu noktada sorunun sadece teşkilatlarda olamayacağı vurgulanmalıdır. Sağlam bir teşhisle tanımlanmayan o sorun neyse, belki de en az payı olan unsurun teşkilatlar olacağı belirtilmelidir.

“Metal yorgunluğu” kavramı parti içindeki güç ve çıkar mücadelelerini de kapsıyorsa, sorun sadece bu tür insanların değiştirilmesiyle çözülemez. Çünkü bu sorun, misyon eksikliği ve dava ruhunun kaybolmasıyla ortaya çıkar. Misyon eksikliğinin giderilmesi için partinin yola çıkarken kabul ettiği temel siyasi ve sosyal ilkeleri tekrar hatırlaması ve bu doğrultuda yeni hedefler oluşturması gerekir. Dava ruhu ise bütünüyle ahlaki bir tavır alışla ilgilidir.

Gerçekte AK Parti herkesi kucaklayan dilini, birlik ve beraberlik ruhunu, merkeziyetçi ve buyurgan devlet karşı- sında reformcu kimliğini unuttukça yoruluyor.