Medya Arkası (23 Temmuz 2016)

Medya Arkası (23 Temmuz 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde darbe sonrası alınan OHAL kararı, kalkışılan darbe girişiminde yetrsiz olan istihbarat ve ekonomik sorunlar vardı.

Erken YAŞ’ın nedeni / Serpil Çevikcan / Milliyet

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la, Ankara’ya geldikten sonra dün ilk kez bir araya gelme olanağı buldum.

Erdoğan, TBMM’ye yaptığı “geçmiş olsun” ziyareti sırasında, bizim “geçmiş olsun” dileklerimizi kabul etti.

Yaşadığı sürece karşın enerjik ve çok moralli görünüyordu. “Size de geçmiş olsun” dedi.

Bu sırada yanında olan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “basın da iyi direndi” sözleriyle keyiflendi.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı kabulünün ardından Meclis’e gelmişti. Haliyle o konu soruldu. “Şimdi onu karıştırmayın” demekle yetindi.

“15 Temmuz darbe girişiminin ardından sistem zaafları bütünüyle açığa çıkan devlet, onarım sürecinde.

İki aşamalı bu sürecin her iki ayağı da birbirinden zorlu.

Bir biçimde kendini açığa vuranlara karşı önlem hemen alınabiliyor ancak tamamını deşifre etmek için ince bir çalışma yürütülüyor.

Bütünüyle meşru bu operasyonların insan hakları ve adil yargılanma ilkelerine uygun yürütülmesi ve bunun dünyaya aktarılması da mücadelenin bir başka boyutu.

Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi, tüm bunlar aynı zamanda büyük bir şans.

Genelkurmay ısrarlı

Yürütülen soruşturmalar darbe gecesinde yaşanan ayrıntılara odaklanmış durumda.

Soruların yoğunlaştığı noktalar var. Bunların başında da Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın neden zamanında haberdar edilmediği, Genelkurmay Başkanlığı’na darbe istihbaratının verilip verilmediği, verildiyse neden darbe girişiminin engellenmediği geliyor.

Genelkurmay karargahında, gelen istihbaratların tüm boyutlarıyla değerlendirildiği görüşü hakim.

MİT’e yapılan ihbarın Kara Havacılık Okulu’ndan helikopter kaldırılacağına dair FETÖ’cü bir subayın ifadesinden ibaret olduğu ifade ediliyor.

Kara Havacılık Okulu’ndaki hareketliliğin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar’ın gönderdiği isimlerin dönmesinden hemen sonra başladığı, Kara Havacılık Komutanı Tuğgeneral Hakan Atınç’ın darbeci askerlerce rehin alındığı ve bu gelişmelerden haberdar olunamadığına işaret ediliyor.

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın hiçbir somut istihbarat olmadığı için İstanbul’daki düğüne katıldığı, gelişmeleri öğrenir öğrenmez havadaki uçakları indirmek için emir üzerine emir verdiği, rehin alınana kadar kısa süre içerisinde bulunduğu noktadan kontrolü sağlamaya çalıştığı vurgulanıyor.

Havalanır havalanmaz özel harekat polislerini vuran, alçak uçuşla korku salmaya çalışan uçaklara, sokağa çıkan tanklara karşı bir şey yapılmasının mümkün olmadığı, darbeci askerlerin zaten o esnada Akar ve komutanları rehin aldığına ısrarla dikkat çekiliyor.

 

***


Hep birlikte istifa etsinler!.. / Mehmet Türker / Sözcü


İktidar bugüne kadar meydana gelen hiçbir olayda istihbarat zafiyeti olduğunu kabul etmedi…
Yüzlerce insan PKK veya IŞİD terör saldırılarında hayatını kaybetti…
En son Atatürk Havalimanı saldırısında soruldu, “İstihbarat zafiyeti yok” dediler…
Ama darbe girişiminde Recep Bey açıkladı:
“İstihbarat zafiyeti var”


Bundan daha feci ne olabilirdi?..
Ülkenin Cumhurbaşkanı derdest edilecek ya da öldürülecek, Türkiye'nin yönetimi eli kanlı darbecilerin eline geçecek…
79 milyonun geleceğini gözü dönmüş Fethullahçı darbeciler tayin edecek…
Türkiye'nin kaderi emekli vaiz Fethullah'ın elinde olacaktı…
İstihbarat teşkilatları resmen uyumuş veya Fethullahçılar MİT, polis istihbarat, jandarma istihbarat, Genelkurmay istihbaratın içine sızmış…
Yani Türkiye boşlukta kalmış!..


Bir değil, beş-on değil, yüzlerce subay ve general Fethullahçılar tarafından yetiştirilmiş…
Kuleli veya Bursa Işıklar Askeri lisesinden itibaren general oluncaya kadar Fethullah organizasyonu içinde olmuşlar…
General olmuş, Fethullahçı abisinden emir alıyor…
Biz de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu albaylarına, bu generallerine güveniyoruz…


Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan'ın itirafları dehşet verici, orduyu neredeyse ele geçirmişler…
Levent Türkkan da askeri liseden itibaren Fethullahçıların çocuğu…
Fethullahçılardan emir alıyor, Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel'i dinlemek için odasına böcek koyduğunu anlatıyor, kanlı darbe gecesi de emir subayı olduğu Hulusi Akar'ı enterne ediyor…


Güvenecek dalımız kalmamış…
Recep Bey “istihbarat zafiyeti var” dedikten sonra bütün sorumluların hep birlikte derhal istifa etmeleri gerekir…
Ülkenin Cumhurbaşkanı istihbarat servislerine ulaşamıyor, olayı eniştesinden öğreniyor…
Ülkenin Başbakanı gece 23.00'e kadar kimseyle irtibat kuramıyor darbe teşebbüsünü o da eş, dosttan öğreniyor……
MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Recep Bey'i veya Binali Yıldırım'ı aramıyor, güvenliklerini sağlamak için harekete geçmiyor…
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları derdest ediliyor, ülke bir boşluğa düşüyor…
Halk da sokağa çıkmasa, Türkiye darbecilerin eline geçecek!..

Sonuç olarak…
MİT Müsteşarı…
Genelkurmay Başkanı…
Genelkurmay 2. Başkanı…
Kara, Deniz, Hava, Jandarma komutanlarının hep birlikte derhal istifa etmeleri gerekirdi…
“Asker ve MİT başsız kalmasın” diye bugüne kadar istifa
etmedilerse…
15 Temmuz gecesi o kurumlar zaten başsızdı!..

 

***

 

Ben o gece MİT Basın Müşaviri'ni de anlamadım / Ertuğrul Özkök / Hürriyet


O gecenin filmini geri sarıyorum.
 
Başbakan Binali Yıldırım “Bu bir kalkışmadır” açıklamasını yapmış.
Televizyonlar durmadan bu cümleyi altyazı olarak geçiyor.
Biraz sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkmış, “Ben buradayım ve direneceğim” diyor.
Her ikisi birden insanları sokaklara çağırıyorlar.
İşte tam o sırada MİT Basın Müşaviri’nin bir açıklaması geliyor:
 
“Darbe girişimi püskürtülmüştür...”
Saatler boyunca bu iki cümle yan yana altyazı olarak geçiyor.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan “Tehlike devam ediyor. Haydi sokağa” diyor...
MİT Basın Müşaviri ise “Darbe püskürtülmüştür” açıklamasını yapıyor...
Üstelik müşavir, aynı dakikalarda gazetecilerle konuşurken, arkasından MİT’e saldıranların ateş sesleri geliyor.
Ben o gece MİT muammasını hâlâ çözebilmiş değilim.
O nedenle MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın açıklamasını büyük bir merakla bekliyorum.
 
HEPİMİZİ FETULLAH GÜLEN’LE KİM TANIŞTIRDI
 
FETULLAH Gülen’le el sıkışan ilk muhafazakâr, seçilmiş lider rahmetli Turgut Özal’dı...
Sosyal demokratları tanıştıran ise rahmetli Bülent Ecevit oldu...
O günlerde birçok insan bu ilişkiye şaşırmıştı...
 
Dün bir yakınım sordu:
“Ecevit niye Gülen’le böyle açık bir ilişkiye girdi?”
 
Arkasından şu ilginç yorumu yaptı:
“Çünkü inançlı insanlara karşı olmadığını göstermek istiyordu...”
Bu cümleye çok takıldım.
 
Bizler... İster seküler olalım, ister muhafazakâr...
Ne olduğumuzu karşı tarafa ille de ispat etmek zorunda mıyız...
Ben dindarlara, muhafazakârlara, “Bakın ben size karşı değilim” duygusunu ispat etmeye...
 
Muhafazakâr bir insanın bana “Bakın ben sizin hayat tarzınıza müda-hale etmeye karşıyım” duygusunu ispatlamaya...
Mecburiyeti var mı...

Öyle büyük yanlışlıklardan, öyle büyük çatışmalardan geçtik ki... Galiba var ama...
Bilelim ki bu duygular hepimizi “kimlik siyaseti” yapmaya zorluyor.
 
Bilelim ki, kimlik siyaseti 15 Temmuz Cuma gecesi duvara çarpmıştır...
Ve hepimizi enkaza çevirmiştir.
 
ERDOĞAN, GÜLEN’LE İLK ÇATIŞMAYI NE ZAMAN YAPTI
 
NE zaman ve kimin yüzünden yaptı...
Oslo zabıtlarının ortaya çıkmasından sonra Erdoğan ile Fetullah Gülen arasındaki ilk çatışma MİT Müsteşarı Hakan Fidan yüzünden çıktı.
Gülen’e sadık polis, savcı ve hâkimler MİT Müsteşarı’nın ifadesini almaya kalktılar.
Büyük bir ihtimalle de gözaltına alacaklardı.
Bunu kim engelledi...
Erdoğan...
O yüzden eminim, düş kırıklığı çok büyüktür...
 

DÜŞÜNÜN YA 17- 25 ARALIK OLMASAYDI NELER OLURDU
 
17-25 Aralık’taki o olay patlamasaydı...
Polisin içindeki, yargının içindeki bu yapılanma bir ölçüde de olsa temizlenmeseydi ne olurdu...
Söyleyeyim.
Cuma gecesi köprü üzerinde darbeci polisle darbeci askeri kol kola görürdük...
Kan gövdeyi götürmüş olurdu. Ve bu iş bitmiş olurdu...
Bugün hiçbirimiz de oturduğumuz koltukta oturamaz, başımız gövdemizin üzerinde duramazdı.

 


***

 

Darbeciler kilit noktalara nasıl geldi? / Tunca Bengin / Milliyet


Darbe girişi-minden sonra gördük ki sızdı denilen paralel yapı TSK’yı kanser gibi sarmış. Ağırlıklı olarak hava ve jandarma olmak üzere her unsurda var, hatta bir numaranın en yakınındaki isim bile hain çıktı. Bunu çok sinsiydiler, atlanmış ya da YAŞ’ta neşter vuracaktık gibi gerekçelerle geçiştirmek mümkün mü? Değil, çünkü Ergenekon, Balyoz, Casusluk kumpaslarıyla TSK’nın kimyasını bozan paralel yapı, iffet suçlamalarıyla da binlerce “gerçek” askeri hiçbir hak, hukuk gözetmeksizin ordudan atarak varlığını ve amacını fazlasıyla hissettirmişti. Bunun en çarpıcı örneği de bugün darbe girişiminin merkez üssü olarak görülen Hava Kuvvetleri’nde yaşanmıştı. Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı’nca 2012-2013’te yürütülen sorgulamalarda pilot ve çok kritik görevlerdeki subay, astsubaylar “Birlikte görev yaptığınız bayanlarla ilişki yaşayıp yaşamadığınızı anlatınız, (...)’nın eşi hakkında bildiklerinizi anlatınız. Evlendikten sonraki süreçte yaşadığınız diğer ilişkiler var mı, bugüne kadar eşcinsel şahıslarla ilişki yaşayıp yaşamadığınızı, aynı ortamda bulunup bulunmadığınızı söyleyiniz” gibi garip sorulara muhatap kalmış, delil olarak da facebook, msn, twitter’dan görüntü ve mesajlar öne sürülmüştü. Ardından da tazminatsız TSK’dan atılmışlardı.

Sorgudaki yüzbaşı

Bizde bu askerlerden bazılarıyla görüşmüş ve paralel yapının bu kumpasını Ocak 2013’ten başlayarak defalarca gündeme getirmiştik. TSK personeli aleyhine yayın yapan sitelerde her birlik, komutan ya da asker hakkında suçlamalar, görüntüler yayınlanıyor, soruşturmalarda da bunlara itibar ediliyordu. Örneğin, 7 Kasım 2012’de TSK ile ilişiği kesilen istihbaratçı yüzbaşı B. B. sorguda yaşadıklarını şöyle anlatmıştı:
“Power point sunumları bilirsiniz. Facebook’tan alınmış, ikisi benim, biri eşimin fotoğrafı gösterildi. Altında da büyük harflere ‘B.B. yüzbaşı eşini aldatıyor’ yazılıydı. Sonra bazı kadın isimleri ve fotoğraflar çıktı. Tek tek kim diye soruldu. 20 yıl önceki kız arkadaşlarımın yanı sıra hiç tanımadığım, görmediğim isimler bile vardı. Hepsi sivildi, asker oldu mu diğer tarafı da çağırıyorlar.
Sonra internet sitesinden alınma bir görüntü izlettirildi. Çıplak tek bir erkek ve kafası yok. Orduyu çağrıştıran (rütbe, üniforma) bir durum da söz konusu değil. Reddettikçe sensin diye diretiyorlar. 2010 yılında aynı görüntü ve iddialar nedeniyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuştum. Birliğimin de haberi vardı. Bunları söyledim ama yine de ikna edemedim.
Ardından evliliğimle ilgili sorular başladı. ‘Eşimle aramda sorun var mı? Eski kız arkadaşlarımla görüşüyor muyum? Ailece görüştüğümüz devre arkadaşlarımızın evliliği nasıl gidiyor, aralarında problem var mı? Onlarla birlikte tatile gittik mi, birlikte fotoğraflarımız var mı?’ ya kadar uzandı...”

Meclis de biliyordu

Tüm bunlar o günlerde CHP’li eski Konya Milletvekili Atilla Kart tarafından somut belgeleriyle TBMM’ye de taşındı ancak sonuç değişmedi. Yani hem atılmalar hem de yerlerine cemaatçilerin getirilme operasyonu devam etti. Nasılını ve niyesini de dün konuştuğumuz Kart’tan dinledik:     
“Hava Kuvvetleri’ndeki etnik kökenler, mezhepler ve özel hayatlar üzerinden yapılan haksız soruşturmaları tasfiyeleri, fişlemeleri 13 Şubat 2013 tarihinden itibaren onlarca soru önergesi ve basın toplantısıyla dile getirdim. TSK’dan önce ses çıkmadı ancak konuyu ısrarla gündemde tutmam ve Cumhurbaşkanı’na doğrudan yazılı olarak başvurmam üzerine Nisan 2014’te Genelkurmay Adli Müşavirliği beni karargâha davet etti. Gittim, bir havacı general ve 6 subayın bulunduğu ortamda bana iki saat boyunca brifing verdiler. İçinde ‘dehşet iddialar ve ahlak dışı ilişkiler var’ diyerek incelemem için önüme dosyalar koydular. Hâkim ya da savcı olmadığımı belirterek, ‘Neden bu soruşturmaları disiplin kurulları yerine istihbarat birimi yapıyor ve kirli bilgileri kullanarak insanları itibarsızlaştırıyorsunuz?’ diye sordum. Hiçbir yanıt verilmedi, aksine, hukuka uygun olduğu savunuldu.”
Peki, bu işlemlerin doğru olduğunu ısrarla savunan kadroda kimler vardı?
Kart’ın yanıtı ülkedeki görüntüye ışık tutacak nitelikteydi:
Hava generalini hatırlamıyorum ama bugün yaşananların asli faillerinden, yani darbe planlayıcılarından olduğu iddiasıyla tutuklanan eski Genelkurmay Adli Müşaviri Hâkim Albay Muharrem Köse oradaydı...

 

***

 

Kanlı düğün!.. / Ergün Diler / Takvim


Darbe girişimini gazeteden çıktıktan 5-10 dakika sonra öğrendim. Israrla çalan telefonu açtım.
Karşımda sevdiğim dostum vardı. İlk kez duyduğum ses tonuyla "Neler oluyor Allah aşkına!" dedi.
Gazeteden çıkarken hiçbir şey yoktu.
"Hayırdır" diye cevap verdim. Derin bir nefes aldı ve devam etti:
"Askerler Beylerbeyi'nde polisleri yere yatırıp silahlarını almışlar.
Galiba DARBENİN eşiğindeyiz..." DÜĞÜN MEVSİMİ!
Hemen gazeteyi aradım.
Sonra da kendi kaynaklarıma ulaştım. Evet, gerçekten çok önemli bir virajdan geçiyorduk.
Ama ANLAMAM gerekiyordu!
Kim ne yapıyordu? Çözmem şarttı! Hemen yakınlardaki bir arkadaşımı aradım. Evdeydi. Ona yöneldim. Televizyonların başına geçtim. DARBEYİ anlamaya çalıştım. Çok uzun sürmedi.
Bildiri okunduktan hemen sonra DARBENİN arkasındakileri görmüştüm. Kimin nerede olduğu belliydi. Millet bilmiyordu sadece...
Ama anlaşılacaktı. Sadece zaman gerekiyordu...
İlk tespitim NATO darbesi olduğu şeklindeydi. Çok ortadaydı.
İlerleyen saatlerde AMERİKANİNGİLİZ ortaklığını gördüm.
Daha erken ama göreceksiniz İSTANBUL'DAKİ PATRONLAR ve verdikleri destek gündeme gelecek.
Çok önemli patronlar, bilinen isimler PERDE ARKASINDA!
Para olmadan DARBE mi olur!
Olmaz!
Zaten bunun için de gerekli toplantıları çok özel bir şekilde yapmışlar... Darbenin içinde olanlar, umudunu Erdoğan sonrasına bağlayanların bazıları şimdi GAZETE REKLAMLARINDA!
Gülüyorum... Not alın! İstanbul'daki önemli isimler bu işin arkasında!
SERMAYE OLARAK! Çok ayrıntıya girmek istemiyorum. Ama özel olarak seçilen çok insan gidip PATRONLARLA cemaatin yaptığı gibi BİRE BİR GÖRÜŞTÜ! HÜCRE HÜCRE yani...
Peki darbeye soyunan askerler ve patronlar işlem tamamlanınca HÜKÜMETİ bir YÜZBAŞIYA mı verecekti? Elbette HAYIR.
Bir SİYASET AYAĞI ŞARTTI!
Bu da vardı. Hem içinde, hem arkasında! Başından beri hem de! Burası OSMANLI, oyun bitmezdi! Çok kişi Erdoğan sonrası dönem için kenetlenmişti. Uçaklar boşuna havalanmadı yani! Tanklar kendiliğinden köprüye çıkmadı yani!
Devam...
Paralel Yapı'nın özel ismi ADİL ÖKSÜZ bir komutan gibi darbenin lideriydi. Herkes bunu biliyordu!
Tıpkı 1971 DARBESİNDE olduğu gibi KARANLIK SAATLERDE büyük pazarlık oldu. ÖKSÜZ neyin karşılığı serbest kaldı. Neden göz yumuldu! Kim kaçmasına onay verdi?
Bilmiyoruz. Ama o yakalanmasaydı, ele geçirilmeseydi İŞLER ÇOK AMA ÇOK KARIŞACAKTI. Belki elde olduğu için ERDOĞAN'IN UÇAĞI VURULMADI! Belki de elde olduğu için Erdoğan İstanbul'a inebildi! Bilmiyorum. Kimin ele geçirdiğini de bilmiyorum. Ama biri hesapları bozdu! Zaten Adil Öksüz yakalandığında "Arsa bakmaya geldim!" diyordu! Akıncılar Hava Üssü'nde arsa! Şaka gibi değil mi? Değil ama! Hatırlayın malum yapının önemli isimlerinden Süleyman Hamit Müftigil ne diyordu?
"Kimsenin görüşemeyeceği o isimle tam üç kez görüştüm. Oteli bize veriyorlar..." diyordu!
OTEL TÜRKİYE!
Operasyon kaldığı yerden devam ediyor. Çok büyük güçlere karşı savaşıyoruz. "Karşımızda sadece bir PARALEL YAPI var!" diye düşünmeyin. Arkasındaki güçler ve içeride İTTİFAK yapanlar çok önemli... Aradaki ittifak hala canlı.
Medyayı dikkatle izleyen biri çok rahatlıkla bunu görebilir.
Devam...
Darbe girişimini dünyada çarpıtarak kim verdi? Pentagon nereden izledi?
NBC'den! Amerikalılar'ı izlediğiniz zaman OPERASYONUN amacı Erdoğan'ı yakalayıp jet hızıyla hakim karşısına çıkarmaktı!
Neden mi?
Dönün geriye...
Mart'ın sonunda CIA, İstanbul'da büyük bir operasyon yaptı. Yakın dönemin kilit ismi RIZA SARRAF'ı buradan alıp götürdü. Yakaladı.
Elinde tuttu. Ve mahkemeye çıksa da en uzun duruşma 5 dakika sürdü!
Sarraf'ı kaçıranlar DARBEYİ PLANLIYORDU! Onun bire bin katarak anlatacaklarını burada Erdoğan'ın önüne getireceklerdi. O abartacak, atacak, saçmalayacak, Erdoğan burada hesap verecekti!
OPERASYON buydu!
Çünkü NATO'nun en güçlü olduğu ülke TÜRKİYE'ydi!
Ve burada Paralel Yapı ile iş dünyasının, medyanın, askerin işbirliği hiç sürpriz sayılmazdı...
NATO konu olunca kurulacak plana ŞEYTAN bile şaşıp kalırdı!
Şuna bir bakın!
Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal: Muharip Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver'in kızının İstanbul Moda Deniz Kulübü'ndeki düğününde...
Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu: Bir yakınının düğünü için Marmaris'te.
Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi: Sakarya Hendek'te düğünde (nikah şahidi).
Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı: Gazi Orduevi'nde düğünde...
Bu kadar mı, değil!..

 

***


Ekonomiye dış tezgâh / Güneri Cıvaoğlu / Milliyet


TV ekranında daha önce görmeye alıştığımız “ekran yüzlerinden” biri değil.
Tane tane, net ve kısa cümlelerle konuşuyordu.
Ekonomiyle hiç ilgisi olmayan sıradan bir yurttaşın bile rahatlıkla anlayacağı dille anlatıyordu.

Konusu “ülkelerin ekonomilerine not veren uluslararası reyting kuruluşunun, darbe girişiminden sonra Türkiye raporuydu, Türkiye’nin notunu düşürmesiydi.”
“Kim bu zat?” diye merakım tırmanıştayken ekranda “Adnan Bali - İş Bankası Genel Müdürü” yazısı göründü.
Rahatladım.
Atatürk’ün kurduğu ve geleneklerini en sağlam ve saygın biçimde yüzyıla yakın süredir günümüze kadar getiren İş Bankası’nı içimden alkışladım.
Siyaseti bünyesine sokmamış (*) siyasi aidiyetler, eş dost akraba kayırmalarından hep uzak kalmış sadece liyakate odaklı, hiyerarşik yapısı sağlam İş Bankası şu alacakaranlık günlerde de ağırlığını koyuyordu.

Genel Müdür Bali önce “reyting kuruluşu raporunun ekonomiden çok siyasi olduğuna” işaret etti.
Reyting kuruluşlarının raporlarında hiç olmaması gereken “siyasetle, darbe girişimiyle” ilgili satırları örnek verdi.
Sonra raporda yer alan “ekonomi kırılganlığı” iddiasına ve “döviz durumunda yüksek borç” ifadesine geçti.
Belirtilen borcun en az 50 milyar dolarının “yükümlülük” olduğunu söyledi.
“Bunlar Türkiye bankacılık sistemine güvenerek döviz hesabı açtıranların parasıdır” dedi.
Geri kalanında “kısa vadeli” ve “uzun vadeli” ayırımını yaptı.
“Rezerv rakamlarımızı” okudu.
Sonuç...
“Türkiye’nin ekonomik notunu düşürmenin ve yatırım yapılamaz ülkeler arasına koymanın” ekonomik verilerle mümkün olmadığı, Adnan Bali’nin gerçekçi ve akılcı tahliliyle apaçık görünmekte.
Elbette ciddi bir darbe girişimini atlatan devletin her biriminde sarsıntılar yaşayan Türkiye’de her şey “gül gülistan” değil.
Ama...
Bu reyting kuruluşunun “işgüzarlıktan” öte uluslararası bazı odaklardan yönlendirildiği kuşkusu veren raporunda yansıtıldığı gibi bir durum yok.

Şöyle bir söz vardır:
“Ne söylendiği kadar, kimin söylediği de önemlidir.”
Televizyonda konuşan iktidar mensubu biri, devlet bankası yöneticisi, ipi devlet elinde olan bir bankanın genel müdürü değil.
Yüz yıla yakın süredir siyasetin dışında kalmış, içeride ve dışarıda saygınlığı kökleşmiş, öyle “Çık konuş” diye ekrana gönderilebilecek bir kurumun genel müdürü değil.
Konuşması kişiliği kadar köklerinden de kaynaklanan özgüveni yansıtıyor.

Bu bir bankaya “güzelleme” sanılmasın.
Sadece, geçmişinde olduğu gibi, Türkiye’nin bu en duyarlı gününde de “güven psikolojisini” bir kez daha yansıttığı için teşekkür.
Öte yandan...
Kişisel anılarla duygusallığımı da belirteyim.
İş Bankası’nı Atatürk kurmuştur.
İlk genel müdürü Celal Bayar döneminde annem ve babam da 20’li ilk yaşlarında İş Bankası memurlarıydı. (Babam çok genç yaşta Trabzon Şube Müdür muaviniydi.)
Annem ve babamın nişan yüzüklerini de o tarihte Celal Bayar takmış.
Adnan Bali bana bunları da düşündürttü.

 


***

 

Kan akıttın kan ey Fetullahçı! / Ahmet Hakan / Hürriyet


BANA sosyal medyadan "Hükümete yaranmak için bizi hedef alıyorsun" diye mesaj atan Fetullahçıya sesleniyorum:

Sizi hedef alışım hükümete yaranmak için değil ey Fetullahçı! Tanklarınızın önüne canlarını hiçe sayarak çıkan kahramanlara yaranmak için.

Bana sosyal medyadan “Tek taraflı atış yapıyorsun. Bugünler de geçecek” diye mesaj yollayan Fetullahçıya sesleniyorum:

Boşuna heveslenme ey Fetullahçı! Döktüğünüz kanda boğulacaksınız ve bugünler hiç geçmeyecek.

Bana sosyal medyadan “Ama Hoca Efendi bu işin içinde olmadığını söyledi...” diye mesaj sallayan Fetullahçıya sesleniyorum:

İmanınız gizlilik, dininiz takiye, hayatınız hile, umdeniz yalan, bayrağınız aldatma ey Fetullahçı! Ama yağma yok. Artık kimseyi kandıramayacaksınız.

Bana sosyal medyadan Fetullah’ın “Ben karıncayı bile ezemem” dediği vaazları yollayan Fetullahçıya sesleniyorum:

Sizin ne mal olduğunuz ortaya çıktı ey Fetullahçı! Siz tankla adam ezecek denli gözü dönmüş canilersiniz!


NE YUNAN’I NE ADASI!

RIFAT Ababay’ın Posta’daki röportajından öğrendik:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Marmaris’teyken kendisine “Yunan adalarına gidelim” teklifinde bulunanlara...

“Hadi len... Ne Yunan’ı, ne adası” diye tavır koymuş.

Yunan adaları goygoyuna kıl olmam nedeniyle çok sevdim bu tavrı.

 

***

 

O albaylar gitti darbeciler geldi / Sedat Ergin / Hürriyet


15 Temmuz darbe girişimi bir gerçeği ortaya çıkardı. Dönemlerinde kendi devrelerinin ilk sıralarında olan, master yapmış, yurtdışında bulunmuş, amirallik bekleyen denizci kurmay albayların Balyoz ve Askeri Casusluk gibi kurmaca davalarla önlerinin kesilmesi, 15 Temmuz darbe girişiminde yer alan amirallerin önünü açmış.

2010 yazının önemli bir bölümünü birinci Balyoz iddianamesini ve eklerini inceleyerek geçirdim. İlk etapta kesintisiz 30 kadar yazı yazdım. Balyoz davası her ne kadar Birinci Ordu Komutanlığı bünyesinde yapılan bir plan seminerini, yani karacıların bir faaliyetini konu alıyor görünse de, 194 sanık arasında çok sayıda denizci subayın olması garibime gitmişti.

Daha ilginci, sanıklar arasında 22 amiralin yanı sıra yine Deniz Kuvvetleri’nden çok sayıda kurmay albayın bulunmasıydı. Bunların önemli bir bölümü amiralliğe terfi sırası gelmiş ya da gelmekte olan subaylardı. Ek klasörlerde bu kurmay subayların personel dosyalarını incelediğimde şu gerçekle karşılaştım: Denizci sanıkların çoğu kendi devrelerinin ilk sıralarında olan, master yapmış, yurtdışında bulunmuş, bazıları kendi devrelerinin de önüne geçmiş parlak subaylardı.

KANITLADILAR AMA İKNA EDEMEDİLER

Bu subaylar Balyoz darbe planında görev almakla suçlanıyorlardı. Bir bölümü, darbede görevlendirilmeyi kabul ettikleri ileri sürülen tarihlerde yurtdışında olduklarını kanıtladıkları halde savcıları ikna edememişlerdi. Daha önemlisi, aleyhlerindeki delillerin sahteliğini matematik kesinlik içinde kanıtladıkları halde savcılar, sonra hakimler ve daha sonra Yargıtay bu gerçekleri hiçbir şekilde dikkate almadı.

2010 yazı sonunda “Bu dava Kara Kuvvetleri’nden çok Deniz Kuvvetleri’ni hedef alıyor” kanaatine varmıştım. Bu kadar parlak subayın sahteliği tartışma götürmeyen düzmece delillerle ‘biçilmesi’ çok büyük bir hukuksuzluktu, açıkça zulümdü.

 

***


Darbe gecesinde bir kuvvet komutanı / Mahmut Övür / Sabah


O geceyi tarih yapan hiç kuşkusuz halkın demokrasiye ve ülkesine sahip çıkma iradesiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın işaretiyle milyonlar harekete geçti ve bu iradeyi ölümüne savunan müthiş hikâyelere imza attı. Kimi tankın önüne atladı, kimi ölümüne köprüyü aşmaya çalıştı, kimi tarlasını yaktı, kimi de araçlarıyla yol kesti. Polisin çoğunluğu askerin de bir kesimi bu mücadelenin içindeydi.

Böylece tarihimizde bir ilk yaşandı. Millet, kendisini koruması için kurduğu ordusunu, ordu içindeki cuntacılardan koruyacak bir noktaya geldi. Bu gerçeği Ankara Etimesgut'taki hareketlilik üzerine gelen vatandaşlardan biri çarpıcı biçimde özetledi: "Biz buraya sizin selametiniz için geliyoruz." O gece Türkiye'nin birçok ilinde, ilçesinde bu gerçek yaşandı. İstanbul Bakırköy de onlardan biriydi. Ama çok daha kritik ve önemliydi çünkü Atatürk Havaalanı ve Harp Okulu oradaydı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağı oraya inecekti.
Bu kritik durum vatandaşı da etkiledi ve bölgede vatandaş-polis işbirliğiyle müthiş bir direniş sergilendi. Darbeci uçakların kalkmaması ve Harp Okulu'nun harekete geçmemesi için akla hayale gelmeyecek yöntemler denendi ve etkili de oldu. Bunda kuşkusuz İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan ve Bakırköy Emniyet Müdürü Murat Çetiner arasındaki uyumun ve kararlılığın etkisi büyük.

Bütün bunlar Bakırköy'de olurken, aynı zaman diliminde orada deniz kuvvetleri açısından da tarihi bir an yaşanıyordu. Çünkü ilginç bir biçimde bu ülkenin Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu oradaydı ve orduya değil Ataköy Karakolu'na sığınarak şöyle diyordu: "Beni acele Ankara'ya gönderecek bir yol bulun, eskort verin."
Hepimiz için üzüntü verici bir durum da olsa gerçek buydu. Bostanoğlu buraya Moda Deniz Kulübü'ndeki düğünden biraz da kaçarak gelmişti. Darbeciler Moda'daki düğüne el koymadan az önce, büyük olasılıkla darbeyi öğrendiği için "Cenaze evine gitmem gerekir" diyerek ayrılmış ve soluğu Ataköy'de almıştı. İzini kaybettirmek ve darbecilerle ilişkili yakın korumalarından korunmak için bir süre telefonlarını da kapatmıştı.
O andan sonra devreye bölgenin gençlerinden oluşan ve darbecilere karşı direnen sivil bir grup girdi. Grup lideri genç işadamı Esat Ulu, Bostanoğlu'nu eşini, emir subayı Özkan Gülömür'ü ve şoförünü de alarak Bakırköy Emniyet Müdürlüğü'ne götürecek ve oradan Ankara'ya gitmesi için plan yapacaktı.
Ancak bu o sırada mümkün değildi. Bununla birlikte darbeci denizcileri durdurmak mümkün olabilirdi. O saatten sonra Oramiral Bostanoğlu'nun sık sık şu sözleri duyuldu: "Evladım, darbe yapmaktan yargılanacaksınız, sakın Ankara'dan gelen emirleri dinlemeyin."

Anlatılanlara göre bir hayli etkili de olundu. O sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan da havaalanına gelmiş ve o tarihi konuşmasını yapmıştı. Esat Ulu ve arkadaşları da konuşmadan hemen sonra güvenliğini aldıkları Bostanoğlu'nu Cumhurbaşkanı Erdoğan'a getirerek görüşmelerini sağlayacaktı.

 

***


G.Kurmay’da o gecenin kamera kayıtları var mı? / Murat Çelik / Vatan


Başlıktaki sorunun yanıtı “Evet”.

Yalnız bu ‘evet’in hemen devamında çok çarpıcı ayrıntılar var.

Anlatayım…

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin en can alıcı adreslerinin başında hiç şüphesiz, Genelkurmay Karargâhı geliyor…

O gecenin üzerinden geçen bir hafta içinde karargâhın güvenlik kameralarının kayıtlarından kamuoyuna herhangi bir görüntü yansımadı. İşte bu nedenle de, darbeci kadronun o gecenin kamera kayıtlarını ortadan kaldırdığını iddia edenler var. Yani Genelkurmay Karargâhı’nda o 15 Temmuz gecesine ilişkin kayıt bulunmadığı iddia ediliyor.


Bu iddia gerçeği yansıtmıyor.

Fakat bir kısmıyla da doğruluk payı var.

Şöyle ki…

Emniyet subaylığındaki hard diski tank parçaladı

Her zaman olduğu gibi o gece de Karargâh’ın sorumluluğu, emniyet subayında. Emniyet subayı bir yarbay. Onunla birlikte bir de Nöbetçi Amiri var. Yine bir yarbay.

Askeri kaynaklar, bu iki yarbayın da cuntacı kadrodan olduğu bilgisini veriyor.

Zaten, Genelkurmay Başkanı’nın makamını basan timlerin karargâha girişini de Emniyet Subayı sağlamış…

Aynı şekilde, birkaç yüz metre ötedeki Kara Kuvvetleri Karargâhı’nın o akşamki emniyet subayının da darbecilerden olduğu söyleniyor.

Askeri yetkililer, hemen bütün birliklerde 15 Temmuz’un nöbet listelerinin tamamen cuntacı ekip tarafından şekillendirildiğine de dikkat çekiyorlar.


15 Temmuz gecesi, Genelkurmay Karargâhı’nın bahçesine üç tank giriyor.

İlk tank, Karargâh’ın güney nizamiyesinin hemen yanındaki duvarı yıkarak giriyor bahçeye. Yaya üst geçidinin ayağının bulunduğu yerden… Ardından da diğerleri…

Bu gelişmenin hemen ardından, darbe girişiminde bulunan kadroda yer alan emniyet subayı, kendisinin de görev yaptığı birimdeki izleme odasına gidiyor.

Emniyet subayı yarbay, karargâhın güvenlik kameralarından gelen görüntülerin izlendiği ekranlarla dolu olan bu odadan, görüntülerin kaydedildiği hard diski söküyor ve birlikte hareket ettiği bir astsubaya verip imha etmesini istiyor.

O astsubay da hard diski alıp bahçeye çıkıyor ve cihazı bahçedeki tanklardan birinin paletlerinin altına atıyor.