Medya Arkası (24.06.2017)

Medya Arkası (24.06.2017)
Adalet yürüyüşü, Katar meselesinin nereye doğru evrileceği, ülkemizin içinde bulunduğu siyasi durum, OHAL tartışmaları.. Bugünün köşelerinin temel konuları bunlar.. İşte köşelerdeki yorumlar..

AĞZIMIZIN TADI BOZULMASIN / KÜRŞAD ZORLU / VATAN 

Türkiye’nin terörle mücadelesini anlık kırılmalarla ve saptamalarla açıklamak oldukça zor. Fakat terör örgütlerinin motivasyonlarını artırabilecek uluslararası gelişmelerle yüzleşiyoruz.

Özellikle Körfez ülkelerinin yaşadığı sorun ve Türkiye’nin bu sorunla uğraşırken hareketsiz kalması ya da belli bir harekete sevk edilmesine yönelik hain emeller devreye sokulabilir. Buradaki olası bir kurgu toplumsal dinamikleri ve etnik/mezhepsel fay hatlarını tetiklemeye yönelik bir amaca yönelebilir.

Ayrıca FETÖ ile mücadele sürerken PKK ve DAEŞ başta olmak üzere terör örgütlerinin Türkiye’nin zayıf anını kolluyor olması gerçeği her an gözetilmeli. Böyle bir kurgu içerisinde terör örgütlerinin uluslararası dinamiklerle olan etkileşimi de düşünüldüğünce metropoller, turizmin ve yatırımların yoğun olduğu bölgelerdeki önleyici mücadele kararlılığı üst seviyeye çıkarılmalı.

İşin belki de en önemli cümlesi korkmak da yok gevşemek de...

Zira yaz aylarında kaos ve korku yaratmak isteyen terör odakları aldıkları vekalet göreviyle de ilişkili biçimde sansasyonel eylemlere yönelebilir. Üstelik terörist grupların muhtemel amaç ortaklıkları daha geçişken ve yüksek teknoloji ile eylem kabiliyetlerini artırıyor. Bu noktada terörle mücadele Türkiye için sınır ötesiyle eklemlenmiş ve hibrid (melez) bir kategoride duruyor.

Mücadeleyi kurgularken Nelson Mandela’nın şu sözüne baksak iyi olur. “Yüksek bir tepeye tırmandıktan sonra, kişinin tırmanılacak pek çok tepe olduğunu anlamasının sırrına erdim”. Gerçekten siyasal/yönetsel problemlerin çözümüne odaklanırken sürekli daha iyiye ulaşmanın yolu , durduğunuz tepenin konumuyla alakalı. 'Sorun çıkmadan onu engellemek' ideal bir yönetsel duruş ise terörün acı yüzüyle bir kez daha karşılaşmadan çare üretmek benzer bir yaklaşımın ürünü sayılabilir.

Bu tehdidi asgariye indirmek için ne yapılmalı?

(1) Geniş kesimlerde olabildiğince büyük bir farkındalık ve toplumsal işbirliğinin güçlendirilmesi... Bu konudaki mücadelenin istenilen neticeye ulaşabilmesi için askeri ve siyasi önlemlerin sürece uyum sağlamasının yanı sıra tüm kamu kurumları işbirliği içerisinde ve toplumsal duyarlılık üst seviyede olmalı. Gerçekten Vatandaşların sürece katkısı çok önemli. Örneğin Alo Terör Hattı (140) açıldığı günden itibaren sadece 8 ay içerisinde 266 Bin 518 çağrı aldı ve 187 terör örgütü mensubu ele geçirildi. Kısa bir süre önce Malatya’ya bombalı bir eylem için geldiği anlaşılan terörist yapılan ihbar neticesinde yakalandı.

(2) Terörist/mühimmatı konuşlandırılmadan Türkiye’nin müttefikleri ile istihbarat işbirliği ve servisler arası enformasyon paylaşımı gerekiyor. Son süreçte belki de en çok sorun yaşadığımız etki sahası burası. Bırakın doğru bilgilendirilmeyi, Türkiye’nin bir çok hava saldırısında teröristlerin önceden nasıl bilgi aldıkları hala hafızalarımızda.

(3) Nihayet yazılı ve sözlü basın olmak üzere kamuoyu oluşum sisteminin yüksek bir kamusal sorumluluk ile hareket etmesi gerekli.

Ve malumunuz yarın bayram. Hepimize kutlu olsun. Ağzımızın tadı bozulmasın. Birliğimiz daim olsun...

***

VATAN PARTİLİLER HİÇ Mİ ŞÜPHELENMİYOR? / CAN ATAKLI / KORKUSUZ 

İktidara ve saraya yönelik tepkiler toplumda çığ gibi büyürken Vatan Partisi'nin tavrı ve özellikle Genel Başkanları Doğu Perinçek'in açıklamaları beni çok şaşırtıyor ve canımı da sıkıyor.
Perinçek CHP'nin başlattığı Adalet Yürüyüşü'ne karşı çıkıyor bunu anlamsız ve kaos yaratacak bir eylem olarak görüyor. Bir siyasi parti olarak böyle bir siyasi eylemin yanında olup olmamak kendi bilecekleri bir iştir tabii ama karşı çıkmakla karalamak, küçük görmek, kaos iddiasıyla suçlamak siyasi tavrı aşıyor gibi.
Yine Perinçek “yargının altın çağını yaşadığını” söylüyor. Perinçek'e göre kumpas davalarını sürdüren hakimler FETÖ'cüydüler oysa şimdi yerlerine gerçek Cumhuriyet savcı ve hakimleri geldi, onlar da şu anda bağımsız çalışabiliyor ve kararlarını da hiçbir baskı altında kalmadan alabiliyorlar artık.
Perinçek 15 Temmuz dinci faşist kalkışmasının arkasında da hiçbir şeyin olmadığını, bu girişime “kontrollü” demenin sadece FETÖ'ye yarayacağını söylüyor.
Erdoğan'ı “sıkı bir Amerikan aleyhtarı” olarak gören Perinçek'e göre Erdoğan emperyalizmle mücadele eden tek lider.
Şunu görüyorum ki Perinçek'in bu açıklamaları her renkten muhalifler arasında müthiş bir alerji yaratıyor.
Ama benim merakım sıradan Vatan Partililer'in ne düşündüğü yönünde. Örneğin hiç mi şüphelenmiyorlar 15 Temmuz gecesi ile ilgili? Karanlık saatleri merak etmiyorlar mı? Ortada hiçbir şey yoksa Cumhurbaşkanını üç uçağın birden ayrı havalimanlarında beklemesini nasıl değerlendiriyorlar?
Perinçek'in “cezaevindeki gazeteciler ya PKK'lı ya FETÖ'cü” sözlerini duyduklarında Sözcü muhabirlerini akıllarına getiriyorlar mı?
Tuhaf geliyor artık şu Vatan Partisi bana.

***

RABİA / EMİN ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ 

Sevgili okurlarım, İslam dünyasında son yıllarda moda olan bir el işareti bizde de kullanılır oldu. Nedir bu işaret?
Baş parmak avuç içinde…
Diğer dört parmak açık…
Böylece dört parmaklı yeni bir işaret oluştu.
Bunu dünya gündemine ilk taşıyanlar 2013 yılında Mısır'da darbe karşıtı gösteriler düzenleyen İslamcı gruplar, Müslüman Kardeşler…
İşareti ilk olarak kimin keşfettiğini bilen yok.
Rabia'nın bir de sözlük anlamı var.
Arapça'da “Dört” anlamına geliyor. Yani o dört parmağın işareti bu demek oluyor.

*  *  *

İthal malı Rabia işareti bizde de iktidar desteği ile jet hızıyla yayıldı. Çeşitli kesimler bunu her yerde kullanmaya başladı.
Sonra bu olay bir yerde AKP'nin simgesi oldu!
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bunu çok benimsediği için kullanmaya başladı.
Bazı AKP'li belediyeler kentlerine dört parmaktan oluşan büyük boy Rabia heykelleri yaptırdı. Düzce'nin en işlek caddesinde şimdi o dört parmak heykeli var.
Reis'leri yapar da bizim yalakalar durur mu! Bazı futbolcular da bu işareti olur olmaz ortamlarda kullanmaya başladı. Örneğin gol atınca dört parmaklı sevinç gösterileri yapılmaya başlandı.

*  *  *

Evet!.. İslamcı Müslüman Kardeşler örgütü tarafından Mısır'da başlatılan bu parmak hikayesi çeşitli İslam ülkelerinde yayılırken, Türkiye'de de birileri elbette boş duracak değildi!
Recep Tayyip Bey, Rabia bu dört parmağa dört elle sarıldı.
Çeşitli yerlerde, olur olmaz ortamlarda Rabia yapmaya başladı.
Ancak bunu yaparken kendisini savunmaktan da geri kalmıyordu.
Ona göre, o dört parmağın, başka bir dörtlüden oluşan bir başka anlamı var:
– Tek devlet.
– Tek millet.
– Tek vatan.
– Tek bayrak.

*  *  *

Dört parmağını her ortamda gösterip Arap ülkelerindeki İslamcı örgütlerin işaretini verirken, Rabia'nın anlamını bu dört kavramla açıklamaya çalışıyor!
Şimdi kendisine sormak gerek:
PKK terör örgütü dışında, Türkiye'de bu dört kavrama itiraz eden herhangi bir kesim var mıydı?
Ya da şimdiye kadar bunun aksini savunan bir hükümet oldu mu?
Elbette ki olmadı.
O halde beyefendinin kendince yaptığı bu Rabia tanımı anlamsız, tutarsız ve geçersizdir.
Dört parmağını her fırsatta açıp İslamcıların simgesini başka bir örtü altına gizleyerek kullanıyor olması, hiç kimseyi inandıramaz.

***

MEVLÜT BEY SURVIVOR’DA / AHMET HAKAN / HÜRRİYET 


- ABD, YPG’ye silah yağdırıyor.

- Rusya sınırımıza YPG bayrağı çekiyor.

- Barzani Kürdistan için “kanımız aksa da kurulacak” diye tehdit ediyor.

- Katar krizi nedeniyle Suudi Arabistan’la karşı karşıya gelmiş durumdayız.

- Suriye... Malum.

- Almanya falan... Kıskançlıktan çatlıyor.

- Yunanistan bile... Çıkıntılık yapıyor.

Tam da ortam böyleyken...

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Acun’un Dominik Cumhuriyeti’ndeki Survivor Adası’nı ziyaret edip maç falan yapmış.

Mevlüt Bey’in kendisini...

“Ben monşer değilim, Survivor’cu bir halk adamıyım” diyerek savunduğunu işitir gibiyim.

****

KÜREYE EL BASANLAR İTTİFAKI: DAMAT VE VELİAHT / NEDRET ERSANEL / YENİ ŞAFAK 

Mısır, BAE, S.Arabistan, Bahreyn’in Katar’dan taleplerini içeren 13 maddelik ‘şartlar’a ilişkin ilk haberlerin Batı basınına yansıdığı saatlerde yazılıyor bu satırlar...

Adı geçen ülkeler, Türkiye’nin Katar’da kurduğu üssün acilen kapatılmasını ve NATO üyesi Türkiye ile askeri işbirliğinin sona ermesini de istediler. (23/06, Yeni Şafak.)

Başka maddeler de var. El Cezire’nin kapatılması, İran’la ilişkilerin tamamen kesilmesi, vs...

Hem bu maddelere bakarak hem de Türkiye’nin Katar üssünün kapatılmasını isterken Amerikan üssünün kendi ülkelerinde olması için birbirini ezmelerine bakıldığında, listenin ABD tarafından hazırlandığını söyleyebiliriz.

‘Küre İttifakı’nın Körfez-Washington hattındaki en alengirli işlerini takiple görevli Birleşik Arap Emirlikleri’nin kısa süre önce (19/06) zikrettiği cümleleri anımsamayalım mı; “Türkiye’nin akil olmasını ve çıkarlarına en çok hizmet edenin Katar’a yönelik girişilen eylem olduğunu anlamasını umuyoruz”. (BAE Dışişleri Bakanı’nın sözleri, Hürriyet.)

Başkan Trump’ın S.Arabistan, İsrail ve Vatikan ziyaretleri, Ortadoğu’daki zahiri ve gölge ülkelerin küreye el basan elleri, Katar’a yönelik toplu girişim, üsler, İran’ın yeniden oyundan atılması ve bir ay içinde meydana gelen sayısız irili-ufaklı gelişmeyi eş-zamanlı akışın maddeleri kabul edersek..

Gelinen son aşama, Suudi Arabistan Kralı Salman’ın oğlu Muhammed bin Salman’ı Veliaht Prens ve taht adayları listesinde birinci sıraya çeken 21 Haziran tarihli kraliyet kararnamesidir.

Bu Ortadoğu politikasında bir dönüm noktasıdır.

‘ONA REDDEDEMEYECEĞİ BİR TEKLİF YAPACAĞIM’...

Sürpriz değildi ama güç eksenindeki değişimin zamanlamasınıkimse gözlerden kaçıramaz...

İlk ve en yalın izahı, sonradan kavga olmaması için önceden tahta yerleştirilmesidir.

İkinci en basit; Veliaht prens son iki yıldır gücünü zaten pekiştiriyordu ve bu değişiklikle, ulusal güvenlik sistemi, istihbarat ağı, silahlı kuvvetler ve tabii enerji alanındaki yönetim ayrıcalıkları himaye altına alındı. Bunu Körfez ve Ortadoğu’daki  ayrıcalıklara giriş olarak okuyun.

Üç, iktidar savaşını kaybeden Prens Nayef, Obama yönetiminin favorisiydi.. Sistem onu eledi, uygun/uyumlu olanı seçti.

Dört...

Suud Krallığı’nın veliahtı Prens Salman ise Amerikan Krallığı’nın bölge veliahtı Trump’ın damadı ve İvanka Trump’ın eşi Jared Kushner’dir. Başkan Trump’ın bir ay önceki Riyad ziyaretinde ‘Prens ve Damat’ özel bir yemekte ve veliaht prensin “evinde” ayrıca bir araya geldiler. Bu nadir bir durumdur.

Ortadoğu, Körfez, enerji, İran, vs., artık “aile meselesidir”!..

Çocuk aklının bile anlayabileceği şekilde de S. Arabistan Ortadoğu’da ABD’nin-yeniden-bir numaralı ortağıdır.

Kushner’in temsil ettiklerine bakarak küreye el basmayanların parmak izlerini de bulabilirsiniz... (‘Trump’ın Damadı Kushner Ortadoğu’da’, 21/06, VOA.)

Dönüm noktasının Büyük Ortadoğu’ya ve dünyanın boğazına dayayacağı kılıçları irdelemeye başlayalım...

Veliaht Prens, Katar’a diz çöktürme hedefli sert politikayı planlayan kişidir. Suudi bölge stratejilerinde İran karşıtı duruşun hamisidir. Ek olarak Yemen savaşı, müstakbel Suud-İsrail bölgesel ekseninin düşünürü (!), Suriye, Gazze, Bahreyn’deki dengelerin tarafıdır.

Körfez İşbirliği Konseyi’nin durumu ne olacak?

Abu Dhabi hariç, Kuveyt, Umman ve Katar’la ilişkileri nasıl olacak? Çünkü rahatsız olacaklar. Körfez değişecek. Körfez değişirse, İran ne yapacak?

Mezhep savaşı tehlikesi yükselmeyecek mi? Yükselirse Türkiye ve benzer düşünen ülkeler ne yapacak? Ne yaparlarsa yapsınlar Riyad bunu hegemonyasına saldırı saymayacak mı? (Ankara çözüm için şu zarif diplomasiyi kurdu; ‘Hadimul Haremeyn Eş Şerifeyn, S. Arabistan Kralı, Körfez’in büyüğü olarak bu işi çözmelidir’. Gelen cevaba bakar mısınız.)

Riyad-Tel Aviv ilişkileri normalleşirse, İsrail kuşatmadan kurtulur ve Arap-İsrail dengeleri farklı bir açıyla kaymaya başlar.

Filistin ne olur?

Bunlar kısa, basit sorular ama bir tanesi bile yanlış yönetilirse diğer hepsini, nihayetinde de bütün Ortadoğu’yu yakar.

Kaldı ki, bölgeye yönelik sınırlı sayıda sorudan bahsediyoruz. Daha Riyad’ın bu adımlarına Rusya ve Çin’in ne diyeceğine bakmadık bile. Çünkü hem ‘ilişkileri’ hem söyleyecek sözleri var.

Müstakbel “reformist” Kral, S. Arabistan’ın iç dengelerinde nasıl algılanıyor? Ülke içi dini mimarinin bu değişim rüzgarlarını nasıl karşıladığı hâlâ büyük muamma.

S.Arabistan düne kadar IMF tarafından 5 yıllık ekonomik ömrü kalmış ülke statüsündeydi. Doğru veya propaganda bilinmez. Ama müstakbel Kral ekonomik refah ve-petrolden-bağımsız bir gelecek vaat etti. Üstelik 2030 diye tarih verdi. 

Ülkede bastırılmış memnuniyetsizlik yüksek seviyede. Bu da geçiş dönemlerini karışık hale getirir.

Veliaht Prens bugüne kadar Suudların pek bulaşmadığı, doğrusu pek de anlamadığı “saldırgan dış politika”yı nispeten kararında kullandı. İran ve Yemen örneklerinde bu siyasetin milliyetçi popülerlik kazandırdığı da gerçek.

Yani elimizde, modernleşme/reform vaadeden muhafazakâr bir ülkenin milliyetçilikle oynayan veliahtı var.

Ortadoğu’da bundan daha tehlikeli bir karışım duydunuz mu?..

Ben söyleyeyim...

Bu planı ABD ve İsrail’in yönetmesi!

****

DERİN WASHINGTON'DA İHVAN TARTIŞMALARI / SERDAR TURGUT / HABERTÜRK 

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert’in, “Suudi Arabistan’ın Katar’a yönelttiği suçlamaların arkasında durabileceğini ve bu konuda kanıtlar getireceğini umuyoruz” açıklaması Washington’da “Yönetimde neler oluyor?” sorusunu sordurttu.

Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arapların yanında yer alan Başkan Trump’ı direkt karşısına alan bir açıklama yapmıştı. Bu durum da soruldu sözcü Nauert’e. “Hem Başkan Trump hem de bakanlığımız sorunun bir an önce çözülmesi için çalışıyor, ortada bir çelişki bulunmuyor” diye cevap verdi sözcü. Ama bu olay Washington’un derinliklerinde bir süredir devam eden Müslüman Kardeşler’le ilgili sert tartışmaların bir sonucuydu.

Bu tartışmayı ve taraflarını iyi takip etmeliyiz; çünkü konu Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.

DERİN VE SERT TARTIŞMA

Müslüman Kardeşler’in terörist örgütler listesine dahil edilip edilmeyeceği yönetim içinde bir süredir zaman zaman hayli sertleşen üsluplarla tartışılıyor.

Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, bunun yapılmamasını; çünkü bu örgüt hakkında somut deliller olmadığını düşünüyor.

Tillerson’un karşısında ise başkanın Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond Mcmaster ile CIA Başkanı Mike Pompeo bulunuyor. İkisi bu konuda işbirliği içinde ve Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan ettirmek için Trump’ı etkilemeye çalışıyorlar.

Yönetim örgütle ilgili karar önüne geldiğinde kararın ertelenmesi yoluna gitti ve bu nedenle taraflar arasındaki mücadele de sertleşti.

Washington’daki diplomatik çevrelerde hayli etkinliği bulunan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri büyükelçileri de yürüttükleri kampanyalarla Pompeo ve Mcmaster ikilisine destek veriyor.

Tillerson ise arada bir bu konuda Savunma Bakanı James Mattis’ten de destek alıyor.

İşte bu mücadele nedeniyle Dışişleri Bakanı Tillerson, Kongre’de bir komisyon toplantısında Türkiye’de de tepkilere yol açan o konuşmasını yapmak zorunda kaldı. Kongre’deki komisyon, yönetimin Müslüman Kardeşler örgütünü neden terörist ilan etme kararını ertelediğini öğrenmek istiyordu.

Dışişleri Bakanı Tillerson, bu konudaki sorulara cevap verirken, “Müslüman Kardeşler artık bazı ülkelerde yönetimlerin bir parçası halindedir” dedikten sonra Bahreyn ve Türkiye örneklerini gündeme getirdi.

Bu haber bir suçlama gibi göründü ve Türkiye’de tepkiye yol açtı. Ama Tillerson burada Türkiye örneğini verirken Müslüman Kardeşler’in söylendiği gibi terörist bir örgüt olmadığını vurgulamak ve yönetimin bu kararı ertelemesinin doğru olduğunu söylemek istiyordu.

İşte bu yüzden yönetimin şu sıralar Suudi Arabistan’dan kanıtlar getirmesini ve makul olmasını istemesi, Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor.

PİS OYUNLAR

Bu tartışmada Dışişleri’nin karşısında ulusal güvenlikçi bir ekip olduğundan arada pis oyunlar da oynanabiliyor. Bunlar birkaç ay önce kendilerine yakın olan Washington Times Gazetesi’ne “ABD, Müslüman Kardeşler’i terör örgütleri listesine almıyor” başlıklı bir haber sızdırdılar. Haberin Washington’da tepki yaratıp Trump üzerine baskı oluşturmak için sızdırıldığı anlaşıldı.

Konu hakkındaki tartışma Körfez kriziyle alevlenmiş olduğundan bu konuda daha çok pis oyun göreceğiz. Bazıları Türkiye’yi de oyunlarının içine çekmeye çalışacak.

*****

GERÇEK OLAĞANÜSTÜ HAL / MUSTAFA KARAALİOĞLU / KARAR 

Türkiye’nin gerçekten Olağanüstü Halle hallenmiş olduğunu anlamak için OHAL kararnamelerine bakmaya gerek yok. Sokak ne konuşuyor, sivil toplum ne tartışıyor, iş dünyası ne düşünüyor, akademi neyle meşgul ve matbuat ne yazıp çiziyor; buna bakmak kafidir. Ya da tersinden bakarsınız. Ne konuşamıyor; ne düşünemiyor neyle meşgul olamıyor ve neyi yazıp çizemiyor…

İktidarın birinci meselesi OHAL’i devam ettirip ettirmemek değil, cemiyetteki olağanüstü hali ortadan kaldırmak olmalıdır. Buna muvaffak olduktan sonra OHAL’e de ihtiyaç kalmaz, KHK’ya da…

...

Düşünmek ve konuşmak için ise, hukukla korunan bir özgürlük atmosferi gerekir ve buna da demokratik hukuk devleti olmak denir. Kağıt üzerinde değil bihakkın tatbikatta olmak gerekir. Böylelikle toplum her şeyi konuşur, akademi her istediğinin ilmini yapar; iş dünyası ve sivil toplum inandığı davanın takipçisi olabilir ve en nihayet gazeteler, televizyonlar istediğini yazar.

Kimin neyi isteyeceğinin belirlendiği düzene demokrasi denmez çünkü. Sarsıcı, etkili ve sıradışı olmayan bir fikir için de fikir özgürlüğü zaten gerekmez…

Sözgelimi, “Demokrasi iyidir, hukuk herkese gereklidir” gibi sözler elbette bir fikirdir ama bunun için fikir özgürlüğü şemsiyesine ihtiyaç yoktur. Çünkü böylesi lafları iktidar da dile getirir muhalefet de, kimse de aksini söylemez.

Düşünce ve ifade özgürlüğünü teminat altına almak demek, azınlık fikirlerin hakkını korumak, genel kabulleri sorgulamak, hükümetin, parlamentonun, askerin, bürokrasinin fiil ve kararlarını her türlü imkanla eleştirebilmek demektir. Her fikir sahibi tartışılmayı, eleştirilmeyi göze alacak ama sonuçta kodesi boylama kaygısı taşımayacak demektir.

***

Buradan bakınca meselemiz büyüktür. Bir toplumun on yıllardır alıştığı ve siyasal genetiğinin bir parçası haline gelen imkanlardan mahrum kalması büyük bir problemdir. Gerçek olağanüstü hal, böylesi bir gayri tabii duruma karışıp gitmektir. Rahatlık duygusunun yitirilmesi, güvenin kaybolmasıdır. Evvela ve acilen geri kazanılması gereken özellik budur. Konuşmayı ve dolayısıyla düşünmeyi dert etmeyen, ifadenin başa bela açacağı endişesinden arınmış bir topluma geri dönmek şarttır. Güvenlik için, zenginlik için ve en nihayet ‘beka’ için dahi tek çıkış budur. Dahası, iktidarın pırıltısı ve gücü için de gereken ilk şey, daha fazla özürlüğü temsil etmek, bunun yolunu açmaktır.

Gelin görün ki hak, hukuk, adalet ne kadar lüzumluysa, bunlardan bahis açmak o kadar angarya ve bıktırıcı bir iş haline gelmiş bulunuyor. Oysa mesele temel haklar olduğunda bıkmak ve yılmak toplum için hayra alamet değildir. Sadece bıkan için değil bıktıran için de…

Normale dönmek için, toplumun normalin üzerinde bir talebe, iktidarın da normalin üzerinde bir özgüvene ihtiyacı vardır.

Ramazan bayramı mübarek olsun. Sağlık, mutluluk, hak, hukuk ve bol konuşma getirsin.

***