Medya Arkası (27 Haziran 2016)

Medya Arkası (27 Haziran 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündemine MHP'de yaşanan hukuk mücadelesi, İngiltere'nin AB'den çıkma kararının Türkiye'ye olan etkileri ve Almanya'nın Ümit Özdağ ve Yusuf Halaçoğlu'nun toplantısını engellemesi vardı.


MHP'nin hali / Taha Akyol / Hürriyet


MHP sorunlarını kendi tüzüğünü uygulayarak çözemeyen, ikide bir mahkemeye düşen bir parti görüntüsü veriyor.
Yeterli sayıda delege olağanüstü kongre istediğinde, Genel Merkez bunu uygulamaya koysaydı, kongre yapılır, sonuç neyse herkes kabul ederdi. Fakat Genel Merkez böyle yapmadı, 2018’deki olağan kongreyi işaret etti!
 
Muhaliflerin istediği olağanüstü kongre Yargıtay kararı ile kesinleşince, bu karara uyarak da sorun çözülebilirdi. Genel Merkez bunu da yapmadı, 10
 
Temmuz’da kendi kongresini toplayacağını açıkladı.
 
Muhaliflerin kongresi de 10 Temmuz’da.
 
Bir parti iki kongre!...
 
MHP bölünür veya barajın altına düşerse, seçim sistemi gereği AK Parti kendi anayasasını ve sistemini kabul ettirebilecek bir Meclis aritmetiğini yakalayabilecektir. Onun için MHP’nin gidişatı herkesin ilgilendiği bir konudur.
 

YARGI KARARLARI
 
Bir hukukçu olarak benim çok önemsediğim, hatta Türkiye’nin en önemli meselesi olarak gördüğüm husus, yargının halidir. “Yapboz” kanunlarıyla insicamı büsbütün bozulmuş olan yargının MHP kongresi hakkında verdiği çelişkili kararları biliyoruz.
 
Onlar da yapboz kararlarıydı! Son sözü gecikerek de olsa Yargıtay söylemişti.
 
Bir de baktık ki muhaliflerin toplayacağı olağanüstü kongreyi durdurmak için, Genel Merkez yanlısı bir delege yine bir mahkemeye dava açarak yine tedbiren durdurma kararı almış!
 
Dosyada tek delil yok. Kongre tutanakları, delege listesi falan hiçbiri yok. Halbuki tedbiren durdurma kararı vermek için de delilerin olması gerekir. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 391)
 
Mahkeme bu delillerin gönderilmesini çeşitli mercilerden talep ediyor. Dahası, muhaliflerin olağanüstü kongresini yargı kararıyla yapan yetkili kurul “çağrı heyeti” olduğu halde, mahkeme “davalı” olarak MHP Genel Merkezi’ni kabul etmiş! Davayı açan yani “davacı” olan delege de “davalı” MHP Genel Merkezi de muhaliflerin kongresine “korsan” diyor! Davacı ve davalının böyle aynı tarafta olduğu bir yargılama işlemi dünya tarihinde var mı, bilmiyorum!
 

HANGİ TARAF?
 
MHP’de hangi tarafın kazanacağı meselesi benim için çok önemli değildir. MHP konusuna da ben “Kim?” diye değil, “Nasıl?” diye sorarak bakıyorum.
 
Bütün partilerle ilgili yazılarımda daima vurguladığım parti içi demokrasi ve parti disiplini ilkeleri dengeli yürütülmelidir.
 
İçinde bulunduğumuz süreçte en önemlisi, muhalefet partilerden hiçbirinin baraj altında kalmamasıdır. Çünkü... Demokrasi’nin “sandık” kadar hayati ilkelerinden biri de “denetim ve denge”dir. Bu sadece yasama, ürütme ve yargı erkleri arasında değil, iktidar ve muhalefet açısından da aranan bir ilkedir.
 
Demokrasilerde iktidarların etkin ve istikrarlı olmasına ne kadar ihtiyaç varsa, muhalefetlerin de iktidarları “dengelemeyi ve denetlemeyi” başaracak nitelikte olmasına ihtiyaç vardır.
 
Bu da körü körüne muhalefetin iyi örnekler ortaya koymasıyla ve başarısıyla gerçekleşir.
 
Bu açıdan MHP’nin iyi bir görüntü verdiğini kim söyleyebilir?
 

DAVA NE DEMEK?
 
Yeterli delege sayısıyla olağanüstü kongre talep edildiğinde Genel Merkez kongreye gitseydi, sandıktan ne çıkarsa çıksın, bugünkü “mahkemelik” durumundan çok daha iyi bir görüntü ortaya çıkardı. Bunu kim inkâr edebilir? Hele de yakın zamana kadar “dava” arkadaşlığı yapanları muhalefet ettiler diye hain, pespaye, paralel gibi sözlerle suçlamak hiç yakışmıyor.
 
Zaten sağda bu “dava” kavramı öteden beri sorunludur: Yüksek idealleri benimsemek ve başımızdakileri de bu idealler açısından denetlemek, icabında eleştirmek mi?... Yoksa partilerde hür fikirleri bastırmak ve baştakilere mutlak itaat mi? Ayrı bir yazı konusu.

 

***


Gelecek bizim… / Prof. Dr. Mesut Parlak / Sözcü


Siyasi partiler, demokrasilerin vazgeçilmezleridir. Siyasi partilerin olmadığı ülkelerde demokrasiden söz edilemez. İktidardaki siyasi partilerin yaptırımları için de en büyük yol göstericiler muhalefet partileridir. Gerektiğinde iktidarın yaptığı yanlış uygulamaları eleştirir ve bu konuda kamuoyunu aydınlatırlar. Muhalefet partileri iktidar olabilmek için büyük uğraş verirler. Demokrasi ile yönetilen ülkemizde, ne yazık ki, muhalefet partilerinin iktidar olmak için herhangi bir çabaları yoktur. 7 Haziran seçimlerinde, Türkiye'de öyle bir tablo yaşandı ki, Guinness Rekorlar Kitabı'nda dahi rastlanmayacak olağanüstü bir durumdu. İkinci sıradaki muhalefet partisinin genel başkanına başbakanlık önerisi getirildi ama gelin görün ki kabul etmedi. Eğer bu öneriyi kabul etseydi, ülkemiz bugünkü dibe vuruşu da yaşamamış olacaktı.


BAHÇELİ'YE ELEŞTİRİ YAĞIYOR AMA…

Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi ile yönetilen bir ülkedir. Tüm bireyler de yasalar karşısında eşit olarak temsil edilirler. Özellikle siyasi parti liderlerinin kamuoyuna örnek olması açısından, yasalara bağlılığı çok önemli bir örnektir. Ülkemde son yıllarda inanılmaz şeyler yaşandığı gibi her şey de birbirine girdi. Bir siyasi parti başkanı, yargı kararlarını tanımadığını söyleyebilir mi?
Değerli okurlar, Sayın Bahçeli'nin son yıllardaki kararları, parti içinde yaygın bir biçimde eleştirilmeye başlandı. Uzun yıllardır MHP'de genel başkan eleştirilmediği gibi istifa etmesi hususu da gündeme getirilmedi. Anlaşılan, MHP genel merkezinin duvarları ses geçirmiyordu.
Sayın Bahçeli, Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin karar vererek atadığı çağrı heyetinin yönettiği kongreyi tanımadığını ifade etti. Ancak, bu toplanan kongre son derece yasal olup, yeterli delege imzası da toplanmıştır. Bu kongrede önemli tüzük değişiklikleri yapıldı. Örnek olarak, olağanüstü kongrede genel başkan seçimi yapılamayacağını belirten madde kaldırıldı. 7 Haziran'dan bu yana verilen disiplin cezaları da hükümsüz sayıldı.


BIRAKIN ŞU PARALELCİ SÖYLEMLERİNİ…

Toplanan bu kongre nedeniyle de genel başkan adaylarına söylenmedik söz bırakılmadı. Bu insanlarla yıllar yılı, el ele Milliyetçi Hareket için mücadele eden Sayın Bahçeli değil miydi? Bugün bunlar için “zavallılar, bu kadar mı küçüldünüz?” diyerek hakaretler yağdırıyor. Partiyi, yargıya düşürmek içinize sindi mi? Siz bu sorunun cevabını verin. Sayın Genel Başkan, bu sözler size hiç yakışmadı. Siz de “paralelciler” dediniz. Demek ki bunlar MHP'ye de mi el atmış? Bu lafları artık bırakın. Paralelci söylemlerini, stand-upçı'lar kullanıyor ve herkesi güldürüyorlar.…


ÇOK SEVDİĞİNİZ ÜLKENİZİN ÖNÜNÜ AÇIN

Sayın Bahçeli, bu iş artık yalnız milliyetçileri değil, tüm ülkeyi sıkmaya başladı. Lütfen, geçmişteki gibi beyefendi, olgun bir lider olarak aklımızda kalınız. Etrafınızda ki güçlerin ve insanların söylediklerini ciddiye almayıp, reddediniz. Çok sevdiğiniz ülkenizin siyasi olarak önünü açın. Türkiye'deki siyaset, MHP'deki genel başkan değişikliği ile yeniden şekillenecektir. Sayın genel başkan adayları… bugün, Türkiye'deki demokrasinin geleceği, sizlerin birlik ve beraberliğinizi bozmadan, mücadeleye devam edip, bu yönetime son vermenize bağlıdır. Sizlerin arasına nifak sokmaya çalışacaklar. AKP'nin, Sayın Bahçeli'ye yargı desteği verdiğini de göz ardı etmemelisiniz tabii.…
Sayın adaylar, yerinizde olsam, kurultayda size oy veren delegeleri bir araya toplar ve gizli oyla kimin genel başkan adayı olacağına karar veririm. Türk Milleti'nin yaptığı en zor şey “ORTAKLIK”tır. Yine söylüyorum, sizler bunu başarın ve parçalanmayın. Eğer, bunu başaramaz, birbirinize düşerseniz, ne bugün ne de gelecekte bu ulus sizleri affetmeyecektir.

 

***


Ah şu Almanlar! / Rahmi Turan / Sözcü


MHP genel başkan adaylarından Prof. Ümit Özdağ ile MHP Kayseri Milletvekili Prof. Yusuf Halaçoğlu, kongre çalışmalarına ara verip iki günlüğüne Almanya'ya gitti.
MHP'de kongre nedeniyle herkes birbirini yerken, Özdağ ve Halaçoğlu'nun Almanya'ya gitmesi, dostlarını yadırgattı.
“Hayati önemde bir kongre varken böyle bir gezinin sırası mı yani?” diye kendilerini eleştirenlere cevap veren Ümit Özdağ:
“Berlin'de Alman Parlamentosu'nun aldığı sözde Ermeni soykırımı kararıyla ilgili yeni belgelere ulaştık. Bunları açıklayacağız” dedi.
“Fakat kongre çalışmalarınız aksayacak. Bütün başkan adayları delege avında” dediler.
Ümit Özdağ “Milli meseleler daha önemli. Kongremiz nasıl olsa yapılır. Ermeni yanlılarına ulusumuz adına gereken cevabı vermeliyiz.” diyerek Berlin'e hareket etti, fakat…

Özdağ ve Halaçoğlu, Almanya'nın başkenti Berlin'e indiklerinde Alman derin devletinin sürprizi ile karşılaştı.
Önce, Alman Parlamentosu'nun karşısındaki büyük otelin salonunda yapılacak toplantıyı “güvenlik” gerekçesiyle izin vermediler ve salon rezervasyonunu iptal ettiler.
Daha sonra “Maalesef size oda da veremiyoruz!” dediler.
Heyet, toplantı için yeni bir otel ayarlamak zorunda kaldı. Fakat… Tam toplantının yapılacağı saatte Alman polisi otele gelip:
“Bomba ihbarı var! Hemen salonu boşaltın!” demez mi?
Ümit Hoca yılmadı “Biz bomba araması bitinceye kadar bekleriz” dedi.
İki saat boş yere bomba arayan Alman polisi sonunda “Buyurun salon sizin” demek zorunda kaldı.
Toplantıya iki saat gecikmeyle başlayabilen heyet, sözde Ermeni soykırımı ile ilgili yeni belgeleri 3 saat boyunca açıkladı ve “Soykırım iddiaları koca bir yalandır” dedi.

Açıklanan belgeleri Almanlar hiç sevmedi.
Bunlar nasıl demokrat, nasıl uygar bir toplum, anlamak zor! Çoğu faşist kafalı, adalet duyguları yozlaşmış insanlar!
Hele Alman polisi… Çok tarafgir… Ermeni lobisinin maşası gibi!
Ümit Özdağ ve Yusuf Halaçoğlu'nun Ermeni soykırımı gibi milli bir meseledeki kararlı tutumlarını ve gösterdikleri çabayı takdir etmek gerekiyor.

 

***

 

Anne tarikatçı, baba laik, oğlan Marksist falan / Ahmet Hakan / Hürriyet


ALLAH AŞKINA ŞU CÜMLEYİ YABANCI DİLLERE ÇEVİRMEYİN
 
 
MECLİS Başkanı İsmail Kahraman şöyle demiş:
 
“Bütün dünya bizim önderliğimizi bekliyor.”

 
Çok rica ediyorum.
 
Lütfen hiçbir kurum, hiçbir makam, hiçbir ajans, hiçbir yapı...
 
Şu cümleyi yabancı dillere çevirmesin.
 
Allah aşkına!
 
Bak ant verdim.
 
Ne olur.
Lütfen.
Sakın.
 
İşitmesin kimse bu cümleyi.
Bir tek biz bilelim, başkaları bilmesin.
Hiç söylenmemiş olsun.
 
Gülemesinler bize.
Hevesleri kursaklarında kalsın.
Ne olur.
Ne olur.


***


BREXIT ÖNCE ANKARA’YI VURDU / Mehmet Tezkan / Milliyet


British exit depremi (Brexit)..
- Yabana atılacak..
- Dalga geçilecek..
- Kıs kıs gülünecek..
- Bizi almadınız, beter olun denilecek..
- Avrupa Birliği’nde ayrılık rüzgârları esiyor diye sevinilecek..
- Hıristiyan kulübü çöküyor diye göbek atılacak..
- Haçlı dünyası çatırdıyor keyfini çıkaralım denilecek..
Hadise değil..
Çok ciddi, çok önemli..

İlk gün yapılan yorumlar işin ciddiyetini yansıtmıyordu..
Ankara’da bıyık altından gülme hali vardı.. İngiltere’yle kafa bulma eğlencesi  vardı.. ‘Türkiye  30 yıl daha AB’ye giremez’  diyen Cameron’a nanik yapma  keyfi vardı..
Oysa zevkini çıkarılacak bi gelişme yok..
Tam tersi kara kara düşünülmesi gereken, alarm butonuna basılması gereken bi durum var..
Şu gerçeği görelim.. Brexit kara Avrupa’sına  geçerse, modaya dönüşürse, önce bizi vurur..
Ankara’yı vurur..

Niye mi?
Avrupalı.. Fransız, Alman, Hollandalı, Macar, Belçikalı mülteci akınının yaşam kalitesini tehdit ettiğini düşünüyor..
Mülteci akınından korkuyor..
Mülteci diyerek hafifletiyoruz ama aslında göçmen akını..
Yerleşmek, kalıcı olmak, yurt edinmek amacıyla milyonlarca insan Avrupa’ya ayak basmak istiyor..
AB bünyesine sığınmak istiyor..
Birleşik Krallık’tan ayrılık kararı çıkmasının en önemli nedeni bu.. Maddi manevi külfetini üstlenmemek..

Avrupa’yı rahatsız eden göçmen akını nereden?
İslam ülkelerinden.. Irak’tan, Suriye’den, Afganistan’dan, Afrika’dan...
Göçmen deyince, Avrupalının aklına Türkiye geliyor..
Türkiye’yi göçmen deposu görüyor..
Haksız da değiller..

Hıristiyan kulübü çatırdasın diyoruz ama kulüp çatırdadıkça..
İslam düşmanlığı, yabancı düşmanlığı  daha da artacak..
Nefrete dönüşecek..
Avrupalı politikacılar, o nefreti Türkiye üzerinden araçsallaştıracak..
Referanduma giden her ülkede radikal sağcılar hedef tahtasına Türkiye’yi koyacak..
Türk düşmanlığı körüklenecek!..

Diyelim ki, bunlar olmadı.. AB ülkeleri krizi iyi yönetti.. Ayrılık rüzgârı esmedi.. Britanya’dan kara Avrupa’sına geçmedi..
Türkiye yine zarar görecek..
AB yeni bir yol bulana kadar, belki yeniden yapılanana kadar, ayrılık fikrini zihinlerden çıkarana kadar..
Türkiye’nin üyeliği gündeme gelmeyecek..
Kaç yıl?
Bi hayli yıl diyelim moral bozmayalım..
Brexit önce Ankara’yı vurdu, Ankara farkında değil!..


***


Amatör milliler dışında prim tamamen kaldırılmalı / Can Ataklı / Korkusuz


Türkiye'nin 2016 Avrupa Şampiyonası'nda aldığı kötü sonuç elbette herkesi çok üzdü.
Ancak bu kötü sonucun ortaya çıkardığı bir başka gerçek ise daha üzücü oldu.
Bu da futbolcuların “prim” nedeniyle birbirlerine girmeleri.
Bazı futbolcular teknik direktöre isyan bayrağı açarken bazı futbolcuların ise “hak ettiklerine inandıkları primi alamadıkları” için sahaya isteksiz çıktıkları ve yenilgilerimize neden oldukları ileri sürülüyor.
Bu korkunç bir şeydir.
Bütün milleti temsilen sahaya çıkanların kişisel hırs ve beklentilerinin peşinde koşması ve bunun sonucunda da Türkiye'nin ağır bir hezimet nedeniyle üzüntü içinde bırakılması tamiri olanaksız bir hasardır.
Şunu bilmeliyiz. Milli forma bir gururdur, bir onurdur.
Bu gurur ve onurun parasal karşılığı olamaz.
Milli formayı giyerek Türkiye'yi uluslararası arenalarda temsil eden ve hepimiz adına büyük başarılar kazanan her sporcu elbette ödüllendirilmelidir.
Ancak görüyoruz ki bunun da bir haddi hududu olmalıdır.
Milli Takım oyuncularına şunu hatırlatmak gerek.
Bu futbolcular “tek seçicinin” bu formaya layık gördüğü isimlerdir.
Elbette “tek seçici” bütün bir sezon boyunca maçları ve futbolcuların performanslarını izleyerek karar vermektedir ama hepsi de sonuçta “seçilmiş” kişilerdir.
Yani bu seçimler bazen subjektif de olabilir.
Oysa futbolcular dışı milli forma giyen sporcuların (takım olanlar hariç) tamamı bireysel başarılarını ortaya koyarak, çeşitli elemeleri geçerek bileğinin hakkıyla bu onura kavuşan sporculardır.
Onlar seçilmezler, belirli aşamaları başarı ile geçerek milli formayı hak ederler.
Onlara verilen ödüller veya primler futbolculara verilenin yanında “devede kulak” olarak tanımlanabilecek kadar azdır.
Bugün milli formayı giyen futbolculardan bazıları “milyon Euroları” bulan primler alıyorlar.
Bu rakamlar normal insanlar için birer servet değerindedir.
Siz kim olursa olsun ödül olarak “kişiyi zenginleştiren” veya bir “servete kavuşturan” ödüller vermeye kalkarsanız ilk başta sanki teşvik edici gibi görünmesine rağmen bu sonuçta sporcular arasında ikiliğe, kin ve düşmanlıklara neden olur.
Sonuçta zararı gören ise milli forma, milli onur ve milli gurur olur.
Futbol Federasyonu başarıyı biraz da kendine mal etmek için bu kadar yüksek primler veriyor diye düşünüyorum.
Oysa o servet değerindeki primleri alan futbolcuların tamamı kendi kulüplerinden de milyonlarca lira alıyorlar.
O halde prim konusuna bir çare bulunmalı, asıl büyük primler sadece kendi başarısı ile milli formayı giymeyi hak eden, yaptığı spordan büyük paralar kazanmayan amatör sporculara verilmeli, profesyonel olan sporculara ise ya hiç prim verilmemeli ya da sembolik bir para ve manevi değeri yüksek armağanlar sunulmalıdır.
Özel sektör ise arzu ettiği her spor alanında istediği kadar yüksek teşvikler sağlayabilir.


***


Bu davalardan kurtulmak gerekiyor / Okay Gönensin / Vatan


Cumhurbaşkanı’na hakaretten açılmış dava ve soruşturmaların sayısını Adalet Bakanlığı biliyordur. Bunların tam sayısını ve bu suçtan tutuklu olanların sayısını bakanlık açıklarsa hepimiz öğreniriz.

Ama öğreneceğimiz rakamdan memnun olmamız mümkün değil. Şu ana kadar duyulan dava ve soruşturma sayısı herhalde binin üzerindedir.

Bu da çok yüksek bir rakamdır. Batımızdaki ülkelerde bu davaların aşırı ender olduğunu hatırlarsak, durumumuzdaki arızayı daha iyi görürüz.

Sürekli gerilim alanları yaratmak bir siyaset stratejisi olarak zaman zaman başarılı olabilir. Gerilim yaratana karşı gerilim dozunu artırarak çıkmak da bir stratejidir.

Bu stratejinin hem Gezi ertesi hem de 17-25 aralık ertesinde başarılı olduğunu gördük. Ama bu stratejinin başarılı olması için, gerilimi düşürmek imkanları ve iktidarını kullanmak da gerekir.

Gerilim ve çatışmanın yükseldiği anlarda taraf olanların pozisyonları daha da kuvvetlenir. Güneydoğu’daki savaş da buna taraftar olanların ve arşı olanların pozisyonlarını kuvvetlendirmiştir.

Bu büyük gerilim bütün toplumu yormaya devam ederken, toplumu başka gerilimlerden kurtarmak ve bazı çatışmaları bitirmek de bir siyaset ustalığı gerektirir.

Siyasi yapının birçok unsurunun bütün pozisyonlarını Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerine kurması durumu da aslında siyasetin tümünü sıkıştırmaktadır.

Bu “donma” durumunda siyaset alanları açılamadığı için topluma yansıması da sürekli olumsuzluk üzerine olmaktadır.

“Açılım” kelimesi de aşırı kullanımdan yıprattığımız kavramlardan biri olsa da, küçük açılımların belli rahatlamalar sağlayacağına kuşku yoktur.

Erdoğan, cumhurbaşkanına hakaret davaları ve soruşturmalarındaki bütün şikayetlerini  geri alırsa, küçük gibi görünen ama siyasete çok başka kapılar açan bir “açılım” gerçekleşmiş olur.

Siyaset alanının bu kadar daralmasının tespitini bir danışman “sadece Cumhurbaşkanı siyaset yapsın” cümlesiyle anlatmıştı. Herkes siyaset yapsın, siyaset alanı bugünkü daralmadan çıksın ve bunun yolunu da siyasi iktidarın tümü açsın. Hakaret davalarından kurtulmak da bu hattın açılması için iyi bir araç olur.


***


Helal ediyorsanız mesele yok! / Necait Doğru / Sözcü


Yılmaz Dağdeviren, kelimeler, sözler, cümleler, harcamalar, bilançolar konusunda dikkatlidir. Bir uçak, Türkiye'den kalkar ABD'ye 50-60 kişilik yolcuyla gider. Program tutmaz. Aynı yolcularla erken geri dönüş yapar. Gidiş-dönüş kaça mal olur? Götürdüklerinin yeme içme, lüks otelde konaklama harcaması ne tutar? Yılmaz Dağdeviren “uçak işletmeciliğinde” uzman bir arkadaşına rica etti.
Hesap yaptırdı.
Sonuçları gazetelerde köşesi olan yazarlara gönderdi. Bana da geldi.
Sizinle paylaşmazsam!
Egoistlik yapmış olurum.
Ayrıca bu uçak yolculuğunun bütün harcamaları devlet bütçesinden yapıldı. Bu nedenle bu bilgiyi öğrenmek hakkınız.

Benzin Parası:
Uçak Ankara'dan havalandı. ABD'nin Louisville kentine indi. Ankara-Louisville arası uzaklık 6.000 mil. Gidiş dönüş 12.000 mil. Bu büyüklükte bir uçak 12.000 mil uçunca 240.000 litre benzin yakar. Uçak Amerika'ya gitti ve döndü. Amerikalılar, galon hesabı yapar. Yani 240.000 litre yaklaşık 60.000 galon ediyor. New York Havalimanı'nda bir galon uçak benzini 6.40 dolardan satılıyor. Bu uçağın sadece benzin parası 384.000 dolar tuttu. Bir de “depo fulleme” var.
Yuvarlak hesap:
400.000 dolar.

Meydan parası:
Otomobiller, otobüsler, TIR'lar otoyoldan gider, köprülerden geçer. Para öder. Uçaklar hava koridorlarını kullanır, hava meydanlarına iner, hava meydanlarından havalanır. Hava meydanlarında geceler. Hiçbiri bedava değildir. Louisville Havalimanı'na iniş, kalkış, uçağın gecelemesi, bakımı, temizliği, merdiveni, kılavuzluk hizmeti için hep para yazar, alırlar. Örneğimizdeki Cumhurbaşkanı uçağı için bütün bunlara ödenen para 100.000 dolar tutar.

Otel parası:
Cumhurbaşkanı ile birlikte giden heyetin 40-50 kişi olduğu yazıldı. Zaten uçağın uçuş ekibi 10 kişiden az değil.  Böyle bir heyetin Müslüman boksör Muhammed Ali'nin cenaze törenine katılabilmesi için geldiği Louisville kentinde otelde konaklaması gerekir. Torun, damat, diyanet, danışmanlar normal bir odanın müşterisi olamazlar. Türkiye'yi temsil ediyorlar! Hepsi “süit oda” dedikleri lüks odalarda yatarlar. Yeme içme faturaları da, şehir için kullanılan kiralık araç gereç masrafları da “süit oda standardı ve kalitesine uygun düşecek” harcamalardır. Bunu da 200.000 dolardan aşağı kurtaramazsın.

Toplayın.
Ne yapıyor?
700.000 dolar.
Türk Lirası'na çevirin.
Yaklaşık 2.000.000 TL.
Cenaze namazına katılmak iki milyon liraya mal oldu. Para sizden çıktı. Helal etseniz de çıktı, helal etmeseniz de çıktı.
Bilginiz olsun.

Kamu parası ile 50 kişilik heyeti Amerika'ya götürüp cenaze namazı kılmak, ölene mi sevap yazar, kılana mı? Bu sorunun cevabını da gazetelerin ramazan sayfalarında yazan hocalarımız cevaplasın.

 

***


Biz kimden hesap soracağız / Erman Toroğlu / Sabah


Para yüzünden birbirinize girmediniz mi? Sanki finale kalmış gibi hesap sormaya kalkıyorsunuz

Grup kuraları çekildiğinde 'Çok zor' diyen de 'Biz bunları üzeriz' diyen de oldu. Maçlar yaklaştıkça 'Biz bu işi götürürüz'e gelindi. Maçlar başlamadan önce hazırlık maçları dahil görüntü iyi değildi. Maalesef biz pompayı seviyoruz, ha bire pompaladık. Benim için Milli Takım'ın aldığı bu sonuç sürpriz değil. Hatta daha da iler i gideyim, ben Çek maçını da alacağımızı düşünmüyordum. Futbolda her şey var, tamam... Kötü oynarsın, maç kaybedersin ama bir şeye hakkın yok; kötü mücadele etmeye... Milli Takım futbolcuları, ikinci maçtan sonra üçüncü maça kadar kendilerini motive ettiler... Neyle, prim sıkıntısı, tribünlerden yapılan protestolar, Arda'nın ıslıklanması...

Milli Takım, ilk iki maçta kötü demeyeceğim, iğrenç bir mücadele gösterdi. Hepsinin havası sanki Ronaldo, sanki Messi... Tepkileri yiyince tavır koymalar başladı, şans eseri üçüncü maç kazanılınca başta milli takım teknik direktörü Fatih Terim ve kaptan Arda, herkesten hesap sormaya kalktılar. Sanki Avrupa Kupası'nda finale kalmışlar, Türk insanı onları haksız yere tenkit etmiş ama hesabı soran onlar... Aslında bu Türk insanına karşı hesap vermesi gerekenler onlar. Kardeşim siz para yüzünden birbir-i nize girmediniz mi?. Benim Milli Takım Teknik Direktörüm sizleri aleni suçlamadı mı?... Buraya kadar işin bir tarafı, bir de öbür tarafına dönelim:

Fatih Terim'in kızlarına küfür edilmiş, Terim'e küfür edilmiş, Arda'ya... Son derece iğrenç şeyler... Buraya kadar da tamam. Ama bakınız şu ayrıntıya herkes dikkat etmeli. Terim'in yaptığı iş zor bir iş... Herkes fu-t bolu biliyor. Yolda kimi görseniz "Milli Takım'ın hali ne olacak" diye soruyor. Böyle bir ortamda Fatih Hoca'nın kızlarının da damatlarının da hareketlerine dikkat etmeleri gerekir. En ufak bir tepkide bit-i şik locanın içine yürüyüp, küfür edersen, "Ben Fatih Terim'in damadıyım" dersen Terim'i de zor durumda bırakırsın. Terim'in çocukları olmak da zor... Basından uzak durmak zorundasın. Basını kullandım sanırsın ama açığını buldu mu basın sana çakar. Tamam Fatih Hoca, "Yahu kardeşim benim çocuklarım bir yere kadar konuşurum" diyebilir. İnsan çocuğuna da bir yere kadar laf geçiriyor. Ben magazin sayfalarını açtığımda Terim'in kızları ve damatlarına rastlıyorum. Haliyle de onlar olayların içine girip, muhatab oluyorlar. Soruyorum sizlere; Fatih Terim'in eşini gazete sayfalarında, magazin sayfalarında, haberlerde kaç kere gördünüz? Ben Terim'in eşini gazetelerde çok az görenlerdenim. Çok kimse de Terim'in eşini yolda görse tanımaz.
Peki kim doğru yapıyor, kim hatalı... Fatih Terim'in kızları ile damatları hatalı, helal olsun Fatih Terim'in eşine... Davranışları ve hareketleri 10 numara... Tebrik ederim.

NEDEN TÜRK LİRASI DEĞİL
Türkiye'de futbol oynamaya gelen ithal oyunculara, Euro bazında para veriyoruz. Türk Milli Takımı'nda oynayan oyunculara neden Euro bazında prim veriyoruz da Türk Lirası bazında vermiyoruz? Bir kişi çıkıp da bunu bana izah eder mi?

 


***


Hesap kitap devri... / Olcay Çakır / Fotomaç
.

Transfer dönemi alış veriş dönemidir.
Ne sadece alış, ne de sadece veriş dönemi değildir.
İhtiyaç fazlasını satmak, ihtiyacın kadarını da almak gerekir.
Hâl böyle olunca, şartlar ve UEFA uyarıları ortada iken yapacaklarının en iyisini, en doğrusunu yapman şarttır!
Bunu yaparken sağlıklı ortam oluşması, zamanın da ekonomik kullanılması, zamanı kullananların da sıkboğaz edilmemesi önemlidir!


Aldığın, verdiğin oyuncularla koruma altında tutman gereken bir makul kadro olması kadar, bir de makul kasan olmalı.
Şu an gözüken o ki, Trabzonspor emin adımlarla ilerleme, paniklememe, dışarıya bilgi sızdırmama yolunu tercih etmiş...
Transferler konusunda sadece bir net isim, hiç bir dedikodusu olmadan, kimsenin haberi olmadan ilan edildi.
Bu oyuncunun kalite düzeyi, şu an sessiz yürütülen operasyonların da referansı olacak düzeyde... Yani güven oyu bu hamleyle kazanılmış oldu taraftar düzeyinde.


Elbette memnuniyetsizler, ısrarcılar, panik halinde camı kırmaya çalışanlar her dönem olduğu gibi yeni yönetimin de enerjisini düşüren unsurlar olarak göze çarpıyor.
Lâkin imam bildiğini okuyor, bu güzel!
Yönetim tavizsiz yoluna devam ediyor... Hesabı ben devraldıysam, hesabı ben vereceksem, "karışma bende" diyorlar adeta...
Geçmiş dönemlerden sarkan borçlar, alınırken coşku veren ancak şimdilerde enkaza dönüşmüş 'oyuncu parkı' yönetimin elini kolaylaştırıyor da... Temkinli hareket edilmesinin gerekçeleri "geçmiş uygulamalarda saklı" demeleri yetiyor gibi camiaya!


Bir de Yumlu konusu var başlarında...
Sorumlu pozisyondaki herkesin, başkanından yönetimine, teknik adamına kadar herkesin kalması yönünde görüş belirttiği Mustafa Yumlu.
"Son boş mukaveleye imza atan oyuncu türü" olarak neslinin son örneği Mustafa Yumlu...
Osmanlıspor'un kendisine talip olduğu, Mustafa Reşit hocanın açık açık bunu ilan ettiği, ayrıca Kasımpaşa'nın da istediği Mustafa Yumlu...
Mali anlamda kötü sezon geçirmiş, hakemler marifetiyle TFF'nin neredeyse tüm kurullarınca liğme liğme doğranmış Trabzonspor'un günah keçisi Mustafa Yumlu.


Aldığı kuş kadar para ile de borçların ana nedeni sayılan Mustafa Yumlu...
Ona karşı yürütülen linç politikası bir moda akımına dönüştü sosyal medyada. Bazıları bilinçli yaparken, bazıları da rüzgardan...
Yönetim ise sessiz...
Bu oyuncunun ve dahi Zeki Yavru, Mustafa Akbaş, Muhammet Beşir ve Yusuf Erdoğan'ın da çok sağlam psikolojik destek almaları sezon başı yüklemeleri kadar önemli. Çünkü üzerlerindeki sosyal baskı türü bu genç yaşta kaldırılacak bir ağırlık değil... Ve bu durum sezon başladığında artarak devam edecek gibi duruyor...

Biz uyaralım da!.