Medya Arkası (27 Mayıs 2016)

Medya Arkası (27 Mayıs 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde MHP'deki genel başkanlık yarışı, PYD'nin Rakka operasyonu ve Türkiye'nin dış politikası, Reza Zarrab'ın ABD'de yargılanması ve yeni kurulan 65. Hükümet vardı...

PKK’nın parçaladığı aileler / Ersoy Dede / Star


MHP’nin iki yolu

MHP’de kongre süreci artık resmen başladı..

Bir kaç gün öncesine kadar sorsaydınız, farklı bir değerlendirme yapardım..

Yaptım da.

Bu köşede açıkça ifade ettim..

Ama artık şartlar değişti..

15 Mayıs’ta yaşanan kırılmanın ardından, Devlet Bahçeli, sanki hiçbir şey olmamış gibi o koltukta oturmaya devam edemezdi..  Öyle ya da böyle delegasyonda kongre için şartlar olgunlaştıktan sonra o gazın bir şekilde boşalması şart..

Bunu iki türlü okuyabiliriz;

1) Devlet Bahçeli güven tazeleyebilir

2) MHP yönetim değiştirir

Her iki netice de MHP siyasetini rahatlatacaktır.

11 Temmuz sabahı, her ne sonuç ortaya çıkarsa çıksın, Türk siyaseti için hayırlı olacağına hiç kuşku yok.. Tahminimi soranlara arz edeyim..

Eğer son anda muhalifler tek bir aday etrafında birleşmezse, Devlet Bahçeli tereyağından kıl çeker gibi bitirir kurultayı..

Yok eğer yarış Meral Akşener ile Bahçeli arasında olursa, demokrasi tarihine geçecek güzellikte bir kurultay izleriz.

 

***


Hükümetimizi tanıyalım… / Yılmaz Özdil / Sözcü

 

Başbakan Binali Yıldırım… 17/25 Aralık'ta bacanağı gözaltına alındı, milletin orasına koyacağını ifade eden havuzcu müteahhit “Binali kalırsa yaşadık” dedi, oğlu kumarhanede yakalandı.

Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş… “AKP'liler Harun olmaya geldiler, Karun oldular, eğer bunlar 2023'te iktidarda olursa, 2023'te evine icra gelmeyen kalmaz, eğer bunlar 2023'te iktidarda olursa, 2023'te başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimse milletvekili olamaz, buna müsaade etmeyeceğiz, AKP gibi firavunlaşmayacağız, kamu kaynaklarını kendimize ve yandaşlarımıza peşkeş çekmeyeceğiz, İsrail'in vagonu olmayacağız, AKP Amerikan mandasıdır” dedi.

Başbakan yardımcısı Tuğrul Türkeş… “Tayyip Erdoğan niye çıkıp vallahi de billahi de benim evimde böyle paralar yoktur demiyor? Benim tek talebim o'nun yargılanmasıdır. Milliyetçiliği ayağımın altına alırım diyor, senin o bacağını kırarlar. Terör örgütünün faaliyetleri, bizzat AKP iktidarı tarafından meşrulaştırıldı, ülkeyi felakete sürüklüyorlar. AKP'liler televizyon programlarında karşımıza çıkamıyor, AKP hükümeti suskun, miskin, korkak, çünkü dumanlı münasebetler hasıldır. Dış mihraklarla enerji ticareti noktasında, Türkiye'nin menfaatlerinden çok, hususi menfaatleri ön plandadır. Süleyman Şah türbesinin taşınması, zuldür, hezimettir. Bizans bile birçok AKP'liden daha millidir, daha Türk'tür” dedi.

Başbakan yardımcısı Veysi Kaynak… “Rüşvet alanlar hapse girmesin, görevini kötüye kullananlara ceza indirimi yapılsın” diye kanun teklifi verdi.

Başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek… Majestelerinin vatandaşı.

Adalet bakanı Bekir Bozdağ… Binali Yıldırım'ın bacanağını kurtarmak için yargıya müdahale ettiği gerekçesiyle İzmir Başsavcılığı tarafından hakkında fezleke hazırlandı, fezlekeyi hazırlayan başsavcı zart diye görevden alındı, zurt diye takipsizlik kararı verildi.

Çalışma bakanı Süleyman Soylu… “AKP hükümeti bayramları bile millete zehir etti, insanlarımız gülmeyi unuttu, bunlar beceriksiz, yetersiz, paçalarından yolsuzluk akıyor, ihale ve yandaş belediyeciliği yapıyorlar, Eyy recep tayyip erdoğan, boyan döküldü, emir eri oldun, rantın babası oldun, at üstünde duramayan kişi ülkeyi de yönetemez, Türkiye'yi yolsuzluk çukuruna batırdılar, tüyü bitmemiş yetimin üzerinden siyaset yapıyorlar, AKP mensupları genel başkanlarını padişah olarak görüyor, başbakan da kendisini padişah olarak görüyor, bu hükümete zıkkımın kökünü göstereceğiz, tayyip erdoğan'ın altı ayda hurdasını çıkarırım” dedi.

Ekonomi bakanı Nihat Zeybekçi… “Çocukken çok yoksuldum, yırtık donlu Nihattım” dedi, boğazda yalı aldığı ortaya çıktı, boğazda yalı aldığını ortaya çıkaran gazetecilere “pislik yalayıcılar, paçavralar, şerefsizler” dedi. İhracatçılar Meclisi'nin töreninde Numan Kurtulmuş'la birlikte hayırsever rıza bey'e plaket verdi, “o şahsı ilk defa gördüm” dedi.

Enerji bakanı Berat Albayrak… Damat.

Spor bakanı Çağatay Kılıç… Kuzeni önceki gün mafya usülü öldürüldü, cesedi ormana atıldı.

Tarım bakanı Faruk Çelik… Kardeşi zimmetten tutuklandı, kendisi de 2006'da ayağından kurşunlandı.

İçişleri bakanı Efkan Ala… Herhangi bir gelişmiş ülkede, değil insan, bu kadar sayıda kuş öldürülsün, o ülkenin içişleri bakanı tası tarağı toplar istifa eder, Efkan Ala hâlâ oturuyor.

Orman bakanı Veysel Eroğlu… Dünyadaki ilk ve tek “inşaat” mühendisi “orman” bakanı.

Sağlık bakanı Recep Akdağ… Pantolon paçalarını çoraba sokun.

Bilim bakanı Faruk Özlü… “Savunma bakanı olmayı bekliyordum, bunu beklemiyordum” dedi. 36 senedir savunma sanayi müsteşarlığında çalışıyordu, savunma sanayi müşteşar yardımcısıydı, TBMM milli savunma komisyonu başkanıydı, neden savunma bakanı yapılmadığını kendisi bile anlamadı, “bilim” bakanı olmasına rağmen “bilimsel” olarak izah edemedi. Halbuki “izahı” alttaki bakanlıktaydı!

Milli savunma bakanı Fikri Işık… Bilim bakanıydı. İsmet Yılmaz sürpriz şekilde milli eğitime kaydırıldı, savunma bakanlığı koltuğu boşaltıldı, savunma bakanı olmasına kesin gözüyle bakılan Faruk Özlü tuhaf şekilde bilim bakanı yapıldı, hiç kimse nedenini anlamadı, Fikri Işık sürpriz şekilde milli savunma bakanı yapıldı. Çünkü, sayın basınımız henüz farkında değil… Savunma bakanı, imam. Tarihte ilk!

 

***


Teslim olanlar ve ötesi / Güneri Cıvaoğlu / Milliyet


Önce... 25 PKK’lı teslim olmuştu. Dün de 42... Bu sayılar PKK’nın “özerk yönetimler kurmak” iddiasıyla kentlerde işgallerinin “tükenişe gittiğinin” işareti olabilir.


Zaten Kandil’in “Biz çekildik, orada kalanlar sivil vatandaşlardır. Teslim olanlar ise gençlik yapılanmasının bireyleridir” açıklaması da bu yorumu doğrulamakta.

Ancak...
Sahadaki güvenlik güçlerine göre ise “PKK şaşırtmaca çabasında. Bu tür açıklamalarla güvenlik güçlerinin kuşatmasını kaldırtmak, en azından gevşetmek istiyor.
Böylece oralardaki PKK’lıların kaçmasına imkân sağlamak hesaplarında...”
Bir yer boşalırken başka yerlerde “işgal” yapabilir.
Güvenlik güçlerine “patlayıcılarla” saldırıları ise sürdürmekte.
Masum sivil Kürt yurttaşlarımızı da öldürmekte.

Ankara’nın “PKK terörünü temizleyinceye kadar” kararlılığıyla başlattığı ve sürdürdüğü mücadeleye direnmek / karşı saldırıları yoğunlaştırmak Kandil’in “varlık” nedeni.
Terör bittiğinde, Kandil’deki-lerin işlevi ortadan kalkar.
Yıllardır strateji buydu.

Ancak...
İki önemli “parametre” gözden uzak tutulmamalı.
1- Güvenlik güçleri 1980’li yıllardan bu yana mevcut silahlı PKK sayısının 4 katını etkisiz hale getirdi.
Yani...
Başarılı.
Fakat hâlâ en az aynı sayıda silahlı PKK teröristi dağlarda ve kentlerde.
Etkisiz hale getirilenin yerini yenisi alıyor.
O halde güvenlik güçlerinin başarısının yanı sıra siyasetin de başarılı olması gerekir.
Dağ yolunun kapanacağı bir “zihinsel” değişim üretilmeli.
Demokratik, kültürel, sosyolojik, siyasal boyutları olan “birlikte yaşamak, aynı değerlerin paylaşıldığı” bir Türkiye yapılandırmak, siyasetçilerin işi.
“Barışın ve yaşam hakkının” kutsandığı psikoloji bölgede içselleşmeli ve yayılmalı.
2- Türkiye bunları tam anlamıyla yaparsa Kandil’in ayağının altındaki zemini erozyona uğratır.
Ama...
Ne yazık ki her şey Türkiye’de başlayıp Türkiye’de bitmiyor.
Kandil’in önünde yakın geçmişte “Kuzey Irak Kürt Yönetimi” modeli vardı.
Güneydoğu’yu “Kuzey Irak Kürt bölgesi” gibi bir “özerk bölgeye dönüştürmek” hedefine yönelmişlerdi.
Şimdi...
Önlerinde bir de Kuzey Suriye Kürt Yönetimleri var. (PYD)
Üstelik PYD aslında PKK’nın bir türevi, kolu, dar anlamıyla kendisi.
Kandil’in iştahı arttı.
PYD kantonlarının paralel Türkiye’deki Kürtlerin yoğun olduğu coğrafyanın da kendi kantonlarına dönüşmesi hesaplarını yaptı.
Son işgaller bu hesapların uzantısıdır.
Güvenlik güçlerinin kararlı mücadelesiyle, “kentleri işgal ve özerk yönetimler” planı yürümediyse “bile kafalarından silindiği” sanılmasın.
Çünkü...
Asıl teşviki, tahriki, desteği başka devletlerden almakta.
PYD’yi IŞİD’e karşı savaşında kullanarak “savunma ortağı” olarak -adeta- “meşrulaştıran” devletler ve özellikle ABD, Kandil’in umutlarını hâlâ canlı tutuyor.
PKK, bölgedeki başka devletlerden de beslenmekte.
Ve Batı’dan da...
PYD’nin büyük başkentlerde resmi temsilcilikler açması, bu temsilciklere bulundukları ülkenin devlet kademesinden ziyaretler de cabası.
Bunun da formülü “diplomasi ustalığıdır.” 

 


***

 

Halk ve Mehmetçik bitirecek! / Güngör Mengi / Vatan

Kobani ve Rakka
 
Dört gün önce Sur’da halk, esnaf HDP’li milletvekillerine büyük tepki göstererek “Alın pisliklerinizi de defolun. Niye geldiniz” sözleriyle kovdu.
 
Güneydoğu veya Türkiye’nin bir başka bölgesinde halk HDP’yi veya PKK’yı “Kürtlerin temsilcisi” olarak görmediğini, tam aksine “terörün ortak sorumluları” saydığını artık açıkça anlatmaktadır.
 
PKK’nın sivilleri 15 tonluk patlayıcıyla öldürmesi ve diğer eylemler Demirtaş’ın “Kobani’de ne olduysa burada da aynısı olacak” sözleriyle örtüşüyor. Kobani’de “IŞİD” bahanesiyle Türkiye’den destek bile alınmıştı, şu anda aynı olay Rakka’da yaşanmaktadır.
 
ABD; PKK-PYD’nin “Suriye’deki kantonları birleştirmek için son alan” olan Azez-Cerablus hattının güneyinde önemli bir petrol bölgesi olan Rakka’yı Türkiye’den vuruyor.
 
Suriye’deki yanlış politikamıza bir yenisinin eklendiğini görmek zorundayız!

 

***


VİZENİN KALKMASINA FETHULLAH ENGELİ / Mehemt Tezkan / Milliyet


Rakka IŞİD’in mi olsun YPG’nin mi?

IŞİD adlı terör devletinin Suriye’deki merkezi Rakka..
Başkenti de denilebilir..
Önceki gün Rakka’yı IŞİD’den temizlemek için operasyon başlatıldı.. Koalisyon uçakları (daha doğrusu ABD) havadan vuruyor.. Suriye Demokratik Güçleri denen silahlı yapı karadan yürüyor..
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Ankara’nın kurdurduğu Özgür Suriye Ordusu’yla (ÖSO) hiçbir ilgisi yok..  
SDG’yi Washington kurdurdu.. Arap aşiretleriyle Suriyeli Kürtlerin ortaklığı..
Ankara’nın terörist ilan ettiği, PKK’nın uzantısı dediği PYD/YPG de işin içinde..
Hatta önemli güç..
Önemli olmasa, ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı Rojova’ya kadar gidip operasyon öncesi YPG’yle masaya oturmazdı..
***
12 bin SDG savaşçısı Rakka’ya doğru ilerliyor.. Başarırlarsa, IŞİD’i kovalarlarsa YPG Rakka’da söz sahibi olacak..
PYD’nin ABD nezdinde itibarı artacak.. Avrupa’da daha fazla temsilcilik açacak.. Meşrulaşacak..
***
Ankara IŞİD’le PYD/YPG arasında sıkıştı kaldı..
Kırk satır mı kırk katır mı durumuna düştü..
Bu hal Suriye politikasının iflasının iflası değil mi?

 

***


Aziz Sancar bilim fırtınası ülkeye iyi geldi / İsmet Berkan / Hürriyet

 


FARKINDA mısınız bilmiyorum, iki haftadan uzun zamandır Türkiye'de bir Aziz Sancar bilim fırtınası esiyor.
Bu yıl Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar, Konya’dan İzmir’e, Ankara’dan İstanbul’a çok sayıda şehrimize ve üniversitemize gitti son 16-17 günde, bazen günde 6 tane olmak üzere tam sayısını kendisinin de hatırlamadığı kadar çok konferans ve seminer verdi; yine sayısını hatırlamadığı kadar çok resmi yemeğe, galaya katıldı.
 
Arada Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı ve çok sayıda rektörle görüştü; Nobel madalyasını Anıtkabir’e bıraktı. Liselere gitti, üniversitelere gitti, kimi yerlerde kendi deyişiyle ‘stand-up’ konuşmalar yaptı, dinleyicileri kâh güldürdü kâh heyecanlandırdı; kimi yerlerde ise tamamen bilimsel seminerler verdi.
 
Ben bile şu süre içinde Aziz Sancar’la iki ayrı yemekte aynı masada oturdum, kısa da olsa sohbetler ettim. Cumhuriyet gazetesinden meslektaşım Orhan Bursalı, ki Aziz Sancar’ın hayat hikâyesini kitap olarak yazdı ve kitabı şimdiden ilk baskısını tüketti bile, Aziz Sancar’la yemek ve konferanslarda birlikte olma konusunda rekoru elinde tutuyor olmalı.
 
Aziz Sancar, Türkiye’de bulunduğu süre içinde 20’den fazla konferans ve seminer verdi. Bu konuşmaların hepsinin sonunda soru-cevap periyotları da oldu. Mesela önceki gün Koç Üniversitesi’ndeydi, dün de Sabancı’da. Her iki konuşmada da ‘stand-up’ değil, ciddi bilimsel konuşmalardı ve Sancar’ın uğraştığı dar alanın dışındakilerin bunu anlaması kolay değildi. Sabancı’daki konuşmayı bilmiyorum, orada bulunamadım ama Aziz Sancar’ın Koç’taki konuşmadan sonra gelen sorulardan çok memnun olduğunu biliyorum.
 
Mikrobiyoloji ve genetik Türkiye’de hızla kendine bilimci bulan iki önemli alan ve Sancar’ın çalışmaları bu alanda bilim yapmak isteyen herkes için hem ders kitaplarında yer alan hem de yarını aydınlatan önemli mihenk taşları.
 
Aziz Sancar’ın iki ‘post-doc’ öğrencisi halen Koç Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Bunlardan biri, Prof. Halil Kavaklı, kanserli hücreleri daha hızlı öldürecek bir molekül bulduğunu düşünüyor; halen araştırmalar ve deneyler devam ediyor. Prof. Kavaklı, molekülü için Aziz Sancar’ın bulduğu bir mekanizmayı kullanmış. Yani bayrak yere düşmemiş, yoluna devam ediyor.
 
Sancar’ın ‘stand-up’ diye adlandırdığı konuşmalardan sonra da çok sayıda soru geliyor elbette. Bu sorularda Sancar genellikle gençlere bilimle uğraşmalarını, çok çalışmalarını salık veriyor.
 
Günlerdir gazetelerde çıkan haberleri de izlediyseniz eğer, Aziz Sancar’ın ülkemizde bir bilim fırtınası yarattığını, bilime olan ilgiyi arttırmak için elinden geleni yaptığını ve çok sayıda insanı da bu anlamda etkilediğini fark etmiş olmalısınız.
 
Sancar’la geçirdiğim kısıtlı sürede, etraftan ona yönelik en çok “Bize ilham verdiniz, teşekkür ederiz hocam” cümlesini duydum. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde de, Koç Üniversitesi’nde de. Eminim Hacettepe veya Ege veya Yeditepe’de de farklı sözler duymamıştır Aziz Sancar.
 
Aziz Sancar’ı Türkiye gezisinde en çok sevindiren şey, gördüğü bu ilginin ve sıcak karşılamanın dışında, herhalde eşi Gwen Sancar’la birlikte ismini taşıyan vakfın kurduğu Türkiye Merkezi’nin genişletilmesi için gereken 5-6 milyon dolarlık finansmanı bulma konusunda Türk iş dünyasının önde gelen temsilcilerinden aldığı söz oldu. Bu merkez, bugüne kadar Sancarların kısıtlı paralarıyla dönüyor ve Kozey Carolina Üniversitesi’ne gelen Türkiye kökenli araştırmacılara mütevazı barınma imkânları sağlıyordu. Sancar Nobel’den gelen parasını da bu merkeze bağışlamıştı.
 
Aziz Sancar’ın adı Türkiye’de çok sayıda okula, iki üniversitenin araştırma merkezine ve Mardin’de daha önce çalıştığı sağlık ocağına verildi. Dün Hürriyet’te de okudunuz, “Buna layık olmak için çalışacağım” diyor bütün tevazusuyla Aziz Sancar. Son sürpriz Koç Üniversitesi’nden geldi; üniversite sonsuza kadar her yıl Mardinli bir öğrenciye, Koç’u kazanamamış ve tercihan kız olan bir öğrenciye, tam burs vererek onun kontrenjan dışında Koç’ta okumasını sağlayacak.
 
Umalım ki Aziz Sancar’ın son 16-17 günde estirdiği bu olumlu bilim fırtınası ülkemizde kalıcı olsun; daha çok gencimiz temel bilime yönelsin.

 

***

 

Hayırsever işadamı Reza!.. / Mehmet Türker / Sözcü


Taze sadrazam Binali, “Türkiye'ye yatırım yapacakların önüne turkuaz halı sereriz” diyor…
Yabancı yatırımcının aradığı hukuku egemen kılmayı düşüneceğine, aklı halı sermekte…
İşte… Hukuk ile turkuaz halı arasındaki farkı ABD yargısında görüyoruz!..
Şarkıcının kocası İranlı çocuğun Türkiye'de üstü örtülen bütün marifetleri New York savcılığında listeleniyor…
Bu arada Türkiye'deki hukukun ve yargının durumu da Reza'nın marifetleriyle birlikte ortaya dökülüyor!..
Bizim sadrazamın aklı da turkuaz halıda!..

Çok hayırsever işadamı…
Milyon dolarları havaya savuran tatlı çocuk da…
Yandaş derneklere, yandaş vakıflara yaptığı bağışlar hayırseverlik midir, yoksa hayırseverlik çikolatasına sarılmış rüşvet midir?..
New York savcılığı Reza'nın Türkiye'de bakanlara verdiği iddia edilen rüşvetleri de gündeme getiriyor…
Rezidansta bulunan milyonlar, adam boyu kasalar, para sayma makineleri…
700 bin liralık saat…
Ve banka müdürünün ayakkabı kutuları ile banyosundaki bornozunun ceplerinde bulunan milyon dolarlar!..

Bir adam banka genel müdürü olacak, bağışlanan “hayır paralarını” bankada bir hesaba yatıracağına bunları ayakkabı kutularında, bornoz ceplerinde saklayacak, nasıl olur bu?..
Ve nasıl olur da yargı bunu normal bulur, paraları da faiziyle birlikte iade eder?..
Bunlar şimdi ABD yargısında!..
Paralelci veya değil, Reza'ya operasyon yapan polislerin, soruşturmayı yürüten savcıların, tutuklamaları yapan yargıçların işten el çektirilerek hapse atılması da ABD yargısının gündeminde!..

New York savcılığı 10 milyon doları nakit 50 milyon dolar kefaletle serbest bırakılmayı kabul etmedi…
Gerekçesi, bu “hayırsever” çocuğun hep yalan söylediği, büyük servet sahibi olduğu, 50 milyon doları kolaylıkla feda edebileceği yolunda…
Savcılık, Reza'nın Türkiye'de rüşvet verdiği kişileri “yozlaşmış siyasetçiler” olarak nitelendirirken, yalıların, yatların, katların, atların da dökümünü hazırlamış…

Türkiye'deki iktidar, 17 Aralık büyük rüşvet ve yolsuzluk olayının üstünü ne kadar kapatmaya çalışırsa çalışsın, gün geliyor olay taaa Miami'de patlıyor, New York'ta devam ediyor…
Türkiye böylece, yolsuzluk ve rüşvet olaylarıyla çalkalanan bir 3. Dünya ülkesi durumuna düşüyor!..
Türkiye'de siyasetçilerin bağrına bastığı hayırsever işadamı, gün geldi rüşvet dağıtarak milyar dolarlara hükmeden, rüşvet vererek cezaevinden kurtulan bir tip haline geliverdi!..
Bunu sağlayan da ABD yargısı
oldu…
Ve Türkiye'de kapatılan 17 Aralık dosyası ABD'de açıldı!..
Bizim sadrazam da önce “hukuk” diyeceğine, önce “turkuaz halı” diyor!..

Bu ibretlik olayı utanç içinde izliyoruz!..
Acaba başka utananlar da var mıdır?..
Yoksa Reza hâlâ hayırsever iş adamı da…
Biz mi yanılıyoruz?!.


***

Kupa genlerinde var... / Şansal Büyüka / Milliyet

Bu kupa alışkanlığı Galatasaray’ın genlerinde var... Fena halde ıskalanmış koca bir sezonu, gene de kupayla kapatıyorsan helal olsun... Üstelik bu rakibinle oynadığın beşinci kupa finali, beşte beş yapmışsın... Rakibinin daha siftahı yok... Üstelik öyle bir galibiyet, öyle bir kupa ki, adını ne koyarsan koy... İstersen “büyük vurgun” de, istersen “Galatasaray define buldu” de, ne dersen de... Hepsinin karşılığı fazlasıyla var... Öyle ya, Galatasaray bu galibiyetle, berbat geçirdiği bir sezonu bile kupayla kapamayı başardı, rakibine kupayı kazanma şansını gene vermedi ve en önemlisi UEFA hesabının iki yıla çıkmasına izin vermeyip, bir yılla kapadı...

Aslında ilk yarısı mutlak Galatasaray’ın, ikinci yarısı Fenerbahçe’nin olan bir maçtı... Galatasaray ilk yarıdaki iyi oyunun karşılığında bir gol buldu, Fenerbahçe ikinci yarıdaki baskısında pozisyon bulmakta bile zorlandı... Galatasaray’da sezon boyu “dudak bükülen” Hakan Balta, Denayer, Carole neredeyse kusursuz bir maç oynadılar... Fenerbahçe’nin ise sezon finalinde alışılmış geri dörtlüsünün en önemli iki adamı Gökhan ve Alves’siz bir kadroyla çıkması, yönetim hatası mıydı, yoksa hoca hatası mı bilemem...

Aslında sezon sonu yaklaştıkça Galatasaray’ın çıkışa, Fenerbahçe’nin düşüşe geçtiği çok açık görünüyordu... O görüntü kupa finalinde de pek değişmedi... Galatasaray o çıkışının karşılığını alırken, çoğu maçta olduğu gibi ikinci yarıda adeta durdu... Burada da Fenerbahçe’nin koca bir sezon çektiği “gol” sıkıntısı ortaya çıktı... Biraz da sahanın dışına çıkayım... Taraftarların tribünleri eşit sayıda paylaştığı maç oldu mu, görüntüsü de, keyfi de başka oluyor... Ancak o kadar meşale sahaya nasıl giriyor... Nerede özel güvenlik, nerede turnikeler, nerede yasalar, nerede passolig... Hepsi yalan- dolan...

Bir de Antalya stadı muhteşem ama zemin tek kelime ile rezil... Bu stad konusunda okyanusları aşıyoruz, derelerde boğuluyoruz. Galatasaray’da Sneijder’in bir maç oynayıp üç maç yatması doğru mu ? Podolski derseniz, ligde attığı bir düzine gol falan hikaye, kupa finalinde attığı tek gol Galatasaraylılar için bir sezona bedel... Fenerbahçe’de Nani ile Van Persie beni yanıltmadı... Koca bir sezon doğru dürüst ortada yoktular... Aynı istikrarı kupa finalinde de gösterdiler... Gene yoktular... Fenerbahçe bu sezonu sadece bir derbi galibiyetiyle kapattı... Bu da Fenerbahçe’lilerin alışkın olduğu ve çok da kabul edeceği bir durum değil... Galatasaray’a bu kadar hoca geldi gitti, en iyi işi yokluktan takımın başına getirilen Riekerink çıkardı... Pereira’ya bakıyorum, halen not alıyor... Ne notu kardeşim; ortada ne bir başka maç, ne de kupa kaldı... Ne yapacaksın notları, hatıranı mı yazacaksın...

Galatasaray’a tebrikler, gerçekten bu kupa alışkanlığı genlerinde var... Fenerbahçe’nin tarihinin en büyük transfer parasını harcadığı bir sezonda elleri bomboş... Üstelik Fenerbahçe finalleri kaybetmeye, ikincilikleri alışkanlık haline getiriyor gibi...

İyi takımlar, iyi futbol, iyi insanlar kazansın... Benim dileğim budur...

 

***

Motive olan kazandı / Selçuk Dereli / Sözcü


Ligde aradığını bulamayan her iki takımın finalinde sezonun daha formsuz olarak gösterilen ekibi Galatasaray hedefine ulaştı. Sezon içerisinde her iki takım karşılaştırıldığında Fenerbahçe'nin üstünlüğü tartışılmazdı. Zaten şampiyonluğu kaçıran taraf da sarı-lacivertlilerdi. Galatasaray bu sezon taraftarlarına bekleneni veremedi, ancak bu kupa onlara teselli oldu. Elbette bu kupanın alınması, sarı-kırmızılılarda yaşanan yönetim sorunlarını ve ekonomik problemleri gölgelemez. Bu sorunların çözülüp daha da büyümesi önlenmeli, Öbür yandan Fenerbahçeliler sadece şampiyonluğu değil motivasyonlarını da kaybetmişler. Ligin son iki haftasına kadar gösterilen performanstan dün akşam eser bile yoktu. Çok dağınık bir görüntüyle oynadılar. Başta Volkan Şen olmak üzere bazı oyuncular bireysel davrandılar. Sadece son 20 dakika rakip kaleyi baskı altına alsalar da, bu yeterli olmadı.

PEREIRA TAKIMI BIRAKMIŞ

Teknik Direktör Pereira'nın oyuna müdahalesi de yetersizdi. Zaten Portekizli teknik adamın kenardaki tavrı, artık takımı bıraktığını ve vedaya hazırlandığını gösteriyordu. Galatasaray geçmişteki kupa tecrübesiyle istediğini almayı bildi. Cimbom'da Podolski çok büyük bir çaba gösterdi. Takım da özellikle ilk yarıda rakip kalede savunmada da hata yapmadı. Antalya'da stat yeni ve müthiş, ama zemin felaket. Bu statları kim yapıyor kim denetliyor çok merak ediyorum. Yazık günah bu insanların vergilerine. Hakem Mete Kalkavan çok iyiydi. Sezonun da bana göre en iyisiydi Sonuca giden yolda hatası yoktu. Kalkavan gelecek yıllarda çok daha iyi olacak.