Medya Arkası (28.06.2017)

Medya Arkası (28.06.2017)
Bugünkü köşe yazılarında konu yelpazesi geniş.. Adalet yürüyüşü de var, Katar meselesi de.. IŞİD ile mücadele konusu da yazarların gündeminde, basın özgürlüğü söylemleri de.. İşte günün yazıları..

AHMET ALTAN'IN SAVUNMASINI NASIL BULDUĞUMU SORDULAR / CAN ATAKLI / KORKUSUZ 

Bir süredir özellikle sosyal medya üzerinden “Ahmet Altan'ın savunması” güzellemeleri yapılıyor.
Ahmet Altan savunması ile bir hukuk dersi vermiş, gerçekleri herkesin yüzüne çarpmış, falan.
Geçenlerde bir gazeteci arkadaşım bana da sordu “Ahmet Altan'ın savunmasını nasıl buldun?” diye.
“Çok güzel” dedim. “Gerçekten demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine inanan herkes bu savunmanın altına imzasını atmalı” diye de ekledim.
Arkadaşımın şaşırdığını fark ettim. Zaten o da biraz durakladıktan sonra “Zamanında Taraf Gazetesi'nde yazdıklarına hiç katılmıyordun” dedi.
“Tamam işte” dedim, “ben de oraya geliyorum şimdi.”
Sonra devam ettim; “Bu savunma metnini, kimin olduğunu hiç söylemeden biri bana verse ve okutsa az önce söylediklerimi tekrarlardım. Ama bunu yazanın kim olduğunu öğrenince durum değişiyor. Bu sözleri Ahmet Altan'ın söylemiş olması bana hiç samimi gelmiyor.”
Daha sonra şunları söyledim: “Ahmet Altan yönettiği Taraf adlı paçavrada medya tarihinin en rezil işini yaptı. Sırf AKP iktidarına destek vermek için kişileri karaladı, aşağıladı, yalan ve kumpaslarla yüzlerce insanın mağdur olmasına, yıllarca hapishanelerde en ağır koşullarda kalmalarına neden oldu. Gazetecileri jurnalledi, onların hapislere düşmesinden aldığı derin hazzı manşetlerine taşıdı.”
Biraz öfkelendiğimi düşünerek soluklandım ve devam ettim; “O zaman aralarında benim de olduğum bir avuç insan yapılan haksızlıkların, hukuksuzlukların karşısında durduk. Hukukun bu kadar örselenmesinin bir süre sonra bu yolu açanları içinde boğacağını söyledik. Dinlemediler, alay ettiler, güç sarhoşluğunun etkisiyle ülkeyi kendilerinin yönettiğini zannettiler. Bugün kendi kazdıkları kuyunun içindeler artık. Bu saatten sonra demokrasi; hukuk masalları anlatarak, ki ifadeler muhteşem olsa bile, artık bir değeri ve geçerliliği kalmadı. Geçmiş olsun.”

*****

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE ALMAN STANDARDI / FATİH ALTAYLI / HABERTÜRK 

Almanya’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret, neredeyse bir milli spor haline geldi.

Medyası, komedyeni, yazarı, siyasetçisi her fırsatta Erdoğan’a hücum ediyor.

Cumhurbaşkanı ise özellikle medyada kendisine yönelik hakaretlere dava açıyor.

Ancak bu davalar genelde sonuçsuz kalıyor.

Gerekçe ise “basın ve fikir özgürlüğü”.

Basın ve fikir özgürlüğüne sonuna kadar inanan biri olarak Almanya’nın bu konuda ikiyüzlü olduğunu düşünüyorum.

Niye mi?

Anlatayım.

Galiba 2006 yılıydı.

Almanya Başbakanı Angela Merkel, bir plajda denize girdikten sonra havluya sarınıp mayosunu değiştirirken, bir ajans Merkel’in çok da hoş görünmeyen ve bazı bölgelerini bir miktar teşhir eden fotoğraflarını çekmiş ve bütün dünyaya servis etmişti.

Ben de o dönem henüz el konulmamış olan Sabah Gazetesi’nin genel yayın yönetmeniydim ve bu fotoğrafı dünyadaki pek çok gazete gibi kullandım. Kıyamet koptu. Almanya Büyükelçiliği’nden protesto üzerine protesto.

Kınama üzerine kınama.

Fotoğrafı çeken biz değiliz, dünyaca ünlü bir ajans.

Fotoğraf Merkel’in evinde değil, halka açık bir yerde seçilmiş ama hedefte biz.

Haklı olduğumuz için ne özür diledik, ne başka bir şey yaptık.

Merkel’in fotoğrafı bir Türk gazetesinde yayınlandığı zaman basın özgürlüğü tanımayan Almanya, Türkiye Cumhurbaşkanı’na hakaret söz konusu olunca özgürlükçü. Ben tam özgürlükten yanayım Almanya.

Ya siz!

Not: Allah var bizi dava etmediler, ama etselerdi de kazanma ihtimalleri yoktu.

*****

O GECE VELİAHT PRENSİ İSRAİL KORUDU / NEDRET ERSANEL / YENİ ŞAFAK 

Ortadoğu’da kara delikler açılıyor.

Bunların bir kısmının kokusu çıkmaya başladı. Çok gizli bir takım operasyonları da ‘hissediyoruz’. Tehlikeli işler.

Katar krizinde, Körfez ülkelerinin Doha’nın önüne sürdüğü şartlar belli olmadan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson şunları söylemişti: “Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn’in bir istekler listesi hazırladığını anlıyoruz. Yakın zamanda Katar’a sunulacak olan bu istekler listesinin makul ve uygulanabilir olmasını umuyoruz”...

Bir evvel yazmış idik; Bu şartlar ‘ABD’ye göre’-dilerseniz ‘ABD tarafından’ da diyebilirsiniz-hazırlandı. 

Doğal olarak, bu şartların hangisinin “makul olmadığını”, hangisinin “yumuşatılabileceğini” en iyi o biliyor. (Şartların sızdırılması ise başka iş, ayrı tuzak.)

Tillerson açıklamasının devamı var...

“ABD, Kuveyt krizini çözmek için yaptığı arabuluculuk çalışmalarını destekliyor”. (‘ABD, Katar’a verilecek istekler listesinin makul olması gerektiğini söyledi’, 22/06, Star.)

Yani, bu şartları bizimle konuşacaksınız/pazarlık edeceksiniz diyor. “Makul”, pazarlık payı anlamına geliyor...

Emirlik mesajı aldı. Araya başka gelişmeler girmese, Katar Dışişleri Bakanlığı’nın şu açıklaması hayata geçebilirdi; “ABD’nin duruşu Doha tarafından iyi karşılandı”...

İki kritik anın perde arkası büyük muamma...

Çözüldüğünde, bölgedeki müttefik ve düşmanların pozisyonları daha iyi tarif edilecek.

Birisi, Prens Muhammed bin Salman’ın birinci veliaht ilan edilmesi sırasında olanlar. İkincisi, Katar’a yönelik girişim başladığı anda küresel kamuoyuna yansıyandan daha fazla bir planın kurulmuş olup olmadığı.

İkincisini öteleyip, birincisine bakalım...

CIA BİN NAYİF’İ DESTEKLERKEN...

Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Salman’ın tahta hazırlandığı zaten biliniyordu, kimse sürpriz diyemez. Krallıkta aday sıralaması peşin yapılır ki, ani değişimlerde ülkeyi tehlikeye sürükleyecek kaoslar oluşmasın.

Bu yüzden, Salman’dan evvel Kral’ın yeğeni olan Muhammed bin Nayif’in getirilmesi başta tartışıldıysa da, Prens Salman’a tecrübe kazandırıldığı duyumu dolaştırıldı ortada.. Ama asıl amaç, “hedef olmaması/korunması” için geride tutulmasıydı.

Suud iç dengeleri tehdit üretebilirdi ve o sırada Obama yönetimi ile büyük gerginlik yaşanıyordu.. Dahası, iki odak kriz anında buluşabilirdi!

Prens bin Nayif’in bu hassas terazinin ince ayarlarını bilmemesi mümkün değil. O da kendine göre müttefik aradı. ABD de durumun farkındaydı ve o sıralar ellerinde sadece Nayif olabilirdi. İlişki de, Kral ve oğlu yüzünden ancak belli kanallar ve amaçlar üzerinden yürütülebilirdi...

Kimsenin karşı çıkamayacağı bir çatı altında CIA-Nayif dosluğu pekiştirilebilirdi. Ortadoğu’da, “terörle mücadele” dediğinizde sınırsız ve korunaklı bir alan açarsınız ve eylemlerinizin ‘ayıbı’ olmaz.

Kaldı ki, Prens Nayif bunun için uygun bir isim; 2000’li yılların başından itibaren istihbarat-güvenlik çarkları içinde güçlü/güçle bağlar biriktirmiş bir isim. Hem FBI’da hem Scotland Yard’da bulunmuş, 2009’da El Kaide’nin suikastından kurtulmuş bir isim.

Tek alıntıyla geçelim... Şubat ayı başında CIA Direktörü Mike Pompeo ilk yurt dışı turunda Suudi Arabistan’a gitti ve Prens Nayif’e CIA madalyası taktı.

“Al Jazeera” bu kutlu hadiseyi şöyle duyurdu; “Suudi Arabistan tahtının sonraki varisi terörle mücadele madalyasını CIA’in yeni Direktörü’nün elinden aldı”. (‘Bin Nayef receives CIA award for ‘counter-terrorism’, 12/02, Al Jazeera. Pompeo Riyad’a Ankara’dan gelmişti.)

Bir soru şudur; bu ödül “veda hediyesi” midir yoksa işin başında yeni Washington yönetimi Nayif’le devam etmeyi mi düşündü?

Bu sorunun kesin yanıtının ve Kral’la veliahtın, Başkan Trump’ın, Riyad-Tel Aviv-Vatikan turunda bağlandığı anlaşılıyor.

Ancak Prens Nayif anlamış mıydı?

KATAR’DA DIŞ, RİYAD’DA İÇ DARBE!..

S. Arabistan liderliğindeki bir seri ülkenin Katar’ı kuşattığı gün ve gecede, Doha’nın kaygıları ve buna ne önlemler aldığı zamanla anlaşılabilir ama hiç fark/merak edilmeyen, Suud tahtının müstakbel veliahtı değişirken Riyad’ın kaygıları ve buna ne önlemler aldığıdır...

Şöyle önlemler alınmış olabilir mi; “Suudi Kral Salman bin Abdulaziz geçtiğimiz Çarşamba günü Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in yerine kendi oğlu Muhammed bin Salman’ı getirdi. Bu kararın açıklanmasından sonra, İsrail Hava Kuvvetleri, içlerinde F-16, F-15CD ve F-16CD savaş uçakları, iki Gulfstream tipi uçak, iki tanker uçağı ve elektronik savaş için tasarlanmış iki özel C130 uçağını S. Arabistan’a gönderdi!” (‘18 Israeli Fighter Jets Landed in Saudi Arabia to Prevent Coup’, 22/06, Global Search.)

Doğruysa, İsrail bunu neye dayanarak yaptı?

Katar’daki Türk üssünden rahatsız olan Riyad herhalde İsrail’i ülkesine davet etmiş olamaz?

Olabilir mi?

İşin doğrusu aynı kaynak, bu daveti Veliaht Prens bin Salman’ın bizzat yaptığını söylüyor...

Neden?

Kuzeni Prens bin Nayef’in muhtemel girişimlerinin önünü kesmek için...

Ezcümle, Riyad’ı kimin Doha’yı kimin koruduğu (The Times: ‘Türkiye’nin Katar’a siyasi ve ekonomik desteği kadar, caydırıcılığı da rol oynuyor’, 25/06.) düşünüldüğünde, Ortadoğu’nun yeni kara delikleri büyüyor mu, yoksa küçülüyor mu dersiniz?..

*******

DEAŞ TEHDİDİNDE İKİNCİ DALGA... / KÜRŞAD ZORLU / VATAN 

Bayramın hemen öncesinde kamuoyuna yansıyan bir haber dikkatinizi çekmiş olmalı...

Hatırlamak gerekirse Suriye’deki çatışmasızlık bölgelerine Kazakistan ve Kırgızistan’ın asker göndereceğine yönelik bir iddia yer alıyordu. Bu konuya çok önce dikkat çekmiştik. Hatta Rusya henüz bölgenin dışındayken katıldığımız bir programda “IŞİD dalgasının ikinci hedef alanı Orta Asya olacak ve Rusya müdahale edecek” diyerek uyarmıştık. Zira Orta Asyalı radikal gruplar bugün DEAŞ’ı ortaya çıkaran insan kaynağına özellikle Afganistan ve Suriye’de katılmaya başlamıştı. O günlerde ortak tehdit alanında bulunan Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan bu süreci kaygılı bir eksende konuşmayı sürdürüyordu.

Bölgenin “demir yumruk” ülkesi olarak bilinen Özbekistan, başka saikler olsa da bu güvenlik açığına karşı sert tedbirler uygulamaktan kaçınmıyordu. Üstelik bu girişimlerden birisi karşısında BM’de kullandığımız oyun rengi dost Özbekistan’la ilişkilerimizde derin yaralar açmıştı.

Elbette ne Orta Asyalı ülkeler ne de bölgeyi kendi güvenliğinin kildi gören Rusya bu duruma sessiz kalmayacaktı.

Asırlar ötesine dayanan hedefleri bir tarafa Rusya’nın 2015’te bölgeye gelişi, Astana zirvesinin oluşumu ve sahayı birinci elden kontrol altına alma isteği Avrasya’nın merkezinde DEAŞ vb ağların engellenmesinin de bir gereği olarak kabul ediliyordu.

Peki Orta Asyalı ülkelerin Suriye’deki varlığı asker açıdan ete kemiğe bürünürse ne olur?

İşte bu sorunun cevabı dünyanın yeni savaş alanının nereye kaydırılmak istendiğinin de bir işareti. 1900’lü yılların başında Mackinder’in ortaya koyduğu “Kara Hakimiyet Teorisi”nden bu yana söz konusu bölge önemini koruyor. Bu ve benzeri yaklaşımlara göre dünyaya hakim olmak isteyenin Avrasya’nın merkezine uzak kalması mümkün değil. Soğuk savaş boyunda SSCB yönetim düşüncesinin ve sonrasında dünyanın farklı merkezlerinde oluşturulan politikaların jeopolitik ağırlığı bölgedeki enerji kaynaklarıyla ilgili.

Dolayısıyla enerji ve kaynak mücadelesinde Ortadoğu ile eklemlenmeye çalışılan bir Orta Asya söz konusu...

Kazaklar inisiyatif almaya devam ediyor

Başkent Astana’daki temaslarımız sırasında Kazakistan Dışişleri Bakanı Kayrat Abdurahmanov ile bir görüşmemiz oldu. Suriye’ye asker göndermeyeceklerini bir gün önce açıklamıştı... Yukarıdaki detaylar da Kazak Bakanın gerekçeleriyle uyumluydu. Astana görüşmelerinin 4-5 Temmuz’da devam edeceğini ifade etti. Sayın Abdurahmanov’a çok önemli bulduğum başka bir konuyu da sordum. Avrasya’nın kilit ülkelerinden Özbekistan Türk Konseyi adlı kuruluşa üye olacak mıydı? Türkiye ile ilişkileri nasıl bir seyir izleyecekti?

Kazakistan lideri Nazarbayev ile Türkiye’deki görüşmemizde bizzat bana yönelerek söylediği “kardeşim artık Türkiye- Özbekistan arasının düzelme vakti geldi. Bunu acilen başarmalıyız” sözleri Rusya krizinde olduğu gibi bu konuda da Kazakistan’ın neler yapabileceğini ortaya koyuyordu. Bakan Abdurrahmanov, yakın gelecek için çok iyimserdi. Kültürel alanda bazı temas ve ortaklıkların olduğunu belirtti. Özbekistan’daki yeni yönetimin kendi iç süreçlerini tamamlamasının ardından Türk Dünyasının çatı kuruluşuna üye olacağını vurguladı. 2018 imkansız gözükmüyor.

Her şeyden önemlisi yukarıdaki tehditleri bertaraf etmek için Türk Dünyasının birlikte hareket etme imkanı gelecekte çok değerli olacak. 

******

VERGİLERİMİ GERİ İSTİYORUM / NECATİ DOĞRU / SÖZCÜ

Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Necati Doğru, su içsem vergi, elektrik faturasında, doğal gazda, benzinin içinde vergi, belediyeye selam versem vergi, pasaport yenilemeye kalksam vergi… Verdiğim vergiler bana hizmet olarak dönmüyor. Ankara vergilerimi toplayıp yiyen ve adamlarına yediren canavara dönüştü. Benim gibi vatandaşlardan toplanan vergilerle utanmaz, yalancı “Başbakanlık Müşaviri” beslendi, büyütüldü, semirtildi. Ali İhsan Sarıkoca adlı bu utanmaz müşavir (danışman) orduya sızdırılmış Fetullah darbecilerine sivil imamlık yapan Adil Öksüz adlı ilahiyat doçentini jandarma karakolundan kurtarıp, tüymesine yardımcı oldu.
Vergilerimi geri istiyorum.
Asıl şunu merak ediyorum:
İstanbul Belediye Başkanı iken, belediyede kadrolu işe yerleştirilen, sonra başbakan olunca Ankara'ya başbakanlık müşavirlik kadrosuna transfer edilerek yüklü maaşlı, makam araçlı, birkaç sekreteri olan, beş-on koruma ile korunan, muhtemelen bol harcırah verilen, yattığı 5 yıldızlı lüks otellerin parası da benim vergilerimle ödenen bu utanmaz yalancı danışmanı niçin koruyup kolladığını AKP'nin yeniden Genel Başkanı seçilen Tayyip Erdoğan'a sorulmayacak mı?
Bir savcı çıkmayacak mı?
Narkozdan uyanmayacak mıyız?
Tayyip Erdoğan'dan sonra Başbakan olan Ahmet Davutoğlu ile onun devamı Binali Yıldırım'ı da sorguya, suale çağırıp, “bu utanmaz, yalancı adamı başbakanlık müşaviri olarak tutmaya devam ederken, buna ne akıllar danıştınız da, ülkeyi 251 kişinin hayatını yitirdiği darbe ortamına kadar getirebilmeyi başardınız?” diye sorulmayacak mı?
Ben vergilerimi geri istiyorum.

* * *

1973'te Ankara'da doğdu.
İletişim fakültesini bitirdi.
1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde işe alındı. Darülaceze'ye müdür yapıldı. 2004 yılında (Tayyip Erdoğan Ankara'da Başbakan olduğu yıl) Başbakanlık Müsteşarlığı'nın kadrosuna geçirildi. Başbakanlık İletiştim Merkezi'ni (BİMER) kurdu ve yönetti.
Adı Ali İhsan Sarıkoca.
Savcı onu ifadeye çağırdı.
-15 Temmuz gecesi neredeydin?
-Sabaha kadar çatıştım.
-Kiminle çatıştın?
-FETÖ darbecileri ile…
-Sonra ne yaptın?
– Şehit yakınlarına yardıma koştum.
Savcı, bu demokrasi kahramanı (!) Başbakanlık danışmanın o geceki telefon kayıtlarını inceledi. O gece Antalya'da 5 yıldızlı bir otelde tatil yaptığı ortaya çıktı.
Yalancı, utanmaz!
16 Temmuz günü de önde gelen 4 FETÖ sivil imamı; Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Harun Biniş, Nurettin Oruç, Hakan Çiçek' in yakalanıp götürüldüğü Kazan'daki Kışla Karakolu'nda Adil Öksüz'ün diğer imamlardan ayrılıp salıverilmesinde etkili olan emniyet görevlisi Serter Kocak ile telefon görüşmeleri yaptığı belgeleriyle saptandı. Belgeler, Ankara Cumhuriyet Savcısı Ramazan Dinç'in hazırladığı ayrıntılı iddianameye girdi.

* * *

Bu utanmaz yalancı başbakanlık danışmanı, 1997 yılından beri 3 devlet büyüğü Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım tarafından benim ve sizin vergileriniz yedirilerek beslendi, büyütüldü, korundu, kollandı.
Bir savcı çıkmayacak mı?
Sormayacak mı?
Bu danışman, size danışman olmadan önce ar damarı çatlamış, yalancı, utanmaz adamın biri idiyse siz nelerine aldandınız da bu kadar yıl bu adamı devlet parası maaşla besleyip yanınızda tuttunuz?
Yoksa tersi miydi?
Yüksek ahlaklı biriydi.
Yalan bilmezdi.
Ar duygusu yüksekti.
Sizinle çalışmaya başladıktan sonra mı bunun ar damarı çatladı, ahlakı bozuldu?
Ben Necati!
Vergi veren Necati!
Ben bu FETÖ davalarında; FETÖ' cülüğü benim vergilerimle besleyip büyütenler olarak Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım gibi akla gelen ne kadar devlet büyüğü isim varsa hepsinin sorguya, suale çekilmesini isterim.
Yüksek adalet bunu yapar.
Vergilerimi geri istiyorum.

*******

DÜNYADAKİ FETÖ ORADA DURUYOR / MUSTAFA KARAALİOĞLU / KARAR 

15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılına yaklaşıyoruz. Birçok acılı ve travmatik olaya şahit olduk ve hala da sızısı devam ediyor. Sadece, darbe girişimi sonrasında siyasal ve sosyal gelişmeler, o gece yaşananların şiddetini ve derinliğini anlatmaya yeter. Bir yanıyla büyük bir şok, bir yanıyla da sokağın göğsünü siper ettiği unutulması mümkün olmayan bir hatıra olarak tarihe geçecektir. Böylesi bir vak’ayı pek az toplum yaşamıştır ve Türkiye çektiği acıya rağmen gurur duyacağı bir kahramanlıkla darbe teşebbüsünü ve arkasındaki FETÖ gücünü mağlup etmeyi başarmıştır.

Şimdi yargılama süreçlerindeyiz… İnce eleyip sık dokunması gereken bütün işlerde olduğu gibi meselenin mahkeme safahatı daha zordur. Hem darbecinin cezasını kesmek, hem de bu işle alakası olmayanları ayıklamak gerekiyor çünkü… Nitekim, mahkeme salonlarından dışarıya yansıyan itiraflar ve itirazlar da bu zorluğu ortaya koyuyor.

***

Bütün bunlar olurken; yani biz içeride FETÖ’yü yargılarken bile neticede karşı karşıya bulunduğumuz büyük problemin sadece bir kısmıyla uğraşmış oluyoruz. Baştan beri her fırsatta tekrarladığımız dünyadaki FETÖ gerçeği orada duruyor. Başta ABD olmak üzere 100’ü aşkın ülkede organize olmuş bir örgütün en önemli ayağı Türkiye’dir. Ancak, bütün gücü Türkiye’den ibaret değildir. Dahası, medyaya yansıyan sinyaller ve zaten FETÖ’nün onyıllardır bilinen tabiatı gereği dünyada daha da güçlendikleri anlaşılıyor. Bu gerçek, sorunumuzun büyüklüğünü bir kez daha ortaya koyuyor. FETÖ içeride geriletilse hatta çökertilse bile, dışarıdaki gücü asla ihmal edilmeyecek bir tehlike arzetmeye devam ediyor. Neticede bütün hazırlıkları ve faaliyetleri Türkiye ile hesaplaşma hedefini içeriyor… 

Uluslararası alanda mücadele zordur. İkaz etmek, baskı yapmak ve buradaki tehlikeyi göstermek çoğu kez yeterli olmaz. Birçok ülke sizin derdinizi sizin gibi anlamak ve gereğini yapmak durumunda değildir. Görünen o ki, öyle de gelişiyor. Bazen darbe girişimini yeterince anlatamamaktan, bazen de anlatsak bile muhataplardan anlayış görememekten dolayı sonuç almak kolay olmuyor.

Genel manzara şöyle…

Çok umutlandığımız Trump yönetimi de ABD’nin tavrında bir değişikliğe gitmedi. Yani, FETÖ’nün merkezinde lehimize bir ilerleme yoktur. Avrupa’da da hakeza öyle. Neredeyse suçüstü sayılacak Yunanistan’a ilticaların iadesinden sonuç alınamadı. Dahası, Avrupa ülkelerinin hiçbirisinden de jest olarak dahi bir iade gerçekleştirilemedi. Bu gidişat can sıkıcıdır. Müttefikler, Türkiye’ye karşı hiç hak etmediği bir anlayışsızlık gösteriyor. FETÖ ile ilişkisi bariz bazı isimler var ki bunların iadesi kolaylıkla yapılabilmeliydi.

***

Kaldı ki mesele sadece iade de değildir. Bizatihi FETÖ ile bağlantılı kurumların, okulların, derneklerin vb. yasaklanması gerekirken mücadele ve beklenti seviyesi iltica noktasına takılıp kalmış bulunuyor. Kilidi kurmamız gerekiyor. Bunun yolu da herşeye rağmen daha yakın ilişki kurmak ve yorulmadan ısrarla, uluslararası hukuk dilini takip etmektir. Haksızlığa uğradığımızı düşünsek de kızsak da isyan etsek de unutmayalım ki mesele sadece bizim meselemizdir. ABD’den Asya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya yaşayan yaralı bir örgütün geriletilmesi ve etkisizleştirilmesi öncelikli olarak bizim derdimizdir. Kimseye ne haliniz varsa görün diyemeyeceğimiz gibi, bu muhataplarımız üzerinde etkili de olmamaktadır.

Bir yandan mahkeme süreci devam ederken, FETÖ’ye karşı herkesin anladığı dilden yeni bir uluslararası mücadele konsepti geliştirmenin zamanıdır. 15 Temmuz mücadelesi de o zaman tamamlanmış olacaktır.