Medya Arkası (28 Haziran 2016)

Medya Arkası (28 Haziran 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü yazılarında ağırlıklı olarak Türkiye ve İsrail'in imzaladığı anlaşma ve Erdoğan'ın Rusya'ya gönderdiği mektup vardı.

Yargı Korumasında Bahçeli / Emin Çölaşan / Sözcü

MHP kongresinde neler olacak, kimsenin bildiği yok, anladığı da yok.
Ancak alınan bütün yargı kararları Devlet Bahçeli'nin tam anlamıyla iktidar korumasına alındığını gösteriyor.
Partisini bu durumlara düşürdü, hezimete uğrattı, her konuda AKP'nin kurtarıcı meleği oldu.
Şimdi sıra iktidara geldi!..
Ama bu kez rol dağılımı değişti.
Şimdi iktidar, Bahçeli'nin kurtarıcı meleği olmaya soyundu.
Bu iş elbette doğrudan yapılmıyor ama hiç ilgisiz ilçeler dahil Türkiye'nin dört bir yanından yargı kararları alınması sağlanıyor.
Son olarak Çankaya Seçim Kurulu Bahçeli'yi sevindirecek bir karara imza attı.
10 Temmuz günü Ankara'da yapılması öngörülen kongrede seçim olmayacak.
Gündeme bir sürü karışık, karmaşık konular geldi, kimse bilmiyor ve anlamıyor.
O zaman o kongre Bahçeli ve ekibini mutlu etmek dışında ne işe yarayacak?


***


Sil Baştan / Lütfü Şahsuvaroğlu / Vahdet

iktidar Kompleksi 

MHP'nin merkez iradesi 'iktidar bizi bozar' diskuru çekiyorlar. 
Buna da dava adamı olduğunu düşünen birkaç kisi inanıyor. 
Hani bozmuştu ya daha evvel... 
Onun için olsa gerek. 
O zaman niye parti kuruyorsun kardeşim. 
Vakıf, dernek, hizmet kulübü, yardımlaşma sandığı filan kur. 
MHP ömrü hayatında ilk defa gerçek iktidar şafağını yakalamışken simdi edilgen rollerine devam ettirilmek isteniyor. Oysa ki yakın gelecekte MHP ya iktidar olacak ya yok olacak... 
Zira siyasi partiler iktidar olmak için vardırlar. 
Belki ülkücü hareket ayrıca başka bir programı deruhte edebilir. 
Hani söyle medeniyet dirilişçiliI gi filan gibi... 

***
CHP reddeder! / Melih Aşık / Milliyet

CHP Milletvekili ve Genel Başkan Danışmanı Mehmet Bekaroğlu’nun hazırladığı rapordan bazı satırları bu sütuna taşıdık. Mehmet Bekaroğlu geçen hafta sonu bu raporu eleştirenlere faşist damgası vurdu. Üstelik, kendisi Parti Meclisi’ne Genel Başkan tarafından kadın kotasından sokulan kişi değilmiş gibi, eleştirenleri “parti tabanından gelmeyen kişiler” diye niteliyor. Bekaroğlu sütunumuzda adını vermediğimiz Parti Meclisi üyesi için de “hayali” diyor. Ayıp ediyor. Bu Parti Meclisi üyesi bayramdan sonra yapılacak Parti Meclis’i toplantısında konuşacağı için adını vermek istemedi. Ancak madem Bekaroğlu “Böyle bir kişi yok, Melih Aşık uyduruyor” diye suçlamaya girişti. Biz de o kişinin izniyle adını açıklayalım. O kişi CHP Parti Meclisi üyesi ve geçen dönem İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’dür. Emekli savcı Ali Özgündüz’le dün Bekaroğlu’nun raporunu tekrar konuştuk. Ali Bey görüşünü tekrarladı:
- Sayın Bekaroğlu’nun yaptığı analizlerin tümü yanlıştır, bakış açısı yanlıştır. AKP ve HDP bizi hangi noktalardan vuruyorsa o da aynı noktalardan vuruyor..
- Mesela?
- Mesela CHP’nin Müslümanlarla sorunu var, diyor... Oysa CHP’nin gerçek Müslümanla dindarla asla sorunu olmamıştır... CHP nin münafıklarla, yobazlarla sorunu olmuştur...
Bizim görüşümüz de o yönde. Bekaroğlu’nun raporu CHP’yi ilkelerinden uzaklaştırmak AKP ile aynı kulvara sokmak için hazırlanmış gibidir.

***

Türkiye ve İsrail / Taha Akyol / Hürriyet

TÜRKİYE ve İsrail ilişkilerinin normalleşmesi son yıllarda dış politikada sayısı pek az olan olumlu gelişmelerden biridir.
Türkiye ile İsrail arasında varılan mutabakat hem Türkiye’nin hem İsrail’in hem de Gazze halkının lehinedir. “Kazan-kazan” denilen diplomasinin başarılı bir örneğidir.
 
Mavi Marmara olayında İsrail haksız ve hukuksuz olarak 10 vatandaşımızı katletmiş, zaten gergin olan ilişkiler düşmanca politikalara dönmüştü. Hatta Amerika’daki Yahudi lobileri Başbakan Erdoğan’a verdikleri “cesaret” madalyalarını geri istemiş, Erdoğan da tepkiyle iade etmişti. Taraflar çatışmanın değil uzlaşmanın gerektiğini gördüler. Müzakereleri Türkiye tarafından Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu yürüttü. Sinirlioğlu diplomasi tarihimizin en başarılı bürokratlarından biridir.
 
Nihayet dün açıklanan mutabakat gerçekleşti.
 
EKONOMİ VE STRATEJİ
 
Bundan İsrail’in mi, Türkiye’nin mi daha kazançlı çıktığı sorusu anlamsızdır. Zira mutabakat sağlıklı yürürse iki taraf için de yararlı olacaktır. Mutabakatı hamasetten uzak diplomatik bir dille açıklayan Başbakan Binali Yıldırım’ın sözleri söyle:
 
“Normalleşme her alanı kapsıyor ancak ekonomik ilişkiler ve bölgesel işbirliği önce geliyor.”
 
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da mutabakatın “İsrail ekonomisi üzerinde muazzam etkilerinin” olacağını söyledi. İsrail doğalgazının Türkiye’den Avrupa’ya iletilmesi iki ülke için de önemli bir ekonomik projedir elbette. Netanyahu “bu anlaşma Ortadoğu’da istikrar sağlanmasına yardımcı olacaktır” diye de vurguladı.
 
İki başbakanın da vurgusu aynı: Ekonomi ve bölgesel stratejiler.
 
ÇATIŞMA DEĞİL DİPLOMASİ
 
Türkiye ve İsrail Ortadoğu’da yalnızlaşırken İran ve Rusya Irak’ta ve Suriye’de son derece etkili hale geldi! Doğu Akdeniz’de zengin doğalgaz yataklarının bulunması bölgenin önemini büsbütün artırdı...
 
Terörün tırmanması iki ülke istihbaratının işbirliği yapmasını gerektiriyor.
 
Altı yıllık gerilim döneminde Gazze’nin mazlum halkının da sıkıntıları arttı...
 
Şimdi evet ambargo tamamen kalkmadı, deniz ambargosu sürmektedir. Fakat Aştod Limanı açıldı. İşte önümüzdeki cuma günü 10 bin ton yardım malzemesi Gazze’ye ulaştırılmak üzere yola çıkıyor...
 
Herkes için daha iyi değil mi? Yaşanan 6 yıllık gerilimden herkesin dersler çıkarması lazım.
 
İsrail Gazze’yi havadan bombalamak gibi gaddar militarist operasyonları artık yapmamalı, güvenlik tedbirleri “ölçülü” olmalıdır.
 
Türkiye’nin yöneticileri de hamasetin değil diplomasinin daha yararlı olduğunu görmüş olmalıdır. Yeni adımlar Rusya ve Mısır’la ilişkilerde de atılmalıdır. Bu iki ülkeyle ilişkilerin bozulmaması için baştan diplomatik davranmamız lazımdı zaten.
 
YAHUDİLER VE MÜSLÜMANLAR
 
Filistin sorunu ortaya çıkıncaya kadar tarihte Müslümanlarla Yahudiler arasında hiçbir büyük sorun yaşanmadı. Antisemitizm ortaçağ Avrupa’sının ve faşizmin ürünüdür. Yahudiler Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in sadık ve yararlı vatandaşları oldu. Siyasi ihtilaflar antisemitik duygulara yol açmamalıdır. Siyaset böyle barışıveriyor görüyorsunuz. Türkiye’nin Amerika’daki Yahudi lobileriyle ilişkileri de eskisi gibi dostluk ve işbirliği iklimine girmelidir. Ermeni soykırım iddialarına bilimsel kanıtlarla karşı çıkan Batılı büyük tarihçilerin çoğu Yahudi’dir: Bernard Lewis, Geunter Lewi ve aziz hatırasını derin bir saygıyla andığım Stanford Shaw...
 
Son bir nokta: Mavi Marmara olayının mağdurları İsrail’den alınacak olan 20 milyon dolarla tazmin edilmiş olacak, açılmış davalar düşecektir. Zira uluslararası antlaşmalar kanun hükmündedir ve anayasaya aykırılığı ileri sürülemez. (Anayasa, mad. 90)

 

***

 

“O zaman biz bu b… niye yedik?” / Bekir Coşkun / Sözcü


“İsrail ile barış isteyen Yahudi dölüsün…”
“Anan Yahudi…”
“Piç İsrail uşağı…”
“Ulan Başbakanımız sayın (van minit) İsrail'e haddini bildirdi, ezdi geçti, niye bundan gocunuyorsun o… çocuğu…”

Bilgisayarlarımıza, telefonlarımıza küfür yağdı, ‘van minit' lafının bir show ve palavra olduğunu yazıp çizdiğimizde:
“Kim ki Müslüman kardeşlerimizin değil de Yahudi soyunun yanında yer alırsa, işte o senin gibi Yahu… i…dir… İmza; Mustafa…” 
“Mustafa, senin öbür e-mailde adın Osman mı?..”
“Evet, nereden bildin…”
“Aynı küfür çünkü…”

“Davos kahramanı” yurda dönüyordu o sıra……
İstanbul'da havaalanına 400 belediye otobüsü ile insan taşındı, dört saat içinde evlerinden uyandırılan reklamcılara afişler yazdırıldı “Davos Fatihi” diye belediyelerin ambarları açıldı 5 bin bayrak dağıtıldı……
Bu “Müslüman kardeşlerimize zulmedene haddini bildirmeyen alçaktır” falan dedi……
Emine Hanım ağladı tabii……
O sırada dört kasa kolayı ekonomik boykot olarak kaldırıma döktü vatandaş, televizyonlar yayınladılar……
Şiir okuttular amcaya, yazarken ağladım dedi:
“Dünya Müslümanları keder içinde/Rahatı hoş olanın gözüne inmiş perde/Tüm zalimler birleşmiş yıkıyorlar hep İslam'ı/Karşısına dikilmiş bir Osmanlı evladı…”

İsrail'in yüzölçümü; 2.7 bin kilometre kare……
Bizim Antalya 2.8 bin kilometre kare…
İsrail Devleti 68 yaşında……
Van minit; 63 yaşında……
Türkiye; 78 milyon……
İsrail; 7.5 milyon……

Ama tükürüğü yalattılar, dün anlaşma açıklandı; Müslüman kardeşlerini satmış bizimkiler……İsrail'in Filistin'e ambargosunu resmen tanıdı Türkiye……
Ağa ile seyisinin fıkrasıdır bu…
Sormuş seyis sonunda:
“Madem böyle olacaktı, o zaman biz bu b..u niye yedik?..”

 

***


Dönüp dolaşıp “İsrail’le dostluk çok önemli” kararına vardılar! / Can Ataklı / Korkusuz


Her devlet dış politikası gereği kimi zamanlar başka ülkelerle tartışma/gerginlik/çatışma içine girebilir.
Sonra bu durumun ortadan kaldırılması gerekebilir.
Dış politikada maharet bu süreci en iyi şekilde yönetmek ve ülke çıkarlarını en iyi şekilde savunmaktır.
İsrail'le 6 yıl süren bir gerginlik hatta çatışma yaşadık.
Bu süreçte iktidar sahipleri İsrail'e yönelik çok ağır suçlamalarda bulundular.
Saraydaki hem başbakan hem cumhurbaşkanı iken İsrail'le ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olmadığını bile söyledi.
Şimdi bu dönem bitti. İsrail'le yeniden iyi ilişkiler kuruyoruz.
Bu durumda iktidar zamanında ilişkileri neden bozduğunu şimdi neden düzelttiğini herkesin anlayacağı ve kabul edebileceği biçimde açıklamak zorundadır.
Türkiye-İsrail ilişkileri gerçekten çok önemli mi?
İsrail Türkiye için vazgeçilmez mi?
İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi neden sanki Türkiye'nin en önemli konusu gibi sunuluyor?
Sonuçta İsrail Ortadoğu'daki “küçük” bir ülke.
Türkiye'nin kaderini 14 yıldır elinde tutanlar İsrail'e yönelik hep hasmane tutumlar içinde oldular.
Başkasına hakaret ettiklerinde bile içinde İsrail, Yahudi geçen kelimeleri kullandılar.
Kamuoyunun AKP'li bölümü en az üç seçimde hükümetin İsrail'e yönelik tutumundan çok memnun kalarak oylarıyla destek oldular.
Peki, şimdi ne oldu da yeniden dostluk temelleri atıldı?
Geçen süreçte kaybımız/kazancımız ne oldu?
İsrail'in bu süreçte kaybı/kazancı oldu mu?
Bu yeniden dostluk tesisi karşılıklı ihtiyaçtan mı doğdu yoksa Türkiye'ye bu konuda dayatma yapanlar var mı?
Yeniden dostluk kurulmasından daha kârlı çıkacak olan taraf Türkiye midir yoksa İsrail mi?
Amerika ve AB'den ayrılma kararı alan İngiltere bu kararın neresindedir?
İşte saray ve iktidar bunları açıklamak zorundadır.
“Biz devleti yönetiyoruz, başka ülkelerle kimi zaman gerginlik yaşarız, sonra düzeltiriz, bu böyledir” bahanesinin arkasına sığınamazlar.


***

 

Özür dilemek yada dilememek! / Güngör Mengi / Vatan


Dün “dış ilişkiler” açısından önemli bir gündü, Türkiye için de ciddi olumsuzluklar yaratan “Rusya ve İsrail’le kavgalı” olma halimizde olumlu adımlar atıldı.


İsrail’le  önce Gazze saldırısı ve Erdoğan’ın Davos’ta “one minute” diyerek başlayan Netanyahu ile tartışması, sonra 2010 yılında “ambargo olmasına rağmen” Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisini İsrailli komandoların basması ve Türkleri öldürmesi nedeniyle 6-7 yıldır kavgalıydık.

Bu arada Netanyahu “Mavi Marmara için özür dilemeyeceklerini ama üzüntü bildireceklerini” söylemiş, sonra da Erdoğan’la yaptığı konuşmada bu sözünü tutmuştu.

Daha sonra diplomatik görüşmeler devam etti ve dün İsrail ile Türkiye’nin anlaşma sağladığı Başbakan Yıldırım ve İsrail Başbakanı Netanyahu tarafından açıklandı.

İlişkiler düzelmeli

İsrail’le ve Rusya ile büyük ticari ilişkimiz, anlaşmalarımız var. Komşularla kavgalı olmak, karşılıklı tehditler, hakaretler bu ilişkileri bozarken tamir edilemez maddi zararlara neden oldu.

Neyse ki Rusya ile de “sınırımızda düşürülen Rus askeri uçağı” nedeniyle çıkan kriz, dün Erdoğan’ın Putin’e gönderdiği mektuptan sonra düzelecek gibi görünüyor.

Rus medyası ve Associated Press gibi önemli haber ajansları olayı “Erdoğan Putin’den özür diledi veya “Türkiye özür diledi” şeklinde verdi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın bu haberlerden sonra bir açıklama yaptı: “Cumhurbaşkanı Erdoğan üzüntü ve taziyelerini bildirdi, kusura bakmasınlar dedi”…

Elbette “özür dilemek” bir ülkenin onurunu zedeler, işin buralara vardırılmaması için diplomasi, fevrilikten özellikle tehditlerden kaçınma, uzmanların, büyükelçilerin görüşlerinin alınması gereklidir.

Bununla birlikte kayıpların önlenmesi için önemli olan da sonuçtur.

Kayıp büyük

Türk turizminin can damarı iki ülke Almanya ve Rusya. Her ikisiyle bozulan ilişkiler ve terör nedeniyle Rusya’dan gelen turistler yüzde 98 oranında, Almanya’dan gelenler yüzde 59 oranında azaldı.

Yalnızca Putin’in Rus turistlere “Türkiye’ye gitmeyin” çağrısı turizmi, ekonomiyi milyonlarca dolar zarara soktu.

Rusya’nın ambargo koymasıyla Türkiye’nin sadece domatesten 65 milyon dolar zarar ettiği bildirildi.

Türkiye’nin politik hatalarla kaybı sadece “maddi” değil, son haftalarda Batı’daki prestij ve imaj kaybımızı, Birleşik Krallık’tan sonra AB’deki (Avusturya gibi)diğer bazı ülkelerin de “AB’den çıkmak için neden Türkiye’nin alınması olabilir” demesini uzun uzadıya tartışmamız gerekiyor.

İskoçya “AB’den çıkmamak için her yola başvuracağını” açıklıyorsa, genç vatandaşları “AB’den çıkarak geleceğimizi elimizden almayın” diyorsa bizim hemen bu hedeften vazgeçmemiz çok yanlış olacaktır.

Daha kabul edilmeden, yıllarca uğraşmışken “Biz de AB için referanduma gidelim” demek sonradan pişman olacağımız bir başka büyük hata olabilir.

Suriye iç savaşına ilk bizim müdahale etmemizin sonuçları da büyük kayıplara neden oldu. Acaba Rusya Güney sınırlarımızda yaptıklarını “özür”le telafi edebilir mi, bunu da yarın tartışalım.


***


İsrail'le anlaşarak çok iyi yaptınız yapmasına da... / Ahmet Hakan / Hürriyet


HİÇ kimse size...
 
- “İsrail ne yaparsa yapsın ses etmeyin” demiyordu.
 
- “İsrail süper harika bir devlettir” demiyordu.
 
- “İsrail insan haklarına en saygılı devlettir” demiyordu.
 
- “İsrail asla zulmetmez” demiyordu.
 
 
Size söylenen şöyle şeylerdi:
 
- En son bile söylenmemesi gerekeni en önce söylemeyin.
 
- Önünüze arkanıza bakmadan en radikal çıkışları yapmayın.
 
- “Asla anlaşmam” diyerek kendinizi bağlamayın.
 
- “İç siyasette bayağı işe yarıyor muhterem” diye abandıkça abanmayın.
 
- “Biz monşerler gibi olmayacağız” diyerek diplomasinin kurallarını yeniden yazmaya kalkışmayın.
 
- İtiraz edin ama önünü arkasını düşünerek itiraz edin.
 
- Karşı çıkın ama ileride dönüş yapmanızı gerektirmeyecek bir biçimde karşı çıkın.
 
 
Hiçbirini dinlemediniz.
 
 
Hiçbirini dinlemediğiniz gibi...
 
Böyle şeyler söyleyenleri...
 
- Siyonist rejimin işbirlikçisi...
 
- İsrail ajanı...
 
- Katil İsrail’in yandaşı...
 
İlan edecek bir atmosfer oluşturdunuz.
 
Tartışmanın önünü kestiniz.
 
 
Kestirip atmasaydınız...
 
Yardım etmek istediğiniz insanlara daha fazla yararınız olurdu.
 
 
Çıkan ilk arızada ilişkinizi toptan kesmeseydiniz...
 
Zalime daha fazla zalimleşmek için alan açmamış olurdunuz.
 
 
En keskin çıkışları yapmak yerine makul bir itiraz çizgisini tuttursaydınız...
 
Yeniden anlaşmak durumunda kaldığınızda eskisinden daha kötü bir noktada olmazdınız.
 
 
Bugün geldiğiniz yer, doğru bir yer.
 
 
Bugün artık sadece şu türden bir sorununuz var:
 
Onca gürültü, onca heyheylenme, onca kıyamet, onca yukarıdan atıp tutma, onca el yükseltme, onca kendini bağlama, onca höt zöt...
 
Nasıl unutturulacak?


***


Gidenin yerine her zaman bir Mario Gomez bulunmaz / Murat Özbostan / Sabah

Beşiktaş, Gomez’i kaybederse bu işten çok zararlı çıkar. Çekirgenin de üst üste üçüncü kez sıçrayacağı şüpheli!. Her zaman Almeida yerine Ba, onun yerine Gomez bulmanın garantisi yok.

Beşiktaş, Mario Gomez'in kararını bekliyor. Aslına bakarsanız Beşiktaş kadar Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarları hatta bu kulüplerin yöneticileri de Mario Gomez'in ağzından çıkacak kararı bekliyorlar!.
Böyle bir futbolcunun Beşiktaş'tan gidecek olmasına en çok Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarı sevinecektir.
Beşiktaş'a çok şey katan, kazanılan şampiyonluğun mimarlarından biri olan Alman golcünün varlığı siyah beyazlı takıma fazlasıyla güç katıyor..
Olmaması ise büyük eksikliktir. Geçen sezon Demba Ba gidince, 'yeri nasıl dolacak' diye Beşiktaşlılar kara kara düşünüyordu. Ama Gomez o boşluğu fazlasıyla doldurdu.
Şimdi o giderse, bu boşluk dolar mı? Kolay kolay sanmıyorum..
Her zaman Beşiktaş bu kadar şanslı olmayabilir. Gomez verdiği demeçlerle Beşiktaş'la olan bağlarının kopmadığını ifade ederken, hep bir şeyin de altını çiziyordu:
"Şampiyona bitene kadar bir karar vermek istemiyorum.
Benim için en önemli şey EURO 2016." Bakın, o büyük bir profesyonel..
Ne Beşiktaş ile bağlarını kopardı ne de Almanya Milli Takımı'nda "Beşiktaş mı Fiorentina mı?" diye papatya falı açtı.

GÖKHAN'IN TAM TERSİ 

Tam tersi için uzaklara bakmaya gerek yok. Gökhan Gönül ay yıldızlı takımın kampında transferiyle ilgili çok sıkıntılar yaşadı. Fenerbahçe açıklama yaptı, Gökhan Gönül açıklama yaptı. Bu açıklamalar herkese zarar verdi.. En çok da Gökhan Gönül'e.. Biraz transfer konularından uzak kalsaydı, kendisi için de milli takım için de daha iyi olurdu.. Gomez'in yaptığı da bence bu.. Beşiktaş'ta kalacaksa da gidecekse de bunu ne kendisine, ne Almanya'ya zarar vermeden yapacak.
Son tahlilde Gomez gider mi kalır mı bilinmez ama bir gerçek var ki..
Çekirgenin de üst üste üçüncü kez sıçrayacağı şüpheli.
Her zaman Almeida yerine Ba, onun yerine Gomez bulmanın garantisi yok.

 

***


Her yer sorunlu herkes sorumsuz! / Cem Dizdar / Fanatik

Sanıyorlardı ki, ‘biz en büyüklerdeniz’ ve bu nedenle ‘biz bitti demeden bitmez!’ Hayat, ‘kazın ayağının öyle olmadığı’nı bir kez daha gösterdi ne yazık ki... Dağıtılan primleri okuduklarında öfkeden yüzü kızaran, bağırırken boyunlarındaki damarlar mavi mavi açığa çıkan taraftarları, bir noktada -ama her noktada değil- anlayabiliriz. Sonuçta Çek Cumhuriyeti maçını gerçek anlamda ‘biz’ mi kazandık yoksa Fatih Terim ve oyuncular mı henüz belli olmasa bile yaşanan hayal kırıklığına bakılırsa üç maçtan ikisinde ‘hep birlikte yenildiğimiz’ aşikar.

Eski hesaplar hortladı!

Hüsranın ilk günlerinde, yapısal sorunları tartışıp ‘işe koyulmak’ yerine ‘öç alma’, ‘eski hesapları görme’ halleri yeniden hortladı bir ara... Bunun üzerine Türkiye Futbol Direktörü, sorumluluğu tek başına alır gibi yaptı ama konuya sadece değindi geçti. Sanırım çoğu zaman olduğu gibi o da ‘suların durulması’ pozisyonuna, yani ‘beklemeye’ geri döndü. Örneğin, muazzam projesi olan ‘’14 yabancı kuralı’’nın ne işe yaradığını, sonucunun ne olduğunu sanırım hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz!

Yangının ateşçileri!

Beri yandan daha yakıcı sorunlar aynı yerlerinde duruyor. Önceki gün Fanatik Gazetesi’ne konuşan iki teknik adam Rıza Çalımbay ve Mesut Bakkal, hangi yangında nasıl yandığımızı sanki ‘ateşçiler kendileri değilmiş’cesine dile getiriyorlardı!..

Çalımbay diyor ki; “Arda, Barcelona’nın aldığı transfer yasağı sebebiyle yaklaşık 6 ay top oynamadı. O ne yapsın, gücü bu kadardı!..” Oysa Çalımbay’ın kendi belirlemesi üzerinden gerçek sorusu şu olmalı değil mi; “Güçsüz biri neden oynatıldı?” Çözümü ise “Herkes suçlu aramaya başladı. Birbirimize kenetlenseydik, bugün turnuvaya devam ediyor olurduk” formülünde bulmuş. 

Milli takım geniş kadrosuna dahi oyuncu sokamayan bir teknik adam formulü ‘kenetlenme’de buluyor!..  Teknikten, taktikten, stratejiden hiç bahis açmıyor... Diğer teknik adam Mesut  Bakkal, “Yabancı bir yazarın, Türk futbolcuların haline, kilosuna, fiziki kondisyonuna değinerek eleştirmesi beni çok üzdü. Ama haklı” diyor ve ekliyor, “Bizim tempomuz bu. Milli Takım, Türkiye’deki Süper Lig’in gerçek yüzünü gösterdi.”

Bizim esas sorunumuz...

Kilo ve kondisyondan bahseden öncelikle Fatih Terim’di. “115 kilometre koşmalıyız” ve “Tüm takım üzerinde     50 kilo ağırlık var” bilgileri futbolcularla     temas ettirilmeyen gazetecilere milli takım yetkililerden ‘sızdırıldı.’ Çözümün de fiziksel performans departmanı sorumlusu Levent Şahin ve ekibinden değil ABD’li uzman Scott Piri ve arkadaşlarından beklendiği de öyle!..

Çalımbay gibi yıllardır bu ligde takımlar yöneten ve düşen bir çok takımın hocalığını da yapan Bakkal’ın “Bizim tempomuz bu” sözleriyle kimi işaret ettiği ise meçhul!..

Tartışacak çok şeyimiz var kuşkusuz.. Lakin, “Çözeceğim” iddiasında olanların ‘yeni futbol’ konusunda ne kadar bilgisi var işte esas sorun burada...

Beşiktaş’ın stoperlere ihtiyacı var

Avrupa Şampiyonası’nın da gösterdiği gibi ‘vasat hatta vasat altı’ maçların oynandığı ligimiz oyun açısından Avrupalı muadillerinin çok gerisinde. Bu nedenle zorlu geçen yıllara ve üç sezonun yorgunluğuna rağmen Beşiktaş bir parça tempoyla farkını koyup şampiyon olmayı başardı. Hem de defanstaki gözle görülür problemlere rağmen... Gerçi biraz da o problemler nedeniyle UEFA’ya erken havlu attı, onu da atlamamak gerek. Yani takım bu lige yeter ama Şampiyonlar Ligi ya da UEFA için ciddi oranda ‘defansif katkı’ya ihtiyaç var. 

Beşiktaş, sorunun bir ayağını, sürpriz bir gelişme olmazsa, Gökhan Gönül ile çözecek görünüyor. Gökhan daha çok ofansif performansıyla anılır ve bu nedenle kendisi için en ideal oynayan takımı seçmiş olur imzalarsa. Solda İsmail sağda Gökhan iyi bir başlangıç...

Euro 2016 gösterdi ki...

Ancak Beşiktaş’ın sorunu defansif kanatlarla bitmiyor. Avrupa Şampiyonası da bir kez daha gösterdi ki, artık stoperler ‘oyun kurgulayan’ oyunculardır (Rami/Koscielny, Boateng/Hummels, Mascherano/Pique vb.)... Beşiktaş topu yere indirip oyunu kurgulayacak (kuracak değil, o daha çok orta sahanın işi) ve haliyle Atiba ve arkasını da savunacak iki yönlü stoperlere daha çok ihtiyaç duyacaktır hedefleri açısından.