Medya Arkası (3 Mayıs 2016)

Medya Arkası (3 Mayıs 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü yazılarında MHP'de genel başkanlık yarışı, Kilis'e düşen roketler, AKP içindeki Davutoğlu-Erdoğan gerilimi ve terör sorunu vardı.

ÖZGÜRLÜKÇÜ LAİKLİĞE ALEVİLER DAHİL Mİ? / Mehmet Tezkan / Milliyet


Hukuk devleti mi? Hadi canım sen de!

MHP’de muhalifler imza topladı.. Kongre istedi.. Genel Merkez kongre mongre yok cevabı verdi..
Muhalifler mahkemeye gitti.. Kayyum atandı, çağrı heyeti kuruldu..
15 Mayıs’ta kongre kararı alındı.. 
Genel Merkez kongre yapılmasın diye Yargıtay’a başvurdu..
Kongre seçim kongresi değil.. Genel başkanın belirleneceği kongre değil.. Tüzük değişikliği kongresi..
Neyse.. 
İlçe örgütleri başvurmuş.. Gemerek ve Tosya mahkemeleri kurultayı durdurma kararı almış!..
Niye?
Niyesini sorma..
*
İşin daha da ötesi.. Çankaya İlçe Seçim Kurulu Çağrı Heyeti’nin kongre bilgileri ile delege listesini içeren dosyayı ve gözetim talebini ‘Partinin iç işi diye’ iade etti..
İktidarın eli mi değdi ne?
*
Acayip bi durum.. 
Mahkemelerden öyle kararlar çıkıyor ki; insan hukuk devleti mi, hadi canım sen de demeden edemiyor!.
Merak ediyorum..
Yargıtay son noktayı koyacak mı, 2018 yılına kadar sallayacak mı?  

 

***


Piyasaların kâbusu siyasi belirsizlik geri dönüyor! / Murat Muratoğlu / Sözcü


Siyaset kaynama noktasında

HDP kritik durumda, AKP’de taşlar yerinden oynuyor. Ya MHP? MHP’deki olası değişim tüm dengeleri değiştireceğinden ne olacağını kestirmek de zor.
Bahçeli koltuğa yapışmış, AKP’den yardım bekliyor. Böylesi bir rakibe AKP’nin yardım etmemesi düşünülemez. Yeterli olur mu? Göreceğiz…
Yüksek politik riskleri barındıran, böylesine karışık, bizim bile anlamakta zorlandığımız bir ortamda yabancılar ufak ufak sıyrılma çabasına gireceklerdir. Türkiye dünyadan negatif olarak ayrışacaktır.
Herkes bir-iki ay piyasalar rahat diyor ama benim içim rahat değil… Acil çözüm üretmesi gereken siyasiler ekonomiyi düşünecek halde hiç değiller… Siyaset kaynama noktasına çok yaklaştı… 2016’yı da kaybetmek üzereyiz.


***

Reisçi miyiz Hocacı mıyız? / Ahmet Hakan / Hürriyet

 

REİSÇİ ya da Hocacı olabilmemiz için...Şunlar lazım:
- Reis ile Hoca’nın ideolojik olarak farklarını bilebilmemiz lazım...
 
Ki bilemiyoruz maalesef. 
 
- Reis’in Hoca’dan, Hoca’nın da Reis’ten kamuoyu önünde bir yakınması olması lazım...
 
Ki olmadı, olmuyor.
 
- Hoca’nın “Reis beni rahat bırakmıyor” diyerek isyan etmesi lazım...
 
Ki yok böyle bir isyan...
 
- Reis’in “Hoca beni dinlemiyor” diyerek tavrını koyması lazım.
 
Ki yok böyle bir tavır...

 
Dedikoduyla, Pelikan dosyalarıyla, gizli kapaklı çekişme haberleriyle, kulislere sızan bilgilerle, imalarla, satır aralarıyla, gıybetle, tezviratla, algı operasyonlarıyla falan...
 
İkisinden birini seçemeyiz.
 
Reisçi mi, Hocacı mı olacağımıza karar verebilmemiz için...
 
Reis’in de... 
 
Hoca’nın da...
 
Açık, hesapsız, gizlisiz, saklısız ortaya çıkması lazım...
 
Ne düşünüyorlarsa, ne istiyorlarsa şeffaf bir şekilde kamuoyuna bildirmeleri lazım...
 
Bunlar yapılmadan...
 
Biz tarafımızı seçmeye kalkarsak...
 
Bir süre sonra...
 
İkisi el ele tutuşarak karşımıza çıkıp...“Biz aslında fena halde kardeşiz, her şeyin sorumlusu aha bu fitnecilerdir” deyip parmaklarıyla bizi işaret edebilirler.
 
Böyle bir durumda da...
 
Onlar kendilerini kurtarmış olur, olan da bizim gibilere olur.
 
Kısacası...
 
Bu şartlar altında...
 
Reis de...
 
Hoca da...
 
Birdir bizim için.

 

***


Gündem değiştirme oyunları / Emin Çölaşan / Sözcü


Sevgili okuyucularım, şimdi hep birlikte 1 Mayıs Pazar gününe dönelim ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde olup bitene yeniden bakalım.
Günün bilançosu yedi şehit. 
Gaziantep’te Emniyet Müdürlüğü binasına bombalı IŞİD saldırısı, iki polisimiz…
Nusaybin’de PKK saldırısı, üç askerimiz…
Diyarbakır Dicle’de tabur komutanlığına PKK saldırısı, bir askerimiz…
Ve Şırnak’ta PKK saldırısında yine bir askerimiz…
Bir günde toplam yedi tabut, yedi şehit.


Cenaze törenleri “Görkemli” oluyor. Yakında kimler, hangi kocabaşlar varsa onlar namaza durup gösteri yapıyor.
Sonra nutuklar atılıyor…
“Kanları yerde kalmayacaktır, intikamları alınacaktır!”
Genelkurmay tarafından açıklamalar geliyor:
“Falanca yerde yapılan operasyonlarda 18 terörist ölü ele geçirilmiştir. Filanca yerde yapılan operasyonda 22 terörist etkisiz duruma getirilmiştir!”


Her cenazede aynı dram, aynı korkunç tablolar… Evlatlarına ağlayan ana babalar, eşlerine ağlayan yeni gelinler ve dünyadan habersiz, tabutun başında top oynayan küçük yetim çocuklar…
Tablo şehit aileleri için hep aynı!
Nutuklar sonrasında kabristan olayı da bitince hepsi evlerine çekiliyor ve kaderleriyle baş başa bırakılıyor.
Bağlanacak olan yetersiz şehit maaşıyla geçinecekler, yakınları dışında hiç kimse hallerini hatırlarını sormayacak.


Güneydoğu harabeye döndü, o kentleri yeniden adam etmek için değil trilyonlar, katrilyonlar gerekiyor.
Kim nereden bulacak bu paraları, nereden? 
On binlerce insan göç etti, evinden barkından oldu, ekmek parasını yitirdi.
O insanlar ne olacak? 
Yukarıda 1 Mayıs’ın şehit sayısını verdim, buna sayısı bilinmeyen yaralıları da ekleyin.
Dahası var, aynı gün Kilis’e sınır komşumuz IŞİD tarafından dört adet roket daha fırlatıldı. Neyse ki ölü yok.
Sadece binalar hasar gördü.
Önceki roketlerde 18 kişi can vermişti.
Bursa’da Ulu Camii yanında patlayan canlı bombayı falan hiç saymıyorum, onu ölümsüz atlatmayı başardık!
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir!


Sevgili okuyucularım, ülkede bunlar olurken bizi yönetenler ne yapıyor?
Nutuk atma dışında yaptıkları olumlu bir tek şey bile yok.
Onların derdi başka.
“Türk” kavramını yok edip yerine Osmanlı’yı oturtmak! 
Atatürk ve devrimlerini yok edip yerine “Ümmetçilik” masalları getirtmek!
Baksanıza, iktidarlarının 14. yılında yeni bir keşifte bulundular, adına Kutülamare denilen bir zafer icat edip ona sığındılar.
Akıl hocaları var, iktidara tavsiyede bulundular:
“Osmanlı’yı diriltmek için yeni bir şeyler bulmak gerek. Bu yıl Kutülamare’yi piyasaya sokalım.” 
14 yıllık iktidarları döneminde bu zaferin adını bir gün olsun anmamışlardı. Bırakın anmayı, ismini bile yeni duymuş oldular… Ve zafere o kadar hırsla sarıldılar ki, rahmetli Halil Paşa’yı İstanbul’daki mezarı başında andılar.
Oysa bilmiyorlardı…
Irak’taki 6. Ordu Komutanı Halil Paşa zevk ehli bir adamdı. İyi rakıcıydı! 
Barışta ve savaşta rakı sofrasına oturduğunda bir 70’lik şişeyi tek başına devirir ve bana mısın demezdi!
Rakı, konyak, viski, Allah ne verdiyse…
Üstelik Mustafa Kemal Paşa tarafından takdir edilen bir komutandı. Milli Mücadele aşamasında Enver Paşa dahil hiçbir İttihatçı vatan topraklarına kabul edilmezken Halil Paşa edilmiş, “Kut” soyadını almış, vefat ettiği 1957 yılına kadar yaşamının geri kalan bölümünü İstanbul’da geçirmişti.
Şimdi sen kalk, AKP hükümeti olarak bu rakıcı Halil Paşa’yı anma törenleri düzenle!
Kendi açılarından yanlış yaptılar çünkü bilmiyorlardı. Çok okumuş (!) çocuklardan oluşan danışmanları da onları uyarmamıştı. Belki onlar da bilmiyordu.
Komediye bakar mısınız!

 

Türkiye’de kan gövdeyi götürürken, kentlerimize roketler yağarken, her gün şehit cenazeleri kaldırılırken, hükümetin gündemi mutlaka değiştirmesi, olanları unutturması, dikkatleri başka konulara çekmesi gerekiyordu!
Gündem nasıl değişir?
Çıkarsın ortaya, yeni tartışma konuları icat edip toplumun kafasını karıştırmaya kalkışırsın. 
İşte size son birkaç örnek:
Peygamberimizin 23 Nisan’a sabitlenen doğum tarihi!.. Kutlu doğum haftası olarak piyasaya sürüldü, bol kepçe din iman nutukları atıldı…


Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a “Gündemi biraz da sen değiştir” dediler ve konuştu:
“Laiklik ilkesinin yeni anayasada yer almaması gerekir. Yeni ve dindar bir anayasa olmalı.”
Kıyamet koptu.
Recep Tayyip konuştu:
“Tarihimizi 1919’dan başlatan tarih anlayışını reddediyorum.” 
Yine kıyamet koptu, acaba tarihimizin nereden başlatılması gerekiyordu?
İsterseniz bunlara dokunulmazlık konusunu da ekleyebilirsiniz. Amacını, ne olduğunu, ne olacağını kendileri dahil hiç kimsenin bilmediği dokunulmazlık komedisini!..
Kendilerince güya gündem değiştirdiler.


Türkiye’de kan gövdeyi götürürken hükümet aciz ve çaresiz kaldı, elinden bir şey gelmiyor. Olanları seyretmekle yetiniyor. 
Gündem değiştirmek işte bu gibi durumlarda faydalıdır! 
Ortaya konuşup inciler saçarsın, herkes olanları, terörü, şehitleri falan unutup senin sözlerini tartışmaya başlar.
Bir iktidar ki böylesine aciz ve çaresiz durumlara düşmüştür, elbette ki gündemi değiştirmeye kalkışacaktır.
Allah hiçbir hükümeti o duruma düşürmesin, amin.


***


Amfibi merakı... /  Melih Aşık / Milliyet


Birinci Körfez Savaşı’nda (1990 - 91) Saddam’ın Scud füzelerine karşı korunmasız olduğumuz için Irak sınırına NATO ülkelerinden Patriot füzeleri getirtilip yerleştirildi.
Aradan 25 yıl geçti. Durum aynı. Savunmaya her yıl milyarlarca lira harcandığı ve öncelikli olduğu bilindiği halde hava savunma sistemine en ufak yatırım yapılmadı... Arada ne işe yarayacağı bilinmeyen 4 Awacs uçağı alındı, 2 milyar dolar ödendi.
Geçen hafta da Sedef tersanesinde törenle çok maksatlı “Amfibi Hücum Gemisi Anadolu”nun inşasına başlandı.
Gemininin yapımı 4 - 5 yıl sürecek, maliyeti şimdilik 1 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bir tank taburunu taşıyacak kapasiteye sahip, aynı zamanda uçak iniş kalkışlarına da uygun dev bir çıkarma gemisi bu. 
Tanıtım broşüründe:
“Ege, Karadeniz ve Akdeniz harekât alanları ile Hint Okyanusu ile Atlantik Okyanusu’nda kullanılabilecek” deniyor.
Hepsi iyi güzel ancak... Her gün Kilis’te can kaybı vererek eksikliğini hissettiğimiz hava savunma sistemi yerine dev çıkarma gemisine yatırım yapmanın mantığını kim izah edecek?
Türkiye zaten dev bir uçak gemisi konumunda. Buna rağmen Yunanistan’ın Ege adaları işgaline engel olamıyoruz, Koyun Adası’nda tatbikat yapıyorlar, sadece seyrediyoruz... Bu dev çıkarma gemisini nerede kullanacağız? 
Hedef NATO’nun bizi ilgilendirmeyen kimi ihtiyaçlarını karşılamak mıdır?

 

***


Bunlar da geçer... Ama nasıl? / Murat Çelik / Vatan

 

DAEŞ’in, Suriye sınırındaki kentleri üzerinden artık açıkça ve doğrudan Türkiye’yi hedef alması...
 
Yine DAEŞ’in, intihar eylemcileri vasıtasıyla ülkenin farklı noktalarında terör saldırıları düzenlemesi...
 
***
 
PKK’nın Güneydoğu Anadolu’daki bazı kent ve ilçe merkezlerinde kan dökmeye, can almaya devam etmesi... Mevsim itibariyle kırsalda da eylemlerin, saldırıların artma ihtimali...
 
Yine PKK’nın, çoğunlukla da TAK eliyle, metropollerde canlı bomba eylemlerini sürdürmesi, büyük kentlerdeki alarm durumunun bir süre daha aynı şekilde kalacak olması...
 
***
 
Asker - polis, güvenlik güçlerinden her gün verilen şehitler ve sivil ölümlerinin toplumsal psikoloji üzerindeki menfi etkisi...
 
İnsanların günlük sosyal yaşamda birbirlerine karşı sergiledikleri tahammülsüzlük, güvensizlik ve hoyratlık...
 
***
 
Bütün bunlar yaşanırken, Ankara’da siyaset kurumunun sorunlara çözüm üretmek bir yana adeta birbirine düşmüş hâli...
 
Rutin iktidar - muhalefet çekişme ve çatışmasının ötesinde, hem iktidar partisinin hem de muhalefettekilerin kendi iç gündemlerindeki sancılı süreçler...
 
Havada uçuşan spekülasyonlar, sosyal medyadaki manipülasyonlar, kaynayan dedikodu kazanları...
 
***
 
Dış dünya ile ilişkilerde var olan zorluklar silsilesi...
 
Rusya ile ilişkiler, Suriye, Irak, İran...
 
ABD ile bıçak sırtı, Avrupa Birliği ile karşılıklı güven değil güvensizlik ortamından kaynaklı ihtiyatlı ilişkiler...
 
***
 
İç siyasetteki gergin başlıklar...
 
Dokunulmazlıkların kaldırılması süreci, Anayasa değişikliği ve bağlantılı olarak başkanlık sistemi tartışmaları, durup dururken bir anda gündeme taşınan laiklik mevzuu...
 
Memlekette sorunlar listesi uzun. Yok yok...
 
***
 
Kötü olan ise şu... Toplumun hemen her kesiminde var olan genel umutsuzluk havası...
 
Sorunların çözüleceğine ilişkin bir umut gözlenmiyor kimsede.
 
Oysa 1 Kasım seçim sandığından çıkan sonuç üzerine, bu tablonun tam aksiydi beklenen.
 
7 Haziran’da doğan belirsizlik ortamının ortadan kalkmasıyla birlikte 2 Kasım itibariyle “her şey çok güzel olacak” şeklindeydi beklenti.
 
Ama olmadı...
 
Olmamasının birden çok nedeni var, bunu biliyoruz, tamam.
 
Bilmediğimiz ise bu sarmaldan çıkış için kimin ne planı olduğu ve nasıl çıkılacağı.
 
Çıkış yolunun, herkesin birbirini suçlayıp bir tek kendini haklı görmesiyle bulunamadığı ve bulunamayacağı ortada. 

 

***

GS-BJK derbisine Mahmut Uslu kurgusu / Ercan Güven / Milliyet

 

Herkes gibi ben de Fenerbahçe’deki “üst akıl” fazla üste çıktı ve tavana vurup tepe üstü düştü sandım Mahmut Uslu’nun Galatasaray’a yüklendiğini görünce!
Önce anlam veremedim…
Elbette doğruluk payı olabilirdi, “Galatasaray 3 Temmuz süreci sayesinde 3 sene avantadan şampiyon oldu” cümlesinde… Kumpastaki Fenerbahçe’den doğan boşluktan Galatasaray yararlanabilirdi.
Lakin bu durum tespitini, amiyane “avanta” kelimesiyle zenginleştirip, rakibi aşağılama boyutuna itmenin ne zamanı ne de yeriydi.  
Hem, kime neydi?..
Kumpası Galatasaray mı kurmuştu?
Galatasaray o günlerde paralelciler ve Aziz Yıldırım’dan başkasının bilmediği tuzağı hissedip ligden mi çekilecekti yani?
Fenerbahçe takatsız kalmışsa yerini birileri dolduracak, birileri şampiyon olacaktı.
Her şampiyon suçlanacak mıydı?
Hele günümüz koşullarıyla ne alakası vardı bu saptamanın?
Belli ki, tek amacı maraza çıkarmak olan bir tespitti Mahmut Uslu’nunki!..
Önce, ben de öyle sandım.

Benzer atışmalara alışıktık düşman ikiz kardeşler arasında. Rutindi... Ama sırf kavga çıksın diye yapılmaz, hepsinin bir gizli ajandası olurdu.
Yoksa kimyası mı bozulmuştu Fenerbahçe’nin? Kime saldıracağını mı şaşırmıştı?
Çünkü ilk bakışta Beşiktaş şampiyon olurken eski defterleri açarak durduk yerde Galatasaray’a sallamanın hiçbir anlamı ve daha önemlisi “getirisi” yoktu.
Hatta tam tersine...
Şampiyonluğa üç adım kalmışken üç puan farkla önden giden rakibin Beşiktaş, Galatasaray’la oynayacak; bir anlamda şampiyonu Galatasaray tayin edecekti…
Ve sen onu çileden çıkartıyordun!
İşte “anahtar” buradaydı.

Oturdum düşündüm; “Bayram değil seyran değil, Mahmut Uslu Galatasaray’ı neden öptü” diye.
Ve anladım galiba!
Paylaşayım:

Galatasaray’a “seç bakalım şampiyonu” deseler, yüzünü kime döner ve gülümserdi?
Beşiktaş’a... Racon böyleydi; Fenerbahçe olmasın da kim olursa olsun...
Sahadaki hiçbir Galatasaraylıdan Fenerbahçe’nin şansını yok etmek için Beşiktaş karşısında “gevşek” oynamasını bekleyemezsiniz ama ortada “kamuoyu” denilen ve “algı üreterek” herkesin bilinçaltını etkileyen bir haritacı vardı...
Ve o kamuoyunu oluşturan saha dışındaki Galatasaraylılardan küçümsenmeyecek bir kısmı Fenerbahçe’yi alaşağı etmek için kendi takımının derbide yenilmesine razıydı.
Hatta talep ediyordu açık açık.
İşte tam bu noktada, Mahmut Uslu’nun Galatasaray’ın şampiyonluklarını küçümseyen, “avanta” yakıştırması yapan açıklaması ile ne gerçekleşti?
Oyun dışı kalmış Galatasaray çıldırdı ve oyuna dahil oldu.

Şimdi Galatasaray derbide varını yoğunu ortaya koyup mücadele etmezse, “Zaten birbirlerini sevmezler, Mahmut Uslu’nun son açıklamalarıyla iyice çileden çıkan Galatasaray Beşiktaş’a yattı” demezler mi?
Mahmut Uslu, Galatasaray ile aralarındaki husumetin altını çizerek ve onları da kayıtsızlıktan alıp aynı çizgiye çekerek, “oyun dışı kaldığı için olası bıkkınlık ve ciddiyetsizlikle Beşiktaş’a mağlup olma kartını”  Galatasaray’ın elinden çekti aldı.
Galatasaray artık Beşiktaş’a teslim olursa, bunu Fenerbahçe ile aralarındaki geleneksel husumetin yeniden köpürmesi yüzünden yapmış olacak ki, değil Galatasaray, hiçbir kulüp veya camia bunu kaldıramaz.
Teslimiyeti geçin; maça asılıp kaybetse bile “şaibe” yaftalı bir yenilgi kalır elinde.
Yani tek çare kazanmak!
Derbiye kadar daha çok konuşur Mahmut Uslu...
İrfan Aktar çok yanıt verir.
Muhtemelen Başkan Özbek de katılır.
Çünkü “Mahmut Uslu’nun Galatasaray - Beşiktaş derbi kurgusu” amansızdır.
Ve derbi günü sinirden ayakları titreyen Galatasaray çatır çatır oynayarak “alın size Galatasaray namusu” kıvamına gelirse kimse şaşırmasın.
Artık aksi mümkün değildir.
Bunun adı nedir?
Ters manyelin üçüncü boyutu!
Umulanın aksini yaparak karşısındakini beklediği sonuca itmenin Fenerbahçe üst aklında çıkmış son modeli.

 

***


Beşiktaş finişe bir adım daha yakın / Ziya Şengül / Star

 

Ligin boyu iyice kısaldı. Geriye kaldı 3 hafta. Şu anda puan cetvelinnin tepesinde yer alan takım Beşiktaş. Kalan 3 haftadaki tüm maçlarını kazanması durumunda, başka bir hesaba gerek kalmadan şampiyonluğunu ilan eden takım olur. Fenerbahçe ise hem kalan 3 maçını kazanacak, hem de Beşiktaş’ın yenilmesini bekleyecek. Kalan haftalar içinde Beşiktaş’ın en zor karşılaşması Galatasaray derbisi olarak görünüyor. Ama ben Kartal’ın kalan 3 maçı da kazanarak şampiyon olacağına inanıyorum. Şampiyonluğu yakalamak adına böyle kısa bir dönem kaldıysa, büyük takımlar büyüklüğünü gösterir ve hepsini kazanıp sonunda şampiyon olur. Beşiktaş’ın şansını yüzde 60, Fener’in şansını yüzde 40 görüyorum.”