Medya Arkası (30 Mayıs 2016)

Medya Arkası (30 Mayıs 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde İstanbul'da büyük bir görkemle kutlanan Fetih Şöleni, Suriye ile olan dış politikamız ve terörle mücedele vardı.

Yarım Yıldırım! Çeyrek Şimşek! / Necati Doğru / Sözcü

Yeni geçilen modele isim arıyordunuz. İsim önünüzde. Kör olmuşsunuz. Görmüyorsunuz.
İşte size isim:
Yarım Yıldırım.
Çeyrek Şimşek.
Tam olan Reis.
Reis, yani Reisicumhur. Resmi yazışmalardaki adı Cumhurbaşkanı… Kendini bil, rahatla.
Binali Yıldırım,
Kendini biliyor.
Yolun yolumuzdur.
Davan davamızdır.
Adın anılır.
Ayağa kalkarız.
Senden korkar.
Allah'a sığınırız.
Bütün yetkiler Reis'te.
Yıldırım yarım yetkili.
Yarım Yıldırım.
Yeni modelin adı:
Yüzde 100 Reis!
Yüzde 50 Binali.
Reis'in emri, işareti, ışığı olmasaydı iktidar partisinin ikinci olağanüstü kongresi toplanamayacaktı. Tayin ile getirilmiş olan derin strateji hocası kovulmayacak yerine de tayin ile Yıldırım oturtulmayacaktı.

*  *  *

Modelde çeyrek de var!
Yüzde 25.
O da Şimşek!
Bakan yapıldı.
Adı: Mehmet Şimşek.
Kör olmuşsunuz.
Görmüyorsunuz.
Sağırsınız.
Duymuyorsunuz.
Duygu özürlüsünüz.
Hissetmiyorsunuz.
O şimdi Çeyrek Şimşek.
Ekonomiden tam sorumlu bakandı. Mehmet Şimşek'i ağır bir ameliyata aldılar.
Bir elini keselim.
Tek eli kalsın.
Bir bacağını koparalım.
Tek bacaklı olsun.
Kulağının birini alalım.
Tek kulağı olsun.
Gözünün birini kapatalım.
Tek gözüyle görsün.
Yetkilerini kırpalım.
Yüzde 25 yetkisi kalsın.
Emirler aynen yapıldı.
Çeyrek yetkili bakan oldu.

*  *  *

BDDK, Şimşek'ten alındı.
TMSF, Şimşek'ten alındı.
SPK, Şimşek'ten alındı.
EKK, Şimşek'ten alındı.
ÖİB, Şimşek'ten alındı.
YPK, Şimşek'ten alındı.
PKKK, Şimşek'ten alındı.
Ekonominin yönetilmesinde ilk makine ayarlarını verme gücü olan bu baş harf kurumlarının yetkileri yüzde 50 Binali'ye, Yüzde 12.5 Damat Bakana, yüzde 12.5 Canikli Bakan'a aktarıldı.
Şimşek, vitrin süsü oldu.
Şimşek'e sap kaldı.
İçleri cerahat dolu.
Devlet bankaları.
Şimşek'e bırakıldı.
Sadece Hazine.
Şimşek'e bağlı kaldı.

*  *  *

Hazine, halktan vergi toplar.
Dünyanın ve Avrupa'nın en ilkel, en vahşi, en kaba, en acımasız, en aşağılık, en adi vergi toplama sistemi Türkiye'de uygulanıyor.
Zenginden de aynı vergi.
Fakirden de aynı vergi.
Burjuvadan da aynı vergi.
Çulsuzdan da aynı vergi.
Tüccardan da aynı vergi.
Irgattan da aynı vergi.
Patrondan da aynı vergi.
İşçiden de aynı vergi.
Viski çekenden de aynı
vergi.
Tinerciden de aynı vergi.
VİP hacıdan da aynı vergi.
İmanı tam hacıdan de aynı vergi.
Çiftçiden de aynı vergi.
Tefeciden de aynı vergi.
Üretenden de aynı vergi.
Aracıdan da aynı vergi.
Çok kötü yönetildiği ve savaşlarda yenildiği için ganimet alamaz ve ekonomisi çöktüğü için de vergi toplayamaz hale gelip batan Osmanlı İmparatorluğu'nda bile bu kadar aşağılık bir vergi sistemi yoktu. Osmanlı'da vergiler kılık değiştirmeden, şu malın, bu malın, şu hizmetin, bu hizmetin içinde gizlenip saklanmadan doğrudan direkt alınıyordu. Malların ve hizmetlerin içine vergi gizleyip “zengin ile fakirin aynı vergiyi vermesi adaletsizliği” çökmekte olan Osmanlı da bile yoktu.
2016 yılını bitiriyoruz.
En alçak vergi düzeni Türkiye'de.
Zengine de fakire de aynı vergi.

*  *  *

İşadamları, iktidarın bela çıkarmasından korkuyor. Konuşamıyor. Türkiye çok büyük, derin, yakıcı bir ekonomik krizin pençesine düştü, düşürüldü. Ekonominin üç büyük taşıyıcı sektörü; inşaat, otomotiv, turizmde satışlar inişe geçti, dibe doğru gidiyor.
Balon sönüyor.
Kör edilmişsiniz.
Görmüyorsunuz.
Yarım Yıldırım.
Çeyrek Şimşek.
Tam yetkili Reis.
Ekonomi çöktü.
Göreceksiniz.

SON DAKİKA NOTU: Mehmet Şimşek, dün; “Hükümet olarak bizim bahane üretme hakkımız yok. Evet, hatta başkalarını suçlama hakkımız yok. Bu ülkenin bir sorunu varsa sorumluluk da biz de, çözüm de buradadır. Başkalarını suçlayarak çözüm üretemeyiz. Bizi efendim ne yapıyorlar? Bize komplo yapıyorlar, bizi kandırıyorlar. O zaman kandırılmayın” diyen bir konuşma yaptı. Yüzde 100 gerçek bir bakana yakışan konuşmaydı.

 

***

 

Neden kutluyorlar İstanbul fethini? / Ahmet Hakan / Hürriyet

 

"MİLLİ Görüş", her yıl kutlardı İstanbul'un fethini.
Mehter marşları, kartondan surlar, yeniçeriler, Ulubatlı Hasan’lar falan...
 
“Temsili Fatih Sultan Mehmet” de olurdu bu kutlamada...
 
Erbakan, bir Fatih gibi selamlardı ahaliyi.
 
Devletin desteklemediği, sivil bir kutlamaydı bu.
 

 
Milli Görüş, “İstanbul’u yeniden fethetmek” olgusundan da söz ederdi.
 

 
Ne demekti İstanbul’u yeniden fethetmek?
 
Şu demekti:
 
“Kenarda kaldık, artık merkeze geleceğiz. Merkezin zaptı yakın, merkezi zapt edeceğiz.”
 
Kısacası çevrenin merkezde kendine pay aramasının sembolik bir anlatımıydı İstanbul’un fethini kutlamak...
 

 
İyi ama çevrenin merkezi tartışmasız biçimde fethettiği şu günlerde...
 
İstanbul’un fethini, hem de en büyük devlet törenine dönüştürerek kutlamak da neyin nesi?


 
Olayın perde arkasında şu beş şey olabilir:
 
 
- BİR: Yeni resmi ideolojilerine, yeni bir bayram armağan etmek istiyor olabilirler.
 
 
- İKİ: Epey geçmişte kalmış olsa da Osmanlı’nın en parlak zaferinden kendilerine bugün için bir moral çıkarmaya çalışıyor olabilirler.
 
 
- ÜÇ: Son zamanlarda estirdikleri hem dini hem de milli rüzgârın bir kasırgaya dönüşmesini amaçlıyor olabilirler.
 
 
- DÖRT: Avrupa Birliği’nin standartlarına kavuşmaktan Avrupa’ya meydan okuma noktasına geldikleri için... İstanbul’un fethini bu amaçla kullanmayı hedefliyor olabilirler.
 
 
- BEŞ: Kendi iktidarlarında Esad’ın Suriye’sinde bir santim toprağı bile fethetmeyi başaramadıkları için Fatih’in İstanbul’u fethiyle avunmaya çalışıyor olabilirler.

 

***


SURİYE’DE BAŞIMIZA GELEN BUDUR!.. / Mehmet Tezkan / Milliyet

 

Öyle bağırıp çağırmakla.. İç politikanın ipine asılıp milliyetçilik rüzgârı estirmekle dış politika şekillenmiyor..
Dış politikada tek doğru benim doğrum dersen..
Burnunun doğrultusuna gidersen..
Hele hele ilk hamlen hatalıysa..
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemişsen..
Oyun kurucu olarak girip çırak çıkarsın..
Tribünde oturur, seyirci olursun..
Suriye’de başımıza gelen budur..

ABD askerleri, omzuna, Ankara’nın terör örgütü dediği YPG amblemini taktı..
ABD askerleri, Rakka’yı kurtarmak için PYD/YPG savaşçılarıyla omuz omuza yürüyor..
İstediğin kadar bağır..
İstediğin kadar çağır..
İstediğin tepkiyi ver..
Nota ver, kabul edilemez bul, ne yaparsan yap; maç bitmiş!..
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ne dedi; YPG terör örgütü değil, birlikte çalışmamız sürecek dedi..
Eee!..

Daha da ötesi.. Hele Rakka’yı IŞİD’den temizlesinler görün bakalım neler oluyor?
PYD/YPG yapılanması Paris’te, Berlin’de, Stockholm’de, Prag’da temsilcilik açtı ya..
Yarın öbür gün, Roma’da da, Londra’da da, Madrid’de de, Atina’da da açacaklar..
Gidişat bu yönde..

Aynaya bakma zamanı geldi!.. ABD’ye iki yüzlü diye haykırıyoruz.. Avrupa’ya terör destekçisi diyoruz ama..
Bir buçuk yıl önce 2015 yılının ocak ayında dönemin Başbakanı Davutoğlu Kobani’ye selam yolluyordu..
Aynen şöyle demişti; Kobani’ye buradan selam ediyorum. Kobani’deki her kardeşlerimin alnından öpüyorum. Kobani bize tarihin emanetidir..

Öpücük yollarken Kobani’ye kim hakimdi?.. 
PKK’nın uzantısı olduğunu söylediğimiz PYD/YPG yapılanması..
Şapkayı önümüze koyalım..
Dün selam yolluyorduk, bugün terörist diyoruz..
İşin gerçeği şu.. Çözüm süreci rayından çıkmasaydı bugün terörist demeyecekti!..

Sorumu tekrarlıyorum..
ABD destekli Suriyeli Kürt milisler Rakka’ya girmesin diyoruz..
O halde, Rakka IŞİD’in mi olsun?
Hayır hayır.. Ne YPG’nin olsun ne IŞİD’in..
O zaman kenti Esad mı alsın?
Hayır, o da olmaz!..
Eee, kim olacak? Ankara’nın açmazı burada!..

 

***

 

PYD Rakka'ya girerse / Murat Yetkin / Hürriyet

 

Yanlış okumadınız.
Bundan beş yıl önce AK Parti hükümeti yetkililerinin hedefi, Suriye’de Beşar Esad rejimi nasıl olsa altı ay içinde, 2011 sonuna dek yıkılacağına göre, bayram namazını Şam’da Emeviye Camii’nde kılmaktı.
 
Bugün hedef, IŞİD’in Suriye’deki merkezi Rakka’nın PKK’nın Suriye kolu PYD’nin kontrolüne girrmemesini sağlamak.
 
İzlenen Suriye politikası sonucu hükümetin hedefi bu noktaya gelmiş; nereden nereye?
 
Ankara bunun için Washington’la görüşüyor, uyarılar yapıyor.
 
Amerikalılar “Tabii, sizi anlıyoruz, merak etmeyin” deyip Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen PYD ile askeri işbirliğine devam ediyor.
 
Geçen hafta çıkan YPG armalı Amerikan Özel Kuvvetler fotoğraflarını bile, “Bir daha olmaz” diye geçiştirdiler, ama artık dünya alem birlikte savaştıklarını biliyor.
 
ABD Başkanı Barack Obama’nın giderayak Suriye’de izlemeye başladığı strateji aslında açık. Ve bu stratejiyi, Obama’nın 18 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı arayıp 1 saat 10 dakika görüşmelerinin ardından, 20 Mayıs’ta Suriye’ye, oradaki PYD/YPG şefleriyle görüşen Amerikan Merkezi Kuvvetler (CENTCOM) komutanı Orgeneral Joseph Votel iyi özetledi: Şimdi elimizde ne varsa IŞİD’i devirelim, sonrasını sonra düşünürüz.
 
Oysa ABD tıpkı Irak’ta yaptığı gibi sonra çekip on bir kilometre öteye gidecek ve biz burada durmaya devam edeceğiz. Artık birliklerini de getirmiyor, burada kendisi için ölmeye hazır kuvvetler buluyor.
 
Tabii o kuvvetler de bunu boşuna değil, kendi kontrollerinde bir alan, olabilirse bir devlet kurmak için yapıyorlar.
 
İşte son zamanlarda PKK/PYD’ye yakın yayınlarda, PYD yetkililerinin ağzından, Rakka’nın da Kürt bölgesinde dahil edilmesi gerektiği yolunda beyanlar çıkınca, Ankara’daki endişe de, “Ya Fırat’ın batı yakasına geçerlerse” endişesinin ötesine geçmeye başladı.
 
Amerikalılar “Yok canım, hiç olur mu?” diyorlar ama aynı strateji Irak’ta da geçerli ve orada da itirazlar yükseliyor.
 
Felluce örneği ortada.
 
Irak’taki Sünni siyasetçiler, geçen hafta İran basınında yayınlanan ve Tümgeneral Kasım Süleymani’nin Felluce yakınlarında olduğunu öne süren fotoğraflara tepki gösterdiler.
 
Süleymani, İran Devrim Muhafızlarının Dış Operasyonlar birimi olan Kudüs Tugayları’nın komutanı. Geçen yaz sonlarında, Beşar Esad’ın durumu iyice sıkıntıya girip Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye’ye yüklenmesi kararının öncesinde kuvvetleriyle Irak’tak Suriye’ye geçmişti.
 
Orada sadece binlerce İran’lı Devrim Muhafızına değil  (İranlılar general düzeyinde ağır kayıplar veriyor Suriye’de) Lübnan’dan gelen Hizbullah militanlarına ve Esad yanlısı milis güçlerine de komuta ediyordu. Nasıl Ankara’nın gözünde PKK’dan farksız YPG’nin arkasında ABD’nin hava desteği varsa, onların da Suriye ve Rus hava desteği vardı.
 
Süleymani’nin Felluce’de olması demek, sadece Kudüs Tugaylarıyla değil, İran yanlısı Şii milis gücü Haşdi Şaabi ile birlikte Felluce’deki IŞİD işgalinin kırılmasında Irak ordusuyla birlikte (Irak ordusundan çok daha etkili bir güç olarak) savaşacağı anlamına geliyordu.
 
İran haberi yalanladı ama Iraklı Sünnileri telaş almıştı bile. Süleymani demek, Bağdad’ın 50 kilometre ötesindeki Felluce’yi IŞİD’ten aldıktan sonra şehirde Sünnilere yönelik bir etnik temizliğe girişme endişesi demekti. Bağdat’taki Sünni siyasetçiler Felluce’nin IŞİD’ten alınmasını elbette istiyorlar, ama Sünni Arapların yaşadığı bu şehrin İran yanlısı Şiilerin kontrolüne girmesini istemiyorlardı.
 
Türkiye için de Arap nüfuslu Rakka’nın ödül olarak PKK’nın Suriye kolu PYD’ye bırakılma ihtimali, daha derin çelişkilere, sorunlara davetiye çıkarmak anlamına geliyordu.
 
Tabii henüz ne Felluce, ne Rakka’nın IŞİD’ten temizlenmesi yakın görünmüyor, ama bu konular şimdiden ilgili başkentlerde hararetli tartışmalara neden oluyor.
 
Tabii hükümetin ABD’ye karşı yaptırım gücü, özellikle Rus uçağının düşürülmesi ardından azalmış durumda; Türkiye artık Rusya devredeyken ortak savunma için NATO çerçevesinde hareket ediyor, güvence buluyor.
 
Türkiye ABD’den PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin Rakka’yı almasına izin vermemesini istiyor; beş yıldır izlenen Suriye siyasetinde gelinen aşamanın adeta özetidir bu durum. 

 

***

 

Diploma piyasası yine karıştı / Can Ataklı / Korkusuz


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın üniversite diploması olup olmadığı konusu hâlâ bir muamma.

Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmeden önce yasa gereği sunduğu bir diploma var ortada. Ancak bu diplomanın gerçek olup olmadığı konusunda çok ciddi tereddütler var.
İşin ilginç yanı, çok basit bir şekilde kanıtlanacak ve kapatılacak bir konu sarayın suskunluğu, ilgili makamların da “korku suskunluğu” nedeniyle bir türlü çözülemiyor.
Erdoğan'ın diploması konusu en son nisan ayı sonlarında gündeme gelmişti.

CHP milletvekili Barış Yarkadaş Başbakan Davutoğlu'nun cevaplaması isteği ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diplomasının geçerli olup olmadığını sormuştu.
Başbakanlık 15 günlük sürede cevap vermesi gerektiği halde henüz konuyla ilgili bir açıklama yapmadı.
Yarkadaş aynı sırada Marmara Üniversitesi Rektörlüğü'ne “Bilgi edinme hakkını” kullanarak aynı soruyu sormuştu.
Rektörlük cevabı 17 gün sonra verdi ama durum yine netlik kazanmadı.

Çünkü rektörlük Yarkadaş'a verdiği cevapta benzer bir sorunun daha önce yine bir CHP milletvekili olan Ali Rıza Öztürk tarafından sorulduğunu, ilgili cevabın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderildiğini ve bilginin buradan alınması gerektiğini söylüyor.

Barış Yarkadaş bunun üzerine Meclis'e gönderilen cevabı aradığını ancak sadece boş bir kâğıtla karşılaştığını söyledi.
Yarkadaş bunun üzerine Bilgi Edinme Üst Kurulu'na Marmara Üniversitesi Rektörlüğü'nü şikayet ettiğini ve sorusunun cevaplandırılmasını istediğini kaydetti.
Diploma piyasasını karıştıran yeni olay ise hafta sonunda yaşandı.

Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesiyle yargılanan bir kişi savunmasında Erdoğan'ın üniversite diploması olmadığını belirterek “Cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün olmayan birine hakaret etmem de mümkün olmaz” deyince, sarayın avukatları mecburen mahkemeye diploma ile ilgili açıklama yapmak zorunda kaldı.
Ancak avukatlar diploma koymak yerine garip bir yorum yapınca kafalar iyice karıştı.

Saray avukatı savunma sırasında “Cumhurbaşkanı'na yönelik mezuniyeti ile ilgili çirkin yaklaşımları reddediyorum. 2547 sayılı kanunun 3'üncü maddesinde hüküm vardır. Buna göre yüksek öğretim tanımı orada yapılmıştır. Yüksek öğretim milli eğitim sistemi içerisinde, orta öğretime dayalı en az 4 yarı yılı kapsayan her kademedeki eğitim öğretimin tümüdür. Dolayısıyla cumhurbaşkanının ne anayasa ne de siyasal olarak meşruiyeti ile ilgili zerre tartışma söz konusu değildir” dedi.
Bu savunma Erdoğan'ın 4 yıllık değil iki yıllık bir yüksek eğitim programını bitirdiği yönünde kuşkuların artmasına neden oldu.

Eğer Erdoğan anayasada belirtildiği gibi 4 yıllık değil daha az sürede bitirilen bir yüksek öğrenim programı aldıysa cumhurbaşkanı seçilmesi için yeterlilik aşamasını geçirmemiş oluyor.

Bu da cumhurbaşkanı seçilmesinin mümkün olmadığı anlamına geliyor.
Erdoğan bunca güç sarhoşluğu içinde hiç beklemediği bir yerden darbe alırsa kimse şaşırmasın.


“Cumhurbaşkanı yok ki hakaret etmiş olayım”

Bugüne kadar “Cumhurbaşkanı'na hakaret” konusunda duyduğum en ilginç savunma Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Ahmet D. adlı vatandaşın savunması.
Ahmet D. Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hakkında dava açılmış.

Sanık Ahmet D. savunmasında, MHP Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun Erdoğan'ın diplomasına ilişkin yazılarını delil olarak sundu. Ahmet D. Erdoğan için “Kendisi 4 yıllık fakülte mezunu değildir. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı görevini yapamaz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu bu nedenle oluşamaz. Çünkü kendisi 4 yıllık fakülte mezunu değildir. Yusuf Halaçoğlu'nun tanık olarak dinlenmesini talep ediyorum” dedi.

Ahmet D'nin bu beklenmedik savunması üzerine sarayın avukatı diğer yazıda okuduğunuz o kafa karıştırıcı savunmayı yaptı.
Mahkeme davayı erteleyerek suçun işlendiği Polatlı'ya gönderdi. Polatlı 1. Asliye Ceza Mahkemesi ise cumhurbaşkanı'nın diplomasının ilgili kurumlara sorulmasını kararlaştırdı.

Bu durumda Erdoğan'ın diploması ilk kez “mahkeme kanalıyla talep edilmiş” olacak.

Bugüne kadar bütün başvuruları sudan bahanelerle reddeden ya da net bir açıklama yapmayan Marmara Üniversitesi'nin mahkemeye karşı ne yapacağını gerçekten çok merak ediyorum.

 

***


Terörle mücadele konsepti değişti / Abdülkadir Selvi / Hürriyet

 

CUMHURBAŞKANI Erdoğan'ın başkanlığında yapılan yeni hükümetin ilk Bakanlar Kurulu'nda terörle mücadele için çok kritik kararlar alınıyor.
Bakanlar Kurulu, kozmik bir havada gerçekleşiyor. PKK ile mücadelede yeni bir konsepte geçiliyor.
 
Buna, “Terörü önleyici operasyonlar” demek mümkün. PKK saldırılarını önlemeye dönük savunmacı yaklaşımdan ziyade, devletin operasyonel olduğu, “Önleyici vuruş” stratejisine geçiliyor. 11 Eylül’den sonra ABD’nin küresel çapta yaptığı ama daha çok İsrail’in geliştirdiği stratejiyi andırıyor.
 
KANDİLCİKLER SUSTURULACAK
 
Türkiye sınırları içinde PKK eylemlerinin planlanıp, organize edildiği kampları hedef alan operasyonların yapılması. Bir anlamda sınırlarımızın içindeki, “Kandilciklerin”susturulması.
 
Bakanlar Kurulu’nda 4 birim sunum yapıyor.
1- Dışişleri Bakanlığı
2- İçişleri Bakanlığı 
3- Genelkurmay Başkanlığı
4- MİT Müsteşarlığı
 
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bölgemizdeki gelişmeler başta olmak üzere dış politikaya ilişkin kapsamlı bir sunum yapıyor. İçişleri Bakanı Efkan Ala ise terörle mücadeledeki son durumu anlatıyor. Jandarma Genel Komutanı Org. Galip Mendi yürütülen operasyonlarla ilgili açıklamalar yapıyor. 
MİT Müsteşarı Hakan Fidan ise bölgemizdeki gelişmelere ilişkin derinlikli bir sunum yapıyor, PKK ile mücadelede ayrıntılı bilgi veriyor.
 

TÜRKİYE’NİN SURİYE OLMADIĞI GÖSTERİLDİ
 
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın zaman zaman araya girip ayrıntılı bilgi verdiği, terörle mücadele konusunda Genelkurmay Harekât Başkanı Korg. Satı Bahadır Köse, doyurucu bir brifing veriyor. Genelkurmay’ın sunumu iki ana bölümden oluşuyor:
 
1- Şehir savaşları ve sınır ötesi operasyonlar konusunda gelinen son durum anlatılıyor. Şehir savaşlarına büyük umut bağlayan terör örgütünün verdiği zayiata ilişkin ayrıntılı bilgiler veriliyor.
 
Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de Kobani, Afrin, Cizire gibi kantonlar oluşturmayı hedefleyen PKK, ağır bir yenilgiye uğradı.
 
Suriye’yi dizayn ederken PKK ve DEAŞ üzerinden ülkemizi meşgul etmeye çalışanlara, Türkiye’nin Suriye olmadığı gösterilmiş oldu.
 
2- PKK’yla mücadelede ikinci etaba geçiliyor. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir, “Şehirden sonra kırsalı da temizleyeceğiz” sözleriyle yeni sürecin ipuçlarını veriyor.
 

PKK’NIN KIRSALDA TOPARLANMASINA ÖNLEM
 
Şehir savaşlarında ağır bir yenilgiye uğrayan örgütün, kırsalda kendini toparlayıp, eylem koymasına izin verilmeyecek. PKK ile mücadele bu kez kırsalda sürecek. Yeni sürecin iki özelliği var.
 
1- Çözüm süreci uzun bir süre gündeme getirilmeyecek. Buna 1-1.5 yıl diyebiliriz.
 
2- PKK ile mücadelede, önleyici terör konseptine geçilecek. Türkiye’nin sınırları içinde PKK açısından stratejik öneme sahip terör kampları temizlenecek.
 

İÇERİDE 5 YER VAR
 
Bomba yüklü araçların hazırlandığı, saldırı planlarının yapıldığı, yollarda tuzaklamaların gerçekleştirildiği, şehir savaşlarının takviye edildiği, karakollarımıza saldırıların yapıldığı Türkiye’nin içinde 5 yer var.
 
1- Ağrı Tendürek- Kuzey Irak’tan gelip Hakkâri-Van üzerinden bölgeye giriş yapanların kullandığı bir yer. Kandil’le doğrudan irtibatlı. Orta seviyede. Kandil’le bağı kopsa dahi inisiyatifi üstlenebilecek kabiliyete sahip.
 
2- Cudi-Gabar- Silopi üzerinden Türkiye’ye giren grupların Şırnak-Mardin-Diyarbakır’a geçişi sağlanıyor. 2 lojistik 7 mobil kamp var. Sınırda PKK’nın MLKP ile kurduğu 5 yeni kamp nedeniyle eski stratejik öneme sahip dahil.
 
3- Diyarbakır Lice-Kulp-Şenyayla mevkisi. Diyarbakır ve Ankara’daki bombalı araçlar burada hazırlandı. Örgütün “Amed” dediği bölgenin yönetimi buradan sağlanıyor. Şehir savaşları Şenyayla karargâhından yönetiliyor. Stratejik önemi yüksek bir kamp.
 
4- Tunceli-Ali Boğazı- Örgütün Dersim eyalet komutanlığı tarafından yönetiliyor. Alevi PKK’lıların karargâhı. Öcalan yakalandıktan sonra alınan geri çekilme kararına direnmişlerdi.
 
5- Bingöl’de Genç ve Kiğı ilçelerinin olduğu bölgeler. PKK’nın Sünni Zaza kolu bu kampta üstleniyor. Bingöl-Diyarbakır hattındaki eylemler buradan planlanıp, icra ediliyor.
 
PKK ile mücadelede bir konsept değişikliğine gidiliyor. PKK’yı kırsalda çökertmeyi amaçlayan, önleyici vuruş denilen sürece geçiliyor

 

***

 

Zarrab, sadece rüşvetçi değil terör destekçisi… / Zeynep Gürcanlı / Sözcü

 

Türkiye'nin yapamadığını, Amerikalı bir savcı yaptı.
“Darbe yapıyorlardı” gerekçesiyle kapatılan 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk iddianamesinde adı geçen herkes, artık Amerikan yargısının radarında…
AKP'li eski Bakanlar Egemen Bağış, Muammer Güler ve Zafer Çağlayan başta olmak üzere, Zarrab'la herhangi bir şekilde para ilişkisine girmiş herkes için tutuklanma olasılığı bulunuyor.
Ancak bu kadar değil…
Savcı Preet Bharara'nın dosyasını okudukça, yeni bilgiler ortaya çıkıyor.
Mesela…
Reza Zarrab, savcının deyimiyle sadece Türkiye'deki siyasileri “satın almakla” kalmamış, aynı zamanda Türkiye'nin “düşman” ilan ettiği Beşar Esad'a da destek vermiş.
Bharara'nın Zarrab dosyasında, ana metinde bulunmayan ancak bir dipnot olarak geçirilen ayrıntı çok önemli.
Zarrab, Türkiye'de rüşvet dağıtarak yürüttüğü işten kazandıklarının bir bölümünü, doğrudan İran'ın “elit savaşçılarından” oluşan Devrim Muhafızları'na aktarmış.
Devrim Muhafızları, Beşar Esad'ın hâlâ Suriye'de sözünün geçiyor olmasının en büyük nedeni. Daha Rusya asker ve uçaklarıyla Suriye'ye girmeden önce Devrim Muhafızları Esad'ın yanındaydılar. Esad'ın ordusunu eğittiler, silah ve cephane sağladılar, hatta bizzat Esad güçleriyle birlikte savaştılar.
Savcı Bharara, Zarrab'ın Devrim Muhafızları'na yönelik desteğini ise doğrudan “teröre finans sağlamak” olarak geçirdi dosyasında… Dosyada dipnot olarak geçen bölümde, aynen şöyle yazmış Savcı Bharara:
“Zarrab'ın destek olduğu kurumlar arasında, terörizmi kullanmasıyla ünlü olan İran Devrim Muhafızları da var. Başka bir deyişle, Zarrab'ın yaptıkları sadece yasaklanmış olan birtakım malların ticaretiyle kalmıyor, aynı zamanda ABD'yi tehdit eden İran'a bu tehdidi gerçekleştirmesi için destek de veriyor.”
Bu cümlenin özeti şu:
Savcı Bharara, dolandırıcılık ve kara para aklama olarak başlayan Zarrab davasının, terör davasına evrilmesinin de önünü açtı…

Reza, Amerika'ya ‘gözaltına alınacağını bilerek' gitmemiş

ABD'li Savcı Preet Bharara'nın Zarrab'ın kefaletle serbest kalmaması için hazırladığı dosya, Türkiye'de en sevilen komplo teorilerinden biri olan “Reza, gözaltına alınacağını bilerek gitti” mitini de yıktı.
Bharara'nın dosyasında, Zarrab'ın değil işbirliği yapmak, Amerikan yargısına verdiği ilk ifadelerde yalan söylediği yer alıyor. Savcı, Zarrab'ın verdiği ifadelerdeki yalanlarını üç noktada özetlemiş:
– MAL VARLIĞI KONUSUNDA YALAN SÖYLEDİ- Ne gayrımenkulleri, ne de menkulleri konusunda sorulara karşılık yanlış bilgiler verdi; evlerini, yatlarını, hatta şirketlerini bile saklamaya çalıştı.
– YILLIK GELİRİ KONUSUNDA YALAN SÖYLEDİ- Zarrab, yıllık gelirinin 780 bin dolar olduğunu beyan etti. Oysa Savcı Bharara gelirinin yıllık 11 milyar doları aştığını belgeledi.
– YOLCULUKLARI KONUSUNDA YALAN SÖYLEDİ- Zarrab ifade verirken, yaptığı yolculuklar sorulduğunda sadece Türk pasaportuyla yaptığı yolculukları saydı. Oysa Savcı Bharara, FBI soruşturmasında, Zarrab'ın sahip olduğu Makedonya ve İran pasaportlarıyla yaptığı yolculukları da belgelemişti. Zarrab'ın özellikle Suudi Arabistan'a yaptığı iki yolculuktan hiç bahsetmemesi dikkat çekti.
Kısacası, Zarrab değil işbirliği yapmak, Amerikan yargısını yanıltmaya da çalıştı.
Ancak şunu da unutmamak gerekir.
Savcı Bharara'nın dosyasında Zarrab'ın “alabileceği cezaya” yönelik çok önemli ipuçları var: Savcı, Zarrab'ın “en az 30 yıl hapis cezası” alacağına neredeyse kesin gözüyle bakıyor. Bunu da dosyasında ifade ediyor.
Amerikan hapishanelerinde geçecek 30 küsur yılın korkusu, bu ana kadar savcı ile işbirliği yapmamış olan Reza Zarrab'ın, fikir değiştirmesinin önünü de açabilir.


***

 

Fetih morali / Okay Gönensin / Vatan

 

İstanbul’un Sultan Mehmet tarafından fethi, insanlık tarihinin akışını değiştiren bir olay. Bu yıl 563’üncü yılı ve bu kez de görkemli bir törenle kutlandı.
 
Fazla uzak bir günü bu kadar görkemli kutluyoruz, çünkü toplumun ciddi bir morale ihtiyacı var. Canlı yayın yapan kanallarda konuşanların çoğunluğu da tarih anlatmadılar, sözü hep bugün yaşadıklarımıza getirdiler. Kendimizi kendimize övmek de vazgeçemediğimiz bir alışkanlığımız.
 
Çatışmalardan, gerilimlerden Türk toplumunun bayağı yorulduğunun kanıtlarını her gün görmek mümkün. Bu yorgunluk bazen insani çöküntülerle karşımıza çıkıyor, bazen çaresizlik çığlıklarıyla.
 
Siyasi yapının birçok unsurunun içinde bulduğu çöküntü durumu da genel yorgunluğunun yansımalarından biri.
 
Çatışma ve gerilim ruhu, konuşmaktan kaçma güdüsü toplumun bütün dokusuna yayılmış ve insan ilişkilerinin her tarafına sıçramış durumda.
 
Fetih konuşmaları yapanların bazıları, moral ve kendimizi övme adına Nobel Kimya ödülünü bir Türk’ün almasını hatırlatırırken, Nobel Edebiyat ödülünü de bir Türk’ün aldığını unutuyorlar. Türk toplumunun önüne konulmuş olan 2023 hedeflerini de toplumun “içselleştirdiğini” de söylemek mümkün değil. Çünkü toplum 2023 hedeflerinin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi değil. Tahminlerle durum idare ediliyor.
 
Bu yüzden İstanbul’un Fethinin 563’üncü yılını bu şekilde kutlamak ihtiyacını hissediyoruz.
 
Bu yüzden Fetih ile ilgili tarihi gerçeklerle de ilgilenmiyoruz, tarihçiler de ortaokul ders kitabı düzeyinde konuşmalarla geçiştiriliyor.
 
Çatışma dili önde oldukça, toplumun moralinin buna göre şekilleneceğini siyasi yapı görmemekte ısrar ediyor. Bunun dışına çıkma çabaları da hiç yok değil, ama onlar da fazla öne çıkamıyor.
 
İstanbul’un Fethinin 563’üncü yılını kutlamak iyi bir şey, herkes için iyi bir şey. Bir meydana 1 milyon insanın gelerek bu kutlamaya katılması da iyi bir şey.
 
İnsanların buradan moral kazanması da iyi bir şey. Yeter ki bunun gerçek değerini ve gerçek anlamını iyi bilelim.

 


***

 

Arda-Çalhanoğlu mecburen kenara! / Mehmet Demirkol / Fanatik

 

Selçuk İnan olmadan bu takımın organize olması kolay değil. En formsuz ve güçsüz halinde dahi oyun organizasyonunun çekirdeği o. Oyunu onun üzerinden kurmak zaruret. Doğal olan bu. Eldeki en iyi bağlantı oyuncusu Ozan. Formda ve güvenli olmasa da...

En formda ve yaratıcı 10 numara adayı da Oğuzhan. Dolayısıyla merkez üçlüyü bu uyumlu ekipten oluşturmak Fatih Terim’in genel planı. Çalhanoğlu ve Arda’nın değerini yadsımıyorum kuşkusuz. Onlar zenginlik. Ancak genel yapının bu üçlü etrafında oluşması neredeyse bir zorunluluk. 

Bu zorunluluk diğer tüm pozisyonlardaki seçimleri etkiliyor. Bu yüzden ligin en iyi yerli defansif orta sahası Mehmet Topal stoper eksiği nedeniyle bir adım geri çekilebiliyor. Bu, avantajlı taraf. Ancak Arda ve Çalhanoğlu’nu kenarlara atmak da zorunluluk oluyor. Eğer 4- 6-0 oynamayacaksak başka çare yok gibi. Dünkü temel sorun Selçuk’un dinlenmesi gerekliliği idi. Bir de Terim’in ‘Selçuk’suz ne yapabiliriz’ Bunu görme isteği.

Burak fark yarattı


İlk yarıda oynu kurma konusunda doğal olarak büyük sorun yaşadık. Volkan’lı, Hakan’lı, Arda’lı, Cenk’li oyuna uygun olarak dar alanda iş yapmaya çalışan bir takım olduk. Plan çok yürümedi. Yavaş kaldık. Topu almadan kime vereceğini bilmek gereken bir oyun bu. Kulüp alışkanlığı ya da uzun süreli kamp gerektiren bir oyun. İstediğimiz akınlardan sadece Oğuzhan’la sonuçlanan bir tanesini bulabildik. Kötü vurdu. Olmadı. Cenk’in sırtı dönük oyunda kendisine alışık fazla oyuncu bulamayışı sıkıntı oldu.

İkinci yarıda Emre’nin dar alan becerisi ve patlayıcı özellikleri hemen parladı. Ancak oyunda farkı Burak’ın girmesiyle yarattık. Dar alan oyunundan vazgeçip arkaya uzun ani toplar atmaya başladık. Pozisyonlara girmeye de... Bu, Karadağ seviyesinde bir takımı tedirgin eder. Ki etti.

Savunma göbeğinin olması gerekenden geride kalması oyun boyumuzu ilk yarıda uzattığı için öndeki dar alan oyuncularına bir akın sürekliliği sağlayamamıştık. Burak’ın girmesiyle buna çok da gerek kalmadı. Ve oyunu başka bir şekilde elimize aldık. kaçırılan onca pozisyondan sonra son saniyede golü de bulduk.

 

***

 

Emre Fransa’da olursa şaşırmam / Metin Tekin / Sabah

 

Futbolcuya bakışımda çabukluk çok önemli bir kriterdir. Emre buna sahip bir oyuncu


Pozisyon bakımından kısır bir maçı geride bıraktık. 1-0 kazandık ama neden üretken olamadık? 

Kime karşı olursa olsun, sonuçta bir hazırlık maçı oynuyorsunuz. İyi bir oyunu görmek tabii ki istersiniz ama bazen oyuncuların durumlarını görmeyi tercih edersiniz. Fatih Terim, hem oyunu hem oyuncuyu görmek istedi bu noktada. Ahmet Çalık'ı kullandı, orta sahada Selçuk İnan'sız Hakan Çalhanoğlu-Volkan Şen-Arda Turan üçlüsünün yer aldığı formasyonu görmek istedi. Fatih hocanın test ettiği her şey bunlardı. Çok üretken bir oyun çıktı mı, hayır. 1-0'a rağmen en az üretken hazırlık maçımızdı ama bu yaklaşımı da çok doğru bulmuyorum. Hazırlık maçları, "En iyiyi yapalım" mantığıyla bakılmaması gereken maçlardır. Önemli olan turnuvadaki hedef maçtır, 12'sindeki Hırvatistan maçında biz esas tabloyu göreceğiz. 

Maç eksiği olan Caner, Arda, Burak gibi yıldızlarımızın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Maç eksikliklerinin bir handikap yaratacağını düşünmüyorum. İlk sol kenar tercihi Caner olacak. Bu maçlarla eksiklerini gidereceklerdir. Arda'da da Caner'de de zaaf yaşayacağımızı düşünmüyorum. Belki Burak için bir parça daha zor bir durum var ama toplamda bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum. 

Emre Mor ilk kez milli formayı giydi. Sizde nasıl bir izlenim bıraktı? 

Çok genç bir oyuncu, benim futbolcuya bakışımda çabukluk çok önemli bir kriterdir. Emre buna sahip bir oyuncu, bunu gördüm. Oyun aklının da belli bir seviyede olduğu izlenimini verdi. Şunu söylemek gerekir, Euro 2016 kadrosunda görmek çok da şaşırtıcı olmayacaktır. 23 kişilik kadroda görürsek kısa sürede gösterdikleriyle hiç şaşırtıcı olmaz. 

İngiltere maçıyla birlikte değerlendirirsek nasıl bir resim görüyorsunuz? 

Bütün ipuçlarını hazırlık maçlarından almamak lazım... Parça parça işler hazırlık maçında ama bütün resmi oralarda göremezsiniz. Ben her zaman resmi maçları baz alırım. Ben çok iyi yerlere gelebileceğimiz izlenimini grup maçlarında aldım. Benim ölçüm grup eleme dönemindeki son performanslardır.