MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Seçimde eşitlik yalanı

Cumhurbaşkanı seçimine iki hafta kaldı. Kampanyanın süresi açısından, demokratik hiçbir ülkede benzeri olmayan  “bir aylık”  sürenin yarısı bitti bile.
Adil ve eşit geçmesi güya yasayla güvence altına alınmış cumhurbaşkanı seçimi, derin bir adaletsizlikle başladı. Dört nedenden dolayı adaletsizlik, derinleşerek sürüyor: 
Üç adaydan biri olan Başbakan Erdoğan’ın kamu malını ve kaynaklarını (ANA uçağı, OBA helikopteri, TRT, Haliç Kongre Merkezi) kısıtlamalar yokmuşçasına kendi malı ve kaynağı gibi kullanması (bu konuda, YSK’den bugüne dek herhangi bir açıklama ya da girişim gelmedi). Erdoğan’ın bu tercihi  “doğal” bir durummuş gibi değerlendiriliyor: 
- Medyanın sahiplik yapısı.
- Kampanya finansmanında usulsüzlük saptanması halinde, kanunlarda hiçbir yaptırımın yer almaması.
- Seçimleri yürüten, gözeten ve denetleyen YSK’nin bağımsız olmaması (bütçesi Adalet Bakanlığı bütçesinde gösteriliyor).

***

Kanun özellikle eksik ve manipülatif kurgulanınca, kampanya finansmanı veşeffaflığının da kötüye kullanımı mümkün kılan  “gri alanlar”  la dolu olması kaçınılmazhale geliyor.
1. Her şeyden önce, tek bir kaynak ve onun da  “en fazla 9 bin 82 TL” ile sınırlanması, adaylardan biri olan Başbakan lehine muazzam avantaj yaratıyor. Erdoğan, ulaşım, miting gibi temel kampanya faaliyetlerini kamu kaynaklarından karşıladığı için; destekçilerinin yapacağı bağışlar ile diğer iki adaya yapılanlar arasında büyük bir “değer-anlam” farkı ortaya çıkıyor. 
2. Adayların, yasa gereği açmak zorunda oldukları banka hesaplarında biriken yardımları kamuoyuna açıklama zorunluluğu yok. Bildirim sadece YSK’ye yapılıyor. 
3. Yardımların kaydını tutmakla görevli YSK’nin de sonuçları açıklaması söz konusu değil. 
4. Seçim hesaplarını incelemekle görevli YSK’nin usulsüzlük ve/veya yolsuzluğa rastlaması halinde yaptırım uygulama gücü yok. Ne soruşturma açabiliyor; ne de savcılıklara suç duyurusunda bulunabiliyor.

***

İki gün önce Uluslararası Şeffaflık Örgütü Türkiye Temsilciliği’nce düzenlenen “Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Şeffaflık ve Kampanya Finansmanı” başlıklı atölyeçalışmasına katıldım. Genç gazetecileri en fazla şaşırtan konu, yardım hesaplarındaki usulsüzlük ihtimaline karşı yer  almayışı oldu. 
“Peki usulsüzlük çıkarsa ne olacak?”, “Halk nasıl haberdar olacak?” ve  “Neden bu kadar önemli bir konu kanunda düzenlenmemiş”  sorularına yanıt vermek kolay değildi. Onlara, Ocak 2012’de AKP oylarıyla geçen kanunda, bu konulara dair düzenleme konulmayışını  “unutkanlıkla” izahın zor olduğunu dile getirdim. Tıpkı her konumdaki kamu görevlisi tek tek sayılırken, başbakanın cumhurbaşkanı adaylığında “ne olacağının”  boş bırakılışı gibi.
Bizde 30 gün olarak  “takdir edilen”  seçim kampanya süresinin yarısı geride kalırken, ABD’de 2016 yılında yapılacak başkanlık seçimi için kampanyalar başladı bile. Adaylardan Hillary Clinton finansman yaratacak etkinlikler için kolları sıvamış durumda. 100 milyondan fazla seçmeni bulunan ABD’de, toplanan bağış ve yardımlar, üç ayda bir Federal Seçim Komitesi’nce yayımlanıyor. 
Bağışların YSK’ye bildirimi yasal zorunluluksa, kurul için de inceleme sonuçlarını kamuoyuna açıklaması bir borçtur. Yasal zorunluluğun olmayışı YSK için bir gerekçe olamaz. Kurul, inisiyatif alabileceği gibi, yapılacak bir başvuruyla da bu yol açılabilir
Desteklediği adaya özveride bulunarak bağış yapan vatandaşların, nereye nasıl harcandığını öğrenmek en doğal hakkı.
Aksi takdirde  “seçimde eşitlik”, bir yalan olmaktan öteye geçmez.  
Çiğdem Toker/Cumhuriyet


Cemaat yazarı meydan okudu 

Sizden korkan sizden beter olsun!
Din kardeşinin dar gününde keyfe gelip gerdan kıran, göbek çalkalayan kalpazan takımını zaten adamdan saymıyorum, onlar sıradan ayrılsın; sözüm ötekilere...
Dar yerleriniz geniş olsun eey “Keser döndü sap döndü” medyacıları; içtiğiniz şaraplar afiyet, yediğiniz kebaplar löp löp et olsun ey “Oh olsun şunlara; nasıl da kibirlenmişlerdi” diye hemen ortaya dökülüveren naylon demokratlar... İşte paralelci polislerin kollarını kelepçeleyip intikamınızı aldınız ve almaktasınız. Cem-i cümlenizi, âbâ vü ecdâdınız ile birlikte başbakanın muştuladığı müteakip operasyonlarda da alkışçılığa bekleriz.

***

1- Velev ki paralelci polislerin iftirasına maruz kalarak önce 40 bin polisi sürgün eden hükümetin son birkaç ay içinde çıkardığı HSYK, MİT, internet düzenlemesi ve ilk bakışta akla hemen devrimci terör yıllarının “Üç Aliler Divanı”nı hatırlatan Sulh Ceza Hakimliği uygulamasından sonra;
a- Türkiye’nin hukuk nizamında AB standartlarına biraz daha yaklaştığına inanıyor musunuz?
b- Kişinin sahip olması gereken temel hak ve hürriyetleri bakımından diyelim ki geçen seneye göre daha iyi durumda olduğumuzu söyleyebilir misiniz?
2- Hükümetin, yargıda yaptığı radikal atamalardan ve Mussolini’yi, Stalin’i bile, “Ben bunları niye vaktinde akledemedim” diye mezarında ters döndüren “Hukuk reformu” dikkate alındığında;
a- Türkiye’de artık herhangi bir darbe teşebbüsünün engellenmesi için harekete geçebilecek anayasal bir mekanizmanın varlığına inanıyor musunuz?
b- Hükümetin izni, hatta “paşakeyfi” olmaksızın bundan sonra kolluğun ve yargının herhangi bir seviyede bir yolsuzluk olayını soruşturabileceğine güveniniz var mı?
c- Türkiye bir gemi ise son hükümet düzenlemeleri ile Türkiye hangi limana yaklaşıyor: IŞİD’li, PKK’lı ve İsrailli Ortadoğu’ya mı, AB sahillerine mi?
d- Paralel yapılar devletten kazındı diyelim; önümüzdeki günlerde basının daha hürriyetçi ve bağımsız davranabileceğine; işverenlerin yarına daha güvenle bakabileceğine, işçi haklarında -mesela bir daha Soma faciası yaşanmayacağı türünden- bir iyileşme olabileceğine; toplantı ve gösteri hakkının daha ileri seviyede kullanılabileceğine, haberleşme hürriyetinde evrensel standartta garantiler edinebileceğimize dair ufak da olsa bir inancınız kaldı mı?
e- Siyasi muhalefetin son operasyonlardan sonra birdenbire daha sağlıklı işlemeye başlayacağını ve Meclis’in denetim fonksiyonunu daha iyi kullanabileceğini bekliyor musunuz?
Neyse... boş verin bu entel-dantel lâfları; bugünlerden sonra sıradan bir kimsenin; mesela bir işverenin, bir memurun, bir işçinin, hatta sıradan bir öğrenci veya emeklinin sağına soluna bakmadan, endişelenmeden, fişlenir miyim korkusuna kapılmadan -velev ki- hükümet aleyhtarı bir ifadede bulunabileceğini bekleyebilir misiniz?..
Ahmet Turan Alkan/Zaman


Ancak ayıldılar
Emniyet mensupları yasa dışı dinlemelerden dolayı peşpeşe gözaltına alınır veya tutuklanırken akla eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın bu yoldaki şikayetlere verdiği yanıt geliyor:
- Yasa dışı bir şey konuşmuyorsanız tedirgin olmanıza gerek yoktur...
Bu sorumsuzluk düzeyinden bugünlere geldik...
Yüzü aşkın emniyetçi sorguya çekiliyor...
Sahte isimlerle gazeteciler, siyasetçiler,bürokratlar dinlenmiş...
Ancak ne hikmetse... Onca insan dinlenirken.. Ve onca insan bu dinlemelerden yakınırken... İçişleri Bakanı’nın hiç haberi olmamış... Veya... Haberi yok gibi yapmış. Bu alanda yetkiyi paralel yapıya bırakmışlar. Kendileri dinlenince ayıldılar!
Melih Aşık/Milliyet


İsrail uğruna lobi şirketlerine milyon dolarlar akıttı
Tayyip Erdoğan iktidarı süresince ABD’de Başkan Bush ve Obama Yönetimlerinde görev alan Yahudi asıllı yetkililerle yakın dostluklar kurdu, önemli destek aldı.
(...)
George W. Bush dönemi dostları:
Paul Wolfowitz: Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle: Bush’un Pentagon’da dış politika danışmanı Dov Zekheim: Danışman Douglas Feith: Savunma Bakan Yardımcısı Elliott Abrams: Ulusal Güvenlik Danışmanı Marc Grossman: Dışişleri Bakan Yardımcısı Ari Fleischer: Beyaz Saray Sözcüsü Harold Rhode: Pentagon Graham Fuller: CIA bölge şefi Morton Abramowitz: Dışişleri istihbarat-Eski Ankara Büyükelçisi Henri Barkey: Dışişleri istihbarat Barack Obama Dönemi: Rahm Emanuel: Beyaz Saray Genel Sekreteri Tony Blinken: Ulusal Güvenlik Danışmanı James Steinberg: Dışişleri Bakan Yardımcısı David Axelrod: Danışman Dennis Ross: Danışman Geçen salı günkü yazımda Erdoğan’ın İsrail’le ilişkileri iyi tutmak amacıyla yıllardır ABD’de lobi şirketlerine milyonlarca dolar ödediğini yazmıştım.
Hükümet, 2003 yılından beri İsrail’le ilişkileri düzenlemek için “30 Point Strategies, LLC, Israel Consult, Inc. , Liss Norman ve Southfive Strategies, LLC” adlı lobi şirketleriyle çalıştı.
ABD Adalet Bakanlığı kayıtlarına tekrar göz atınca 2 lobi şirketini atladığımı fark ettim.
’DiNovo Strategies, LLC ve Neusner Communications, LLC.’
Adalet Bakanlığı’nın Kongre’ye gönderdiği raporda, ’DiNovo Strategies, LLC şirketine 2008 yılında yapılan anlaşmada, İsrail’le ilgili önemli görevler verildiği görülüyor.
Buna göre, lobi şirketi sadece İsrail ve Musevi liderlerle ilişkileri ayarlamayacak, Orta Doğu’da ortak toplantılar düzenleyecek, ortak filimler yapıp sergiler açacak.
Yılmaz Polat/Yurt


Müslümanın Müslümana yaptığını gavur yapmaz
BİZ adam akıl doğru dürüst Müslüman olsak öncelikle kendimize acırız. Acırız da bugünkü berbatlıklarımızdan kurtuluruz. Filistin’de Siyonistler Müslümanları katl ediyormuş, hanelerini başlarına geçiriyormuş. Orada kötülükleri yapanlar İslam düşmanları. Ya bizdeki kötülüklerin kimlerin eseri?(...) Cemaat, hizip, fırka, parça militanlığı, fanatizmi ve holiganlığı ile kimler birbirinin gözünü oyuyor?
Bazı Müslümanların bazı Müslümanlara yaptığını gavur yapmaz.
(...) Kendisine, kendilerine acımayanlar Filistinli Müslümanlara acıyabilir mi? 
Mehmet Şevki Eygi/Milli Gazete


Suç ortakları
Emniyet müdürleri, polis şefleri kelepçelendi, bazıları teker teker tutuklanıyor!..
Anlayamadım
Bunlar uzaydan mı geldi?..
Ya da iktidar değişti, iktidara yeni gelenler mi bunları kelepçelediler ve tutuklanıyorlar?..
Böyle olmadığına göre
Bu polis şefleri suçluysa, iktidar da onların suç ortağıdır!..
         
***

Balyoz ve Ergenekon davalarıyla 4-5 yıl içeri atılıp hayatı karartılan generallerin, amirallerin eşleri ve çocukları olaya “bugün bana yarın sana - eden bulur” gözüyle bakıp, kelepçelenen polis şefleri için de “adalet” isteyerek asalet gösteriyorlar
Oysa onlar, Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Odatv gibi davalarda “suç uydurma”, “sahte delil üretme”, “gizli tanık yaratma” iddiaları nedeniyle değil, iktidarın ayağına bastıkları için operasyona tabi tutuldular!..
Tayyip’e, MİT Müsteşarına, danışmanlarına vesaireye yönelik “yasadışı dinleme”, “suç uydurma”, “casusluk” gibi iddialar üzerine gözaltına alındılar ve tutuklanmaya başladılar!..
    
***

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, birçok aydına, gazeteciye yönelik operasyonlarda da bunlar “görev” aldı!..
O soruşturmalarda da bunların suç ortağı iktidardı!..
Kuvvet komutanları, ordu komutanları, generaller, amiraller, seçkin subaylar, bilim insanları, gazeteciler sabaha karşı evlerine girilip gözaltına alınırken “Oh” çeken;
 “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyen;
Polis ve savcılıklardan servis edilen yönlendirilmiş soruşturma bilgilerini manşetlere çeken, köşelerinde zil takıp oynayan kişiliksiz yandaşlar da suç ortaklarıydı!..
     
***

Terör örgütü yöneticisi iddiasıyla hapse atılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “cemaat yapılanmasıyla” ilgili Tayyip’e verdiği listenin başında şimdi kelepçelenen eski istihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in olduğunu açıkladı!.. Başbuğ, “O zaman endişemizi Başbakan’la paylaştık” diyor!..
Tayyip ne yaptı?..
Hiiiç, her şey eskisi gibi devam etti, üstüne üstlük o listeyi veren Genelkurmay Başkanı tutuklanıp hapse atıldı!..
        
***

Çünkü o dönemde “paralel yapı” iktidardaydı!..
O dönemde Tayyip, ne istedilerse veriyordu!..
Onlar suçluysa, onlara her istediğini veren de “suç ortağı” değil midir?..
Şimdi gücü gücüne yetene oyununu seyrediyoruz!..
Şunu biliniz ki;
17 Aralık’ta iktidara yönelik büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonları olmasaydı, bu suç ortaklığı aynen devam edecekti!.. Ahmet Turan/Sözcü