MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle “usulsüz” dinlenen magazin yazarı isyan etti:

O hakimler de yargılanmalı

Telefonlarımın polis tarafından  “usulsüz”  dinlenilmesine ilişkin  “müşteki”  sıfatıyla ifade verdikten sonra tek satır yazı yazmadım bu konuda.
Çünkü ifademe başvuran İstanbul Organize’ydi, ama benim iki telefon hattımı da dinleyenler İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube’ydi.
(...)
İstanbul İstihbarat Şube meğer  “Ergenekon Terör Örgütü mensubu” olarak dinlemiş iki telefon hattımı.
(...) İfademi alanlar dedi ki,  “Sizin ille de bir örgüte üye olmanız gerekmez. Ancak polisin dinleme kararı çıkartabilmesi için mutlaka bir örgüte dahil etmesi gerekir sizi”.
Dinlemeyi yapanlar  “Paralelciler” miş!
 “Paralel”den  “Çapraz”dan anlamam ben...
İki telefon hattımı usulsüz dinleyenlerin nereyle gönül bağları olduğu ikincil bir sorun. Çünkü onlar o tarihte devletin memuruydu.
“17 Aralık operasyonu”  olmasaydı demek ki bu insanlar bizi usulsüz olarak dinledikleriyle kalacaktı.

Suç ortakları
 “Kanunları korumakla görevli insanlar”  kanun dışına çıkıyorsa, onlar hakkında anında gerekeni yapmak devletin görevi.
O yüzden  “Paralelciler”i değil, devleti tanırım ben...
Varsayalım ki emniyetteki bazı polisler aralarında örgütlenip, yasa dışına çıkıp, mahkemeden dinleme talep ediyor.
Bu ülkenin yargıçları nasıl oluyor da,  “Siz bu kişiyi Ergenekon Terör Örgütü mensubu diye dinlemek istiyorsunuz, ama nerede bunun o örgüte mensup olduğuna dair belgeniz, bilginiz” diye sormuyor?
İnsanların güya Anayasa ile güvence altındaki haklarını çiğneyen polislerden hesap soran devlet, o usülsüz dinlemelerin altına imza atan yargıçlardan da hesap sorması gerekmez mi?
(...)
Konuya dair son notum da şu:
İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube’nin mahkemeye gönderdiği yazıların altında  “Şube Müdürü” ,  “Emniyet Amiri” gibi sıfatlar vardı, ama hiçbirinin altında isim yoktu. Hepsinin altında çeşitli rakamlar vardı, ama bunların hiçbiri imzaya atanların sicil numarası değil. Onlar bile sahte.
Hakimlerin, buna rağmen her türlü sahteciliğin yapıldığı, hiçbir yasal gerekçeye dayanmayan Emniyet yazılarını mahkeme kararına dönüştürmeleri, “Görevi ihmal” değil mi?
Kendi adıma o yargıçlardan da davacıyım.
“Paralelci”  ya da  “bilmem neci”  oldukları için değil, bilerek ya da bilmeyerek görevlerini savsaklayıp, suçsuz insanların özel hayatlarının didik didik edilmesine sebep oldukları için.
Devlet bunun  hesabını sormayacaksa, Allah’a havale edeceğim hepsini.
Çünkü inancım o ki Allah, aldıkları bu ahları yarına bırakır, ama yanlarına bırakmaz!..
Ali Eyüboğlu/Milliyet


O maçla fena kafa buldu

HEİL!
Bu maç görüntüleri Türk siyasi tarihine geçecek. İleride bu günleri anlatırken hocalar, öğrencilere maçın kasetini seyrettirip,  “Burada dur, geri al, pilot kameraya geç, kare kare gidelim” diyerek tahlil edecekler.
Stadyum, tıpkı Türkiye! Halkın parasıyla yapılmış fakat beyfendinin çalımına bakılırsa kendi zekâtından -lütfen- ihsanda bulunmuş gibi bir ağalık, bir sehâvet edâlarında...
Tribünlerde ve sahada milli birlik ve beraberlik zirvede. Karşı taraf, yani hainler yok; stadda başka takım tutmak, muhalif lâf etmek kimin haddine? Emniyet, istihbarat ve adliye timleri (yani stad görevlileri) muhalif ve münafık paralellere göz açtırmazlar. Ya uslu uslu oturursun yerine, yoksa def olur gidersin...
Sahada iki takım var fakat rekabet? Hâşâ! Beyaz takım turuncu takıma, turuncular kendi santrforuna, o ise kendi hüsnüne hayran. Tipik bir ’Tek parti’fotoğrafı. Maç kuralları basit. Beleşçi santrfor mevkiindeki beyfendiyi mutlu etmekten başka kural yok. Top kimin ayağına gelirse, alakası olsun olmasın bir şekilde, gerekirse eliyle taşıyarak beyfendiye teslim eder. Beyfendiye eşlik eden savunmacının görevi hayli ağır ve nâzik: En az bir adım gerisinden saygıyla (korumalar gibi canım!) refakat etmek ve golü attırdıktan sonra dini bir vecd ile titreyerek  “Bıravo efendim”  diye hayranlık göstermek!
Kaleci,  “Efendim taca atmayın kâfi; ben bir şeyler yapar, topu içeri alırım”  gibi yüksek bir hukuk kavrayışı içinde. Nitekim Türkiye’de şike asla isbat edilememişti! Hakem, maç esnasında sanki ’Beyfendi’den bir imzalı fotoğraf alabilir miyim?’ derdine düşmüş bir fan görüntüsünde. Stadyuma ve sahaya beyfendinin hukuku egemen. Devlet böyle olmalı işte...      
A.Turan Alkan/Zaman


YSK’nın işi zor
(...) Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 25 Haziran’da yayımladığı genelgeyle  “ayni yardım” ı yasakladı. 
(...) Bu açık kural karşısında olması gereken ne? 
Miting otobüsleri, ulaşım araçları, çalışma binaları, tanıtım videoları, billboard afişleri, parasız verilemeyeceğine göre; aday tarafından ya satın alınacak ya da kiralanacak. 
YSK, 25 Haziran tarihli genelgesinde adayların, toplanan bağış ile yaptıkları harcamaların nasıl kayıt altına alınacağını örnek belgelerle göstererek ilan etti. 
Fakat, kural bu olsa da yukarıda sıraladığım hizmetlerin, adaya piyasa değerinin çok altında sunulma olasılığı her zaman var. Başbakan’ın cumhurbaşkanı olmasını isteyen bir işadamının; verdiği otobüs, tahsis ettiği bina karşılığında para isteyeceğini hayal edebilir misiniz?

***

Peki sorun ne? 
Sorun büyük... 
Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu’yla, asıl işi seçimlerin adil ve dürüst geçmesini yürütmek, gözetmek ve denetlemek olan YSK’ye, bir de kampanya finansmanını inceleyip denetleme görevi verildi. 
Yedisi asıl, dördü yedek 11 hukukçu üyeden oluşan YSK, seçimler bittiğinde, bugüne dek hiç ilgilenmediği yepyeni ve zorlu bir konuyla baş başa kalacak. 
Üç cumhurbaşkanı adayının, kampanyalarda kullandığı; makbuz, bağış belgesi, banka dekontu, harcama faturası Kurul üyelerinin önüne yığılacak. 
Hem de binlerce... Dahası, yapılan harcamaların gerçek değerine uygun olup olmadığını saptamak için, hizmetlerin dayandığı sözleşmelerle de karşılaştırmak gerekebilecek. 
Usulsüzlük olmayacağını, Kurul’un titiz inceleme yapacağını varsayıyoruz ya.

***

İşte bu somut gerçeklik karşısında, Kurul’un mali konulardan anlayan, yukarıda aktardığım hesapları yetkinlikle değerlendirebilecek uzmanlıkta bir kadrosu bulunmuyor. 
Gerçi Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu, YSK’nin ihtiyaç duyması halinde, Sayıştay’dan destek alabileceğini belirtmiş. Muhtemelen bu destek alınacak da. 
Ancak millet adına bütün kamu kurumlarının hesaplarını denetlemekle görevli Sayıştay raporlarının başına ne çoraplar örüldüğünü unutmadık. 
TOKİ’nin, TCDD’nin, TKİ’nin hesaplarının Meclis’e gelmesini engelleyen irade, seçim faturalarının özgürce denetlenme ihtimali karşısında, gereken  “tedbir” leri almayacak mı? 
17-25 Aralık yolsuzluk fezlekelerinin Meclis’te okunmaması için gözümüzün içine baka baka alay edercesine ne taktikler geliştirildiğini görmedik mi? 
YSK bu işin altından nasıl kalkacak?..
Çiğdem Toker/Cumhuriyet


Tayyip “Türk’üm” diyebilir mi!
Cumhurbaşkanı adayı Başbakan Erdoğan yarışa, devlet imkânlarıyla çok önden başladı... Başladı ama günler ilerledikçe, içini bir endişenin sardığı görülüyor! O zaman, Ekmeleddin İhsanoğlu’na hücum etmeye başladı,  “Monşer” diyerek güya onu aşağıladı.
 “Ey Ekmel! Biz senin ne olduğunu biliriz!” diye bağırarak onun bir takım yanlışları olduğunu ima etti. Bu da yetmiyormuş gibi, rakibinin doğduğu yeri diline doladı.
İhsanoğlu ailesi, 1930’lu yıllarda Mısır’a göç ettiği için, Ekmel Bey Kahire’de doğmuş, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını Mısır’da geçirmiştir.
Peki, bir insanın, ailesinin göçü nedeniyle başka bir ülkede doğması ayıp mıdır, suç mudur?
Tayyip Bey bunun herhalde ayıp bir şey olduğunu düşünüyor olacak ki, onu eleştirerek:
 “Kahire’de doğmuş, otuz yaşında gelmiş... Hangi toprağın evlâdı? Biz burada doğduk, buranın evlâdıyız!”  diye bağırıyor! Aslında ayıp olan, onun bunları söylemesi...

***

Şimdi, gelelim gerçeğin ne olduğuna... Ekmeleddin İhsanoğlu göğsünü gere gere  “Ben Türk oğlu Türk’üm. Annem de Türk, babam da Türk”  diyor. Bununla gurur duyuyor.
Net ve kesin...
Tayyip Bey böyle söyleyebiliyor mu? O da göğsünü gere gere  “Ben Türk oğlu Türk’üm” diyebiliyor mu?
Demiyor ya da diyemiyor!

***

Ben Tayyip Bey’i uzun yıllardır tanırım, bir defa olsun  “Türk’üm”  dediğini işitmedim!
12 yıldır Türkiye’nin Başbakanı olarak görev yapıyor. Onun ağzından bir defa olsun  “Türk milleti”  adının çıktığını kimse duymadı!
“Türk”  yerine  “Türkiyeli” ,  “Türk Milleti”  yerine  “Bu Millet”  diyor!
 “Türk” demeye dili varmıyor!
Ekmeleddin Bey ise göğsünü gere gere  “Ben Türk oğlu
Türk’üm”  diyor. Ey Tayyip Erdoğan! Sen bunu diyebiliyor musun?
Rahmi Turan/Sözcü


Vay be... Ve “hukuk” bavulcuya da lazım oldu
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla geliyorum diyen operasyon yapıldı. (...) Ancak operasyondaki skandalların ardı arkası kesilmiyor. Gözaltı süresi üç gün önce bitmesine rağmen 49 polis Anayasa ve TCK’ya aykırı şekilde,  “hürriyetleri kısıtlanarak”  halen gözaltında tutuluyor.
(...)  iktidarın, medyasıyla bir algı operasyonu yapmaya çalıştığını söylemek mümkün. Çünkü  “ajanlık, casusluk ve örgüt” denmesine rağmen şüphelilere bu yönde tek bir suçlama ve soru yöneltilmemiş. Operasyonun tamamen  “dinleme” üzerine yapıldığı görünüyor. Tutuklanan 20 polis de bu gerekçeyle tutuklandı.
(...) Soruşturmada işkence dâhil birçok hukuksuzluk yapılmasının nedeni, iktidar emriyle yapılan operasyonun intikam amacı taşıması. Kelepçeler basın önünde poz vermek için takıldı. Ayarlanan hâkim ve savcıların dosyadan bihaber oldukları görünüyor..            
Mehmet Baransu/Taraf