Medya Polemik

Medya Polemik
Medya Polemik

Heykeli dikilen terörist

(...)
Tarih 15 Ağustos 1984’tür. Günlerden ise çarşamba...
Siirt’in  Eruh ilçesinde olağan bir akşam. Kaymakam, savcı, hakim, orman bölge şefi bir lojmanda sohbet ediyorlar. İlçenin telefon hatları yine kesik. Sıkça yaşanan bir olay olduğu için bu durum kimsenin dikkatini çekmiyor. Kaymakam,  “Artvin’e telefon edecektim. Hatlar yine kesikmiş, zaten kesik olmadığı zaman yok ki... Yüz defa yazdım ama...”  diye söylendi.

***
İlçe Jandarma Komutanlığı’nın hemen karşısındaki kahvede oyun oynayanlar, sohbet edip çaylarını içiyorlardı. Çay ocağındaki garson bir şeyler olacağını biliyordu. Daha dün teröristlere, karakolun hangi odasında Astsubay Mehmet’in oturduğunu, koğuşa nereden girildiğini bir çöple toprağın üzerine çizerek anlatmıştı.
Eruh’a 3 kişi gelip keşif yapmıştı. Bunlar arasında PKK’nın sözde en önemli komutanı, daha sonra adına “eğitim kampı”  açılacak, Lice’de heykeli dikilecek kadar önem verilen Mahsum Korkmaz da vardı.
(...)
Her şeyi, örgütün en önemli komutanı Mahsum Korkmaz planlıyor, en ince ayrıntılar üzerinde duruyordu...
Saygı Öztürk/Sözcü

Erdoğan PKK’yı iktidar yapıyor

(...)
1) Erdoğan vizyon belgesi de dahil tüm konuşmalarında önüne iki temel görev koydu:
a) Açılım.
b) Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi.
İki görevin birbirinin tamamlayıcısı olduğu artık daha da somut: Zira Açılım bir çözülme ve ayrışmadır, pratikte üniter devletin yerini özerkliğin ve federasyonun almasıdır. Başkanlık da üniter devletin değil, federatif yapıların idari modelidir.
2) Aydınlık’ta önemle işlediğimiz Center for American Progress (CAP) Raporu, ABD Başkanı Barack Obama’ya bölgedeki ana hedef için  “Kürtlerin birliğini” sağlamasını önerdi.
CAP de tıpkı AKP gibi Kürt derken gerçekte PKK ve KDP’yi kastediyor. Çünkü ancak PKK ile KDP yan yana getirilerek Kürt Koridoru ve Büyük Kürdistan hedefine gidilebilir...

***
Suriye’de Esad karşıtı cephede desteklenen IŞİD’in Irak’a sevk edilip Musul’u işgal etmesi izlenerek, işte bu hedefe bir gerekçe yaratılmış oldu.
Suriye’deki güç mücadelesi nedeniyle çatışmalı olan PKK ve KDP, IŞİD’e karşı mücadele için Irak’ta yan yana getirilmiş oldu.
Şimdi hedefleri bunu Suriye’de de sağlamak...
Tüm bu gelişmeler ana stratejiye uygun taktik manevralardır. Ana stratejide Büyük Kürdistan vardır. Büyük Kürdistan’ın müteahhidi ABD, imza yetkili mühendisi AKP, çalışanı da güç oranına göre sırasıyla PKK ve KDP’dir.
AKP, imzasıyla Türkiye’yi projenin önünde engel olmaktan çıkarmaya yetkili olabildiği için mühendistir!
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı için önüne temel görev olarak Açılım’ı koyması bundandır!

***
CAP Raporu’nun Obama’ya  “PKK-KDP birliği”  sağlanmasını tavsiye etmesi, aynı zamanda Erdoğan’ı görevlendirme anlamındadır.
Kaldı ki Açılım pratikte içeride Türk ve Kürt’ün ayrıştırılması ama dışarıda PKK ile KDP’nin birleştirilmesi demekti...
Erdoğan’ın kongrelerde Barzani’yi ağırlaması, Diyarbakır’da ona karşılamalar düzenlemesi sadece petrol ortaklığından kaynaklanmamaktadır.
Hatta denilebilir ki, petrol ortaklığının kârı, siyasi ortaklığın fiyatıdır!

***
Tüm bunları alt alta topladığımızda artık karşımıza çıkan somut sonuç şudur:
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı, PKK’yi Türkiye’de siyasallaştırıp fiili iktidar ortağı yapmak ve Ortadoğu’da ana stratejiye uygun olarak onu bir başat güç haline getirmek demektir!
Selahattin Demirtaş’ın yüzde 10’u yakalayan cumhurbaşkanlığı adaylığı işte bu görevin tamamlayıcısıdır...
M.Ali Güller/Aydınlık

Yolsuzluk konuşmalarını da dinledilerse seyreyle cümbüşü

Almanya’nın, 2009 yılından beri Türkiye’yi  “dinlediğine” ilişkin haberler artık kesinlik kazandı.
Adı açıklanmayan bir Alman hükümeti yetkilisi, FAZ’a Türkiye’nin dinlenmesinin  “makul sebepleri bulunduğunu” açıkladı.
Öte yandan, İran’da milletvekili Emir Abbas Sultani, Şark gazetesine verdiği demeçte, yolsuzluk suçlamasıyla tutuklu bulunan milyarder Zencani ile 17 Aralık yolsuzluk soruşturması sırasında gözaltına alınan Reza Zarrab arasındaki işbirliği ile ilgili yeni belgelere ulaşıldığını açıkladı.
Birbiriyle ilgisiz gibi görünen bu iki haberin bir ortak noktası var aslında:
Zarrab’ın ve hükümetin bazı bakanlarının karıştığı yolsuzluklarla ilgili bilgiler ve belgeler sadece TBMM komisyonunun AKP’li başkanı tarafından savcılığa iletilen fezlekelerde yer almıyor!
Hem Zencani’nin ele geçirilen kayıtlarında hem de Alman gizli servisinin dinleme kayıtlarında bu ilişkiler de yer alıyor olmalı.
Günün birinde bunların da ortaya çıkacağına şimdiden emin olabiliriz.
Başbakan, Köşk’e çıkarak kendisine ömür boyu dokunulmazlık kazandı ama ne yaparsa yapsın, bakanlarının ve adamlarının karıştığı yolsuzlukları örtemeyecek.
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet

Ama haksızlık bu

Mustafa Balbay yeni medya düzenini analiz ettiği dünkü köşesinde  “İktidar gücünü böylesine acımasız kullanan bir yapıya karşı geleneksel yayın organlarının kendini korumasının sayısız güçlüğü var. 
Burada en çok hedefte olan ve direnme gücü en fazla olan yayın organı Cumhuriyet” demiş.
Kargaya yavrusu şahin görünür; bu sahiplenme anlaşılabilir. Ama Balbay Cumhuriyet’in sahip olduğu imkanların onda birine dahi sahip olmadan, Cumhuriyet’in sahip olduğu  “meşruiyet(!)” e sahip olmadan, “öteki”  olarak, dışlana dışlana, çifte stardartlarla boğuşa boğuşa, akla hayale gelmez imkansızlıklar içinde yine de direnen, yılmadan direnen gazetelere haksızlık etmemiş mi sizce de!
O gazeteler ki; ilk tutuklandığı dönemde Balbay’a Cumhuriyet’ten bile daha fazla sahip çıkmışlardı!

O varsa ben yokum Tayyip

Her önüne gelenle her vesileyle kavga eden, geçimsiz, egosu şişkin bir çocuktu Adnan. Her zaman, her yerde, her konumda, her konuda kendisini haklı görür, görüşlerinin, söylediklerinin irdelenmesine, tartışılmasına tahammül edemez, kin güder, kendinden başkasını tanımazdı. Topluca bir yere gidileceği, bir şey yapılacağı zaman katılanları sorar, kızdığı ve kavga ettiği biri varsa hemen kestirip atardı: 
- O varsa ben yokum! 
Tabii bu tehdidi kimseyi etkilemezdi. Gelmez ise gelmesindi, zaten her an hır çıkarmaya amade tavrı yüzünden gelmemesi gelmesine tercih edilirdi. 
Adnan’ın tehditleri kimseyi etkilemedi, ama şimdiye kadar pek görülüp işitilmemiş bir lakabın üstüne yapışıp kalmasına neden oldu:
 “O varsa ben yokum Adnan.” 
 “O varsa ben yokum Adnan” sonunda dışlandı, kimseyle sıkı fıkı ilişkisi kalmadı. Geçenlerde bir arkadaş görmüş, karısından da ayrılmış, tek başına yaşıyormuş. 
O varsa ben yokum tavrı yüzünden dışlanan Adnan’ı hatırlamama Cumhurbaşkanı ve de Başbakan ve de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan neden oldu.
***
Tayyip Erdoğan, Danıştay töreninde yaptığı konuşma dolayısıyla kızdığı Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Yargıtay’ın düzenlediği yargı yılının açılış törenine çağrılmasına da öfkelenmiş, tehdidi savurmuş: 
- O varsa ben yokum! 
(...)
Ali Sirmen/Cumhuriyet

Bedel (!)

Bedellide indirime gidiliyormuş...
Doğrusu da bu... Nasıl olsa sıkışınca NATO ve ABD’yi yardıma çağırıyoruz... Güneydoğu’da da PKK asayiş görevine başladı. Boşuna asker mi besleyelim!
Melih Aşık/Milliyet

Bir de tabii bunları eski bir ispiyoncunun söylüyor olması ne manidar değil mi!

(...) Eğer gazeteci iseniz ve yeteneğiniz varsa işinizi kaybedebilirsiniz. Tersine iktidara yakın iseniz, yeteneğe ihtiyacınız yok. Türkiye’nin iyi gazetecileri birdenbire nereye kayboldular? Zorbalığa methiyeler düzerken bile iki kelimeyi bir araya getiremeyenler neden makbul görülüyor? Büyük işler başarmış işadamları neredeler? İktidarla arası iyi olmadan okuyucusuna, izleyicisine ulaşma şansı olan aydın ve sanatçı kaldı mı? Bu kadar yetenek ve birikim sahibi gadre uğradıktan sonra, dalkavukluğun ve ispiyonculuğun müşterisi çoğalmaz mı?..
Mümtaz’er Türköne/Zaman