MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
MEDYA POLEMİK

Erdoğan’ın danışmanları doğru söylüyor; cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeni bir ihtilal gerçekleşti! 
Darbeler bitti; tedhiş berdevam

(...) darbe bahanesi AKP iktidarının bir yargı tedhişi uygulamasına dayanak teşkil etmeye başladı. İktidarı protesto etmek için yapılan sokak eylemlerini veya hükümet üyelerinden bazılarının yasadışı eylemlerini tespit ederek bunlar hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatan polis, savcı ve hakimleri, AKP çevresi koro halinde darbecilikle suçluyor. Kişiler değişse de, “tak ...şak” zihniyeti hiç değişmeyen Türkiye adli bürokrasisi de bunu emir telakki edip, endazenin topuzunu iyice kaçırıyor. Bunun anlamlı son örneği, Çarşı taraftar grubu üyesi oldukları iddia edilen 35 kişi hakkında İstanbul Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu savcısının hazırladığı akıl almaz iddianameyi mahkemenin kabul etmesi ve davanın açılmasıyla karşımıza çıktı. Bu 35 kişi, başka suç ithamlarının yanında, “örgüt kurmak, örgüte üye olmak ve yönetmek” ve “cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçlarından yargılanacaklar. Bu suçun öngörülen cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis. Yani bu 35 kişi Evren ve Şahinkaya’nın mahkum edildiği suçtan yargılanacaklar! 12 Eylül darbecileri mahkum ama 12 Eylül zihniyetinin şahikasını oluşturduğu devlet gücünü kullanarak muhalif unsurları, iktidarın tehdit olarak gördüğü çevreleri tedhiş yoluyla sindirme politikası hâlâ iktidarda.
(...)  
Bu iddianamede öç alma arzusunun gözünü bütünüyle kararttığı bir iktidarın emrindeki gücün son derece kaba bir eylemi diğer daha somut bütün suçlamaları karartıyor.  Son derece kaba, çünkü bu iddia ile sanıkların gerçekten cezalandırılmasının aslında mümkün olmadığını, başta iddia makamı olmak üzere, herkes biliyor. Amaç, kısa vadede dehşete kaptırmak, ürkütmek, pıstırmak, eylemsiz kılmak. Biliyorsunuz tedhiş eylemlerinin esas amaçlarıdır bunlar! Ergenekon, Balyoz, OdaTv, KCK davalarında güdülen amaçlardan bir kısmıyla arasında bir farkı yok.
(...)  
Karargah Evleri davası dün soruşturmaya gerek olmadığı gerekçesiyle düştü. Soruşturmaya son verilirken, bazı bilgisayar programlarıyla zanlıların kendi bilgileri dışında telefonlarının başka telefonları araması veya aramış gibi göstermesinin sağlandığı da bu vesileyle ortaya çıktı. Bunu yapmış olanların, belki yapmaya devam edenlerin üzerine gidilmesine kim itiraz edebilir? 
(...)
Belki askeri darbe tehdidinin gündemden düştüğü bir ülkede yaşıyoruz. Ama ihtilal sonrası yaratılan devlet tedhişi konusunda değişen bir şey yok. Zaten Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeni bir ihtilal gerçekleştiğini AKP danışmanları iddia etmiyorlar mı?                                          

Ahmet İnsel / radikal.com.tr

 

Teröre karşı Amerikan terörü

(...) Arkada kalan yıllar şu gerçeği ortaya çıkardı: ABD, hedef ülkeyi doğrudan işgal edebilme kabiliyetini yitirdi. Pentagon savaşı kazansa bile Washington bunu uzun süreli bir işgale ve hedef ülkede ciddi bir rejim değişikliğine dönüştüremiyor.
Zaten 2010’da kabul edilen Asya-Pasifik merkezli yeni güvenlik doktrini de bu gerçekten hareketle kabul edilmişti.
ABD, yönelimini değiştirecek ve Ortadoğu’daki işlerini taşeronlarına devredecekti.
Devretti de... Suriye savaşı, ABD’nin taşeronlarına açtırdığı bir savaştı, ancak başarı getirmedi. Suriye direndi, Esad yıkılmadı!
ABD bu zorunluluklar nedeniyle “teröre karşı terör” konseptine yöneldi ve artık amacı, hedef bölgede sürekli istikrarsızlık yaratmaktır!
Böylece doğrudan müdahale edebileceği fırsatlara hazır zemin olacaktır, hesabı budur...
İşte ABD, IŞİD’in Musul’u işgali üzerinden de, daha ilk günden beri belirttiğimiz gibi “Kürt Koridoru” planını canlı tutmaya çalışmaktadır.
Hesabı basittir: “Koridoru kuramayacağım ama kurulabileceği koşulları bekleyecğim, koşulların oluşması için zemini kaygan tutmaya çalışacağım!” 
ABD “teröre karşı terör” konseptiyle, aynı zamanda taşeronlarını suça bulaştırmış olacak ve onları bu suçlar üzerinden hedefine daha bağımlı hale getirecektir.
Bugün Türkiye’nin önündeki en büyük tuzak budur!..
Mehmet Ali Güller / Aydınlık

 “12 Eylül” bütün şiddetiyle sürüyor

Siyasal tarihimizde 2 tane 12 Eylül var: İlk 12 Eylül, 1980 yılında bir askeri darbeyle yaşandı: 
(...) Elbette ortam da hazırdı; ya da hazırlanmıştı... 
Ülkede güvenlik kalmamıştı; günde ortalama 6-7 genç öldürülüyordu... 
Büyük birikimler, politikacılar, yazarlar, gazeteciler suikastlara kurban gitmişlerdi... 
Ekonomi bozulmuş, kriz başlamıştı... 
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılamamış, siyasal rejim, sorun çözme konusundaki işlerliğini yitirmişti...
Bu ortamda yapılan askeri darbe, sol-sağ cinayetlerini önleyerek pek çok kişinin hayatını kurtardı belki ama ülkenin geleceğini kararttı...
(...)
İlk 12 Eylül, 2010 yılındaki ikinci 12 Eylül’e giden yolu zaten döşemişti... 
Orta sağ partilerin basiretsizliği ve İslam adına terör yapanlara karşı oluşan uluslararası konjonktür, güya demokratik kurallar içinde çalışacağını öne süren, din ekseninde örgütlenen AKP’yi, bu ortam içinde iktidara getirdi... 
AKP, sözde liberallerin, eski solcuların, sözde demokratların ve İslam adına yapılan teröre çözüm arayan ABD ile AB’nin desteğiyle Türkiye’yi  “yeniden biçimlendirmeye”  başladı...

***

İkinci 12 Eylül 2010 yılında anayasal darbe olarak geldi: 
Aynen birinci 12 Eylül’ü kurumlaştıran referandum gibi yine bir referandumla, yargı, siyasal iktidarın denetimine verildi... 
Yargı ve bağımlı hale getirilen bağımsız kuruluşlar ve yandaş sermaye aracılığıyla medyaya da el kondu... 
Kaldırılacağı vaat edilen YÖK, kaldırılmak bir yana, daha da güçlendirilerek üniversiteler susturuldu...

***

Şimdi her iki 12 Eylül de bütün şiddetiyle sürüyor...
İktidar ortakları, AKP ile Gülen Cemaati arasındaki kavga, yine yargı üzerinde kilitlenmiş görünüyor... 
Bu arada demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti güme gidiyor!  
  Emre Kongar/ Cumhuriyet

Torbadan hukuksuzluk çıktı

(...) Yasalaşan maddelerden biri de şöyle:
’Mahkeme kararlarının gereğini yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılamayacak ancak disiplin hükümleri saklı olacak.’

***

Ne demek bu..
Tercümesi şöyle.. Ey bürokratım, korkma, mahkeme muhkeme dinleme..
Bir hukuk devletinde yasama organı mahkeme kararlarına uymayanı koruyan kollayan yasa çıkarıyorsa..
O devletin vay haline..
Korkarım Türkiye hukuksuzluk cenneti olacak..
Diyeceksiniz ki zaten idari mahkemelerin verdiği kararlar da Danıştay’ın aldığı kararlar da uygulanmıyor..
Haklısınız.. Bu yasa fiili durumun kılıfı oldu.. Bürokratların elini rahatlattı..
En tipik örnek.. Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan yeni bina..
Adına, başbakanlık binası mı dersiniz..
Cumhurbaşkanlığı binası mı bilemem..
Ak Saray dedikleri yer var ya, orası..
Yürütmeyi durdurma kararı verilmişti, durdu mu?
Yooo..

***

Bundan sonra idarenin aldığı kararlar için, bürokratların haksız uygulamaları için mahkemeye gitmeye gerek yok..
Nasıl olsa mahkeme kararını uygulamayacaklar..

Uygulamayanlar için ne soruşturma yapılacak ne de kavuşturma..
Üstüne üstlük ödüllendirilir bile..
Bu sebeple diyorum ki..
İdari mahkemeleri kapatalım, olsun bitsin..
Hiç olmazsa hukuk devletiyiz demeyiz. 
Mehmet Tezkan  / Milliyet

Çorba yasa

Torba yasa, daha uygun adıyla “çorba yasa” pek çok konuda hayatı değiştiriyor..
Memurlar torba ile önemli bir darbe yiyor...
Yargı kararı ile göreve dönüş imkânı bitiyor. Yasaya göre:
- Daire başkanı ve üstü idareciler, müfettişler ve kolluk görevlilerinin görevden alınmaları veya yer değiştirmeleri halinde mahkemeye başvurmaları ve mahkemenin memurları haklı bulması halinde mahkeme kararı iki yıl boyunca uygulanmayabilecek.
- İki yıl geçtikten sonra da mahkeme kararı uygulanmaz ise kararı uygulamayanlar hakkında işlem yapılamayacak.
Bir başka deyişle yapılan keyfi uygulamalar nedeniyle hiç kimse hesap vermeyecek.
Demokrasilerde böyle hukuk olmaz...
Buna darbe hukuku denir...
Melih Aşık / Milliyet

Neren büyüdü Osman!

Gazete, kitap, dergi, herhangi bir yazı okumazsın...
Köftecinin tabelası dışında  “Okuma”  diye bir derdin yok...
Biz bu yazıları bizim gibi düşünenlere yazarız... Onlar okur, birlikte endişelenir, birlikte senin için üzülür, birlikte dizimize vurur, birlikte boynumuzu bükeriz senin için...

***

Haberlere bakmazsın...
Ne oldu, neler oluyor, ne nedir, seni ilgilendirmiyor...
Baktığın; dizi...
Dizide  “Nevres kocasını yakalayacak mı?”  bilirsin de, dünyanın en büyük devlet soygununda savcı hırsızı niye yakalayamadı, seni ilgilendirmiyor...

***

 Soru sormazsın?..
“Zenginleştiyse Türkiye, niçin 3.5 milyon insana belediyeden nohut, kömür geliyor?” 
 “Dünyanın en bereketli toprakları üzerindesin, ama niçin buğday Rusya’dan, inek Hollanda’dan, samanı Bulgaristan’dan?” 
 “Süper ülke isen, niçin bir tek dünya markamız yok?.” 
 “Millet için çalışıyorsa sofular, niçin onların çocuklarının her biri paralarını makine ile sayacak, kamyonetlerle taşıyacak kadar zengin oldular da, fidan gibi gençler işsiz, ağlaşıp dururlar sağda solda?” 
 “Müslüman ülkeler içinde tek, şanlı savaşları ile özgürlüğünü kazanmış, dünyanın en iyi yönetim biçimi parlamenter sistemi benimsemiş, her şeye rağmen Batı’nın adam yerine koyduğu cumhuriyetimizi niçin yıkmak ister yobaz?” 
 “Tüm dünyanın örnek aldığı, yabancıların hayran olduğu Mustafa Kemal Atatürk’ü niçin sevmiyor imam?..” 

***

 Bak  “Büyüme rakamları açıklandı”  diyorlar...
Büyümüşüz imanım...
Neren büyüdü?..
Sor...
Allah’ını seversen sor Osman’ım...

***

 Yine devletin rakamlarına göre aynı dönemde; TL’nin değeri düştü, işsizlik arttı, açlık ve yoksulluk kitle olarak genişledi, tüketim mallarında dışa bağımlılık arttı, bütün ulusal varlıklar ele satıldı ve bitti...
“Nerem büyüdü?”  diye sor...
Bizler senin adına soruyoruz okumuyorsun... Aydınlar senin adına hapishanelerde, umursamıyorsun... Gençler senin adına sokaklarda ölüyor tınmıyorsun... Yalanla dolanla soyuyorlar seni uyanmıyorsun...
Çocuklarının hatırı için bari...
Sor...
“Nerem büyüdü”  de...
  Bekir Coşkun / Sözcü

Yeni görevine “resmen” başladı

Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Yıldız’ın bu onurlu göreve 13 yıl sonra veda etmesinin ardından toplanan Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu, nöbeti bugünden itibaren benim devralmamı uygun gördü.  (...) Tamamı bu ülkenin emeği ve birikimiyle oluşturulan değerlerin hakkının verilmediği, hatta kolayca yok edildiği günlerden geçiyoruz. (...)  Medya da bu gidişten fazlasıyla payını almış durumda. Üzülerek yazdığımız bu karamsar tablo içinde, bu ülkenin belki de titiz ellerde olduğu için yok edilemeyen istisnai değerlerinden olan Cumhuriyet’te sorumluluğu çok ağır bir görevi devralıyorum. 

Utku Çakırözer / Cumhuriyet