MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
MEDYA POLEMİK

Ekranda “çanakçı” modası

Sevgi Özel Cumhuriyet’te yazmış:
“Kimi TV’ler Atatürk’ü toptan reddeden birilerini ekrana taşıdı, ‘yazar gazeteci’ sanlı birileri son 13 yılla Atatürk’ün dönemini karşılaştırmaya giriştiler. Atatürk dönemi baskıcı, son dönem özgürlükçüymüş...”  Sanırız aynı programı izledik... Merkez medyadaki bu programda Atatürk’e şaşı bakmayı adet haline getirmiş prof. unvanlı birileri Erdoğan dönemi ile Atatürk dönemini karşılaştırmaya koyuldular. Birisi Atatürk için diktatör dedi. AKP yayın organında yazarlık yapan öteki ne kadar birikmiş kini varsa ortaya döktü. Sözde Yeni Türkiye tartışılıyordu. Ve nedense Yeni Türkiye, Erdoğan’ın geçmiş 12 yılı ile veya Demirel, Özal, Menderes dönemleri ile değil Atatürk dönemi ile kıyaslanıyordu. Sanki bir hamlede 1938’den 2014’e atlamıştık. Atatürk’e diktatör diyen Prof. unvanlı kişi Tayyip Erdoğan için aynı deyimi kullanabilir miydi? Hayır... O da kullanamayacağını, kullanırsa kanalın başının belaya gireceğini biliyordu. Erdoğan için dikkatli konuşmak esastır. Aksi takdirde programcının geleceği tehlikeye girer. O da bunu bilir, sınırı koyar. Atatürk veya İnönü’ye veryansın etmek ise serbesttir. Hatta makbul.
İzlerken merak ettik..
Acaba programı yapan hanım  “Ben Erdoğan’ı gereğince eleştiremiyorum ama bu ülkenin kurucusuna yönelik hakaretlere çanak tutabiliyorum, haksızlığa alet oluyorum” cinsinden bir vicdan muhasebesi yaptı mı?
Acaba Cumhuriyet döneminin karalanmasına, laik düzenin gözden düşürülmesine hizmet ettiğinin farkında mıydı? Olsun olmasın... O ve benzeri hanımlar alet oldukları propaganda sonucu bugün yaşadıkları hayatı yarın çok arayacaklardır. Tuttukları çanaklar yarın kendilerine dinsel mahalle baskısı olarak geri dönecektir. Esas acıyı ise çocukları çekecektir.
Melih Aşık/Milliyet

Otoriterliğe bir kapı daha
Sanal takip başladı

E-postaların altında genellikle bir not yazılı: “Bu e-postanın içerdiği bilgiler, ekleri dahil, kişiye özeldir ve hukuken gizlidir”. Dört günden beri artık değil. Tayyip Erdoğan aylardır, her konuşmasında telefonlarının dinlenmesini ağır dille eleştiriyor, dinlemenin önüne mutlaka geçileceğini söylüyor.  “Paralel” gerekçelerinden biri de, telefonların dinlenmesi.
Ancak torba yasa... Bundan böyle, kim, hangi siteye giriyor, kim, internet üzerinden kiminle bağlantı kuruyor, kim, kime, hangi e-postayı gönderiyor, kısaca internet kullanıcılarının bütün trafik bilgilerini ele geçirmek için, yargı kararı olmadan TİB’e yetki veriliyor. İşte, bu da dinleme. Her internet kullanıcısını gözetleme, kim, ne yapıyor, kiminle, ne konuşuyor, bunu izleme. Haberleşme özgürlüğünü yerle bir eden bir yasa, otoriter yönetime açılan yeni bir kapı daha. Gerekçesi, “milli güvenlik ve kamu düzenini koruma” . Ben bu gerekçeyi iyi tanıyorum, askeri darbelerden, özgürlükleri haşat eden yasalardan. Her eylem ve söylem girebilir bu gerekçeye. Kendisi dinlenmekten yakınıyor ama, “Ben herkesi dinlerim” diyor. Davutoğlu iyi başlamıyor. Onun Başbakanlığında Meclis’ten geçen ilk yasa otoriter yolu biraz daha perçinliyor.
Yalçın Doğan/Hürriyet

Kim kimin elinde rehine?

Önce yazımın başlığına bir açıklamaya getireyim. 
Zamanında Türkiye’de bir cumhurbaşkanı bir adama çok kızıyor. Ama adam uyarılara bir türlü kulak asmıyor. Sonunda cumhurbaşkanının danışmanı patlıyor:
“Efendim artık bu adama SS2 Planı uygulayalım.” Cumhurbaşkanı bir şey anlamıyor:
“SS2 Planı ne ki?” 
“Efendim ben SS1 Planı’nın ne olduğunu açıklayayım, gerisini siz anlayın!” 
“Peki öyleyse. SS1 Planı ne?” 
“Efendim SS1 Planı ’seve seve’planıdır.” 

***

Kafam karışık. ABD Türkiye’ye IŞİD üzerinden yeni bir plan uyguluyor ama SS1 Planı mı uyguluyor, SS2 Planı mı, henüz kestiremedim.
(...)
İran, Kuzey Irak, hatta PKK ve PYD, ABD’nin kurduğu koalisyona “sıcak yardım” yapmaya hazır iken ve dahi PKK, Güneydoğu’da kendi okullarını açmaya cüret edecek kadar bir yerlerden destek almakta iken Türkiye:
a) IŞİD’in elinde 49 insanımız rehine olduğu için, ABD’ye sadece insani yardım mı yapacak? Yoksa:
b) Nihayetinde bölgede TSK, PKK ile iş birliği mi yapacak? 
Soruyu şöyle de sorabiliriz:
i) Kim kimin elinde rehine?
Ya da:
ii) SS1 mi, SS2 mi? 
Cüneyt Ülsever /Yurt

“Müttefik”inin jurnallerini nasıl önleyeceksin?

(...) RTE hükümeti Suriye’de Esad’la kim çarpışıyorsa kimliğine bakmadan her türlü yardımı yaptı. Bu gizlenen gerçeği Türkiye’de görevi temmuzda sona eren ABD Büyükelçisi Ricciardone yaptığı açıklamada,  “Türk hükümeti bizim terörist saydığımız El Kaide bağlantılı El Nusra gibi gruplarla çalıştı” diye doğruladı.  IŞİD de ABD’nin terörist saydığı gruplar arasında.  AD hükümeti de kimi gerçeklerin kamuoyuna yansımasını istemiyor.   Batılı, Doğulu ülkelerden IŞİD’le birlikte çarpışmaya gidenlerin sayıları ülke ülke yazılıyor da, bir ara Türkiye’den de 400 kişinin örgüte katıldığı açıklandı. Arkası gelmedi.  Katılımları kışkırtmamak isteyebilirsin; fakat Newsweek dergisinin, Dilovası ilçesinden Suriye’ye içinde 19 kişinin bulunduğu 2 minibüs kalktığını içeren haberini ve bundan sonraki benzeri haberleri nasıl önleyeceksin? (...)
Cüneyt Arcayürek /Cumhuriyet

Hırsızlık “makbul meslek” oldu

Evet... En sonda söylememiz gereken sözü en başta söyleyelim!
Memlekette çalan çalana!
Siyasetteki rüşvet ve yolsuzluklar nedeniyle ülkede çalmak moda oldu ve hırsızlık makbul bir meslek haline geldi.
“Çalıyor ama iş yapıyorlar”  söylemi arttı, neredeyse bir atasözü gibi kullanılmaya başlandı.
Bakanlık makamına yükselmiş siyasilerden, politika soytarılarına kadar herkes aynı yolun yolcusu!
Tanrım! Nasıl bir ülke haline geldik böyle?
Çalıp çırpma olayları ve hırsızlar, televizyon dizilerine kadar yansıdı. Çalanlar
“televizyon dizilerinin sevimli (!) karakterleri”  oldu.

***

Okurlarımdan gelen mesajlardan öğrendiğime göre, TV kanallarının birinde “Kalp hırsızı”  adlı bir dizi var.
Hırsız, sanat eserleri çalan yakışıklı ve karizmatik bir karakter...
(...)
Hırsızlığı ve hırsızları öven başka diziler de var.
Cesur ve iyi yürekli hırsızlar bunlar... Çalıyorlar ama yardım da yapıyorlar!
Bu sözler bana hırsızlık yapan siyasiler için “Çalıyor ama çalışıyor birader” diyerek onlara oy veren vatandaşları hatırlatıyor. Hırsızlığı olağan işlerden sayıyorlar artık!
Uzun lâfın kısası, hali pür melâlimiz (acınacak halimiz) şu:
Hırsızlığın, rüşvet ve yolsuzlukların meşru sayıldığı bir ülke haline geldik!
Meclis raflarında bekletilen yolsuzluk dosyaları bize acı gerçeği haykırıyor!
Rahmi Turan /Sözcü

Bu ne laubalilik

 (...) Adam ABD Dışişleri Bakanı, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın sırtına el atıyor!.. Başbakan’a gidiyor, eli onun da sırtında!..
Bu laubalilik nereden kaynaklanıyor?.. Küçümsemekten!..
Adam ikisini de “ABD’nin yavrusu”  gibi görüyor!..
Sonuçta eski ABD Büyükelçisi maskeleri düşürdü!..
Bu ülkeyi idare edenler utanacağına bizim yüzümüz kızarıyor!..
Mehmet Türker / Sözcü