MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Kuşatılmış medyanın “CUMHURİYET” mahallesi

Devletimizin kuruluşunu kutlamanın yasaklandığı ülkede, kimi gazeteler adını bile anmazken onlar  
yine haykırdılar... İşte Atatürk’ün en büyük eserini “gurur”u, “onur”u sayan bir avuç gazeteci

Bu yüzden işte...

Mustafa Kemal’in askerleriyiz!

Cumhuriyet bugün 91 yaşında. Anlamak için başa gitmek gerekir. 1921 yılında Falih Rıfkı (Atay) başlangıçta yaşanan tükenmişliği şöyle yazıyordu:
 “Hapisten yeni çıkmıştım. Mahkeme Reisi bir Kürt, hapis kumandanı bir Arap, nöbetçiler Çerkes idi. İstanbul’u hatırladığım zaman, Osmanlı saltanatının inkıraz (tükeniş) çerçevesini görüyordum. Büyükada İngiltere’nin, Heybeliada Fransa’nın, Kınalı İtalya’nın ve Burgaz Amerika’nın elinde idi. Büyük demokrasilerin bıçağı Adana’dan, Antalya’dan, İzmir’den Anadolu’nun yanık yüreğine doğru saplanmış, Selçuk ve Osmanlı devletlerinin bütün payitahtlarında; Konya’da, Edirne’de, İstanbul’da ve Bursa’da bir milyar insana hükmeden imparatorluk ve cumhuriyetlerin bayrağı sallanmakta idi. Bir milyara karşı tek bir adam, Erzurum’un kerpiç bir odasında sırmasız, rütbesiz, askersiz ve silahsız bir kumandan, bütün Türkler ona bel bağlamıştık...”

***

10 yıl sonra.
1931 yılında.
Yine Falih Rıfkı şöyle yazdı:
 “Biz yeni bir Türkiye’nin, İngiltere, Fransa, Amerika ve İtalya kadar müstakil (özgür) bir Türkiye’nin vatandaşıyız. Bu 1921 yılından bakıldığı zaman, imkansız bir Türkiye’dir. Bu Türkiye, Mustafa Kemal’in eseridir. Batmış bir devletin mezarı üstünde, onu batıran bütün kuvvetlere karşı milli bir kurtuluş hareketi olarak başlamış ve bu milletin medeniyetini ve hemen bütün müesseselerini değiştiren bir hareket olarak devam etmektedir. Mustafa Kemal’in inkılaplarını yaptıktan sonra bir köşeye çekildiğini, zaferi istememiş ve ona inanmamış olanların hükümete geçerek, hem zaferi hem bütün inkılapları (devrimleri) tehlikeye koyduğunu tasavvur ediniz: Zaferin kadrini, kuvvetini ve pahasını ancak onu kazanmış olanlar bilir.”
(...)
Tıpkı 91 yıl önce olduğu gibi İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve yanlarına Almanya’yı da alarak bugün Kürt kardeşlerimizi isyana kışkırtıp, Kürt ile Türk’ü birbirine kanlı bıçaklı yaparak birbirinden koparıp ayırmanın ve Türkiye topraklarını bölmenin arzusu, hevesi, kesin hesabı içine girdiler. Ortadoğu’ya yeni harita çiziyorlar. Türkiye üzerinden peşmerge geçiriyorlar. PKK’ya açıkça yardım ediyorlar. Ve tıpkı 91 yıl önce olduğu gibi bugün de kuvayı milliyeciler,  “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bunun için haykırıyorlar.
Umut o haykırıştadır!
Necati Doğru / Sözcü

 

Bazı şeyler sıfırlanabilir ama Cumhuriyet payidar kalacaktır

Bazıları pervasız ve nobran bir ifadeyle, kendi kendilerine  “Yeni” sıfatı ekledikleri Türkiye’nin, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle başladığını iddia ediyor. Kanunlarımızda  “Patavatsızlık” diye bir suç yok. Ama tarihi patavatsızlıklar, megalomaniler, kibir ve nobranlık nöbetleri yazmıyor.
(...) Bazı şeyler geçici olarak sıfırlanabilir...
Ama Cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktır ve onun şerefli tarihini kimse sıfırlayamayacaktır.
Kendi dolmakalemi ile kendine özel tarih menkıbesi yazmak isteyenler, o mürekkep daha kurumadan bunu anlayacaktır...
Ertuğrul Özkök / Hürriyet

 

İngilizi haklı çıkarmayın

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanına haftalar kala, Temmuz 1923’te merkeze geçtiği mesajda İngiliz Yüksek Komiser Vekili Henderson şöyle diyor:
 “Mustafa Kemal artık eskisi kadar Türkiye’nin lideri durumunda değil... Kontrolü önemli ölçüde ve geri alamayacağı biçimde Rauf Bey’e kaptırmış görünüyor...”
(Bilal Şimşir - Atatürk ve Cumhuriyet)
Henderson’un 7 Ağustos 1923 günü Londra’ya benzer bir mesaj geçtiğini öğreniyoruz. Bu defa İngiliz Dışişleri’nin (Foreign Office) telgrafa düştüğü not çok ilginç:
 “Türkiye kötü zaaflarının hiçbirini üzerinden atamadı, hiçbir erdem kazanamadı. Zaten hiçbir zaman ıslah olmamış, değişmemişti. Şimdi bir avuç yurtseverin Türk’ü değiştirebileceği kuşkuludur. Kemal ameliyatla onu tedavi edebileceğini umuyor. Bu yüzden çöküşün iki ana kaynağı olan saltanatı ve yabancı nüfuzunu budadı. Ama maraz organik gibi, Türk’ün uygarlaşma yeteneği olmayan bünyesinde gibi görünüyor. Ankara’nın merkezi otoritesi başarısızlığa uğruyor. Kemal’in politikasına karşı muhalefetin, evrime veya yenileşmeye karşı direnişin sembolü olan saltanatı diriltmek etrafında kristalleşmesi anlamlıdır...”
İngilizler kısaca  “Mustafa Kemal’in çabaları boşuna bu Türkler adam olmaz” diye düşünüyorlarmış... Onları dün de yalancı çıkardık, yarın da çıkaracağız... Bugünümüz biraz sıkıntılı ama elbet aşacağız...
Melih Aşık / Milliyet

 

Sandınız ki bitti...

(...)
Kurumlarını yıktınız...
Kavramlarını sildiniz...
Devrimlerini ittiniz...
Kuranları aşağıladınız...
Sandınız ki cumhuriyet biter...

*

Her seferinde bir bahane bulup meydanları kapattınız...
Çelenkleri yasakladınız...
Onu kuran Atatürk’e çiçek koyanları dövdünüz...
Bugünü kutlamak isteyenlerin üzerine su sıkıp, tomaları sürüp, kalkanlı polislerinizi saldınız...
Sandınız ki bitti...
Bak:
Bitmemiş...

*

Bence cumhuriyeti hafife aldınız...
Mesela onu kağıtlara yazılmış yazılardan, kimi kurumlardan, taş binalardan, ordudan, insanlardan ibaret sandınız...
Sandınız ki onları bitirince cumhuriyet biter...
Değil işte...
Bugün meydanlara bak, caddelere, bulvarlara, sokaklara, vitrinlere, balkonlara...
Yer göktür o...

*

Daha iyi nasıl anlatırım?..
Şöyle diyeyim:
Hani bugün yüreğinde bir korku var ya, er geç hesap verme korkusu...
İşte o’dur:
Cumhuriyet...

*

Kutlu olsun...
Bekir Coşkun / Sözcü

 

“Bütün varlığımla...”

Silah arkadaşı Fahrettin Altay’a 29 Ekim’i neden seçtiğini anlatıyor:
 “30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi, Osmanlı’nın teslimi, ülkenin parçalanmasıdır. Cumhuriyet 29 Ekim, tarihten silinmek istenen mazlum bir milletin intikamıdır.”
Mondros Silah Bırakışması ile birlikte Osmanlı ordusu terhis ediliyor, Osmanlı topraklarını yabancılara işgal kapısı açıyor. Kurtuluş Savaşı’nın siyasi manifestosu olan Misak-ı Milli Beyannamesi’nin birinci maddesi:  “30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dahilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit (birleşik) Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksam (ülke) gayrı kabil-i tecezzi bir küldür (bölünmez bütündür).”  Kurtuluş Savaşı’nın amacı olan bağımsızlığı Mondros’a gönderme yaparak tanımlıyor. Mustafa Kemal bu maddeyi daha sonra bizlere şöyle anlatıyor:  “Bağımsızlık benim karakterimdir.”
1930’da Yalova’da yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin siyasal rejimini çiziyor:
 “Biz Cumhuriyet’i hacılara-hocalara terk etmek için kurmadık. (...) Cumhuriyet’in bir zorbanın eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete haykırmak isterim.”
Geçmiş yıllarda 29 Ekim’lerde Cumhuriyet üzerine mutlaka yazma gereğini hissetmiyorum, çünkü o ruh her türlü iradenin üstünde ve her yerde var. Oysa, bu yıl  “Cumhuriyet Ruhu” nu bütün varlığımla kutlamak gerektiğine inanıyorum.
Yalçın Doğan / Hürriyet

 

İşgal tekerrür etti

(...) Söyler misiniz; dışa bağımlılıkla ekonominin,  “üs”  adı altında stratejik kurumlar ve toprakların, terör faaliyetleriyle güvenliğin ve  “yoksullaştır köleleştir”  stratejisiyle de siyasetin çökertildiği bir  “vatanın ve bütün kaleleri cebren ve hile ile kuşatılmış”  değil mi?..
Söyler misiniz; özelleştirme yağması, hırsızlık-rüşvet ve dinci-biatçı sermaye yaratma uğruna ülkenin “bütün tersanelerine girilmiş”  olması, günümüzde de Anadolu’nun işgali açısından yanlış bir saptama mı?..
Ve yine söyler misiniz,  “açılım”  uğruna hareket kabiliyeti çökertilen, yanlış diplomasi uğruna Suriye sınırında aciz duruma düşürülen ve  “Ergenekon-Balyoz”  gibi kumpaslarla da askerleri esir alınmış  “orduların dağıtılmış”  olmasının, 91 yıl öncesindeki esaret ve kuşatmadan çok mu farkı var?..
(...) Günümüzde ülkeyi yönetenlere, icraatlarına ve onlara muhalefet bile edemeyen zavallı işbirlikçilerin gafletine baktığınızda, cumhuriyetin aslında  “kuşatma” açısından Osmanlı’daki konumundan çok da farklı olmadığını anlayabilirsiniz!...
Mehmet Faraç / Aydınlık

 

Tarih hepinizi not ediyor

(...) Bugün ortalıkta aklı ve burnu bir karış havada dolananlar, kaderin bir cilvesi olsa da, cumhuriyetin sayesinde varlıklarını koruyabildiklerini hiçbir zaman anlayamadılar...
Onun içindir ki kaçak binada verilen resepsiyonun  “cumhuriyeti şereflendirdiğini” söyleyebilecek kadar akıllarını yitirmiş durumdalar!..
Cumhuriyet zaten başlı başına bir onur kaynağıdır...
Ancak... Cumhuriyetin onuru, sadece o onuru taşıyabilenlere aittir!..
(...) Cumhuriyet, cumhuriyeti yaşatanlarındır!..
Cumhuriyet, onu korumaya kararlı olanlarındır!..
Cumhuriyet, cumhuriyete layık olanlarındır!..
AKP Saray’a doluşanlar...
Tarih hepinizi not ediyor!..
Tarih önünde sorumluluktan kaçamazsınız!..
Mehmet Türker / Sözcü

 

Yılmak yok

(...)Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini ortadan kaldırmaya çalışan bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız.
(...) Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi, bu ulusun geçmişi ve aydınlık geleceğe bakışı olan  “Çankaya”  silinerek  “Beştepe”  diye bir yerde Cumhuriyet yok edilmek isteniyor!
Ancak, yılgınlığa gerek yok!
Cumhuriyetimizi yıkmaya güçlerinin yetmeyeceğini, bu ulusun geleceğini karartamayacaklarını hep beraber göreceğiz!
Rahmi Turan / Sözcü

 

Bu sevgi engel tanımaz

Ulusal bayramları kutlamak, Atatürk anıtına çelenk koymak AKP hükümeti döneminin  “yasakları”  arasında yer alıyor. Polis, çelenkleri kırıyor, çiçekleri eziyor, insanları sürükleyerek, gazla, suyla uzaklaştırmaya çalışıyor. Ne kadar engellemeler olursa olsun, bu ülkenin insanı Cumhuriyet’e ve onun değerlerine sahip çıkmaya devam edecektir. (...)                               

Saygı Öztürk / Sözcü