MEDYA POLMİK

MEDYA POLMİK
Ahlak tutuşmuş; yanıyo

Canıyla protesto edenlerin sayısında artış var. Dün de Malatya’da bir vatandaş, valilik binasının önüne geldi, 2 bin lira kira borcu olduğunu, ödeyemediğini söyledi. Kendini yaktı.

Aklı gitmiş.
Malatya’yı ateşe verebilirdi.
Vicdanlı adam.
Kendini ateşe veriyor.
Malatya Valisi, yanında plastik bidonla getirdiği benzini başından boca ederek kibriti çakmış dumanlar içindeki Malatyalıya;  “Adam olacak mısın, ben sana yardım edeceğim? 2 bin lira borcunu ödeyeceğim... 300 lira kira yardımı yapacağım...  Sonra adam olacak mısın?”  azarlaması çekiyor.
Vali’nin ezberi iyi:
Ne istedinse verdik.
Artık adam ol!
İş bulursa.
Sadakadan kurtulursa.
300 lirayı kendi kazanırsa.
Borçsuz yaşayabilirse.
Yarınından emin olursa.
Aklını kollayacak doktor bulabilirse adam olacak.
Vali durumu idare ediyor.

Yangın büyük.
Geçen yılın verilerine göre Türkiye’de 13 milyon kişi valilerin verdiği  “aylık 300 TL sosyal yardım”  desteğiyle yaşıyor.
Bu yıl sayı artmış olabilir.
14 milyon olmuştur.
Çünkü Suriyelilerin çok sayıda gelmesi de gerekçe gösterilerek bazı şehirlerde sosyal yardımın 300 TL’den 250 TL’ye indirilmesi muhtaç vatandaşın duygularını incitti.
Yangın göründüğünden alevli.
 Geçen hafta da Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde bir baba ana cadde üzerinde  “böbreğini satışa”  çıkardı. Biri üniversite öğrencisi iki çocuk sahibi Alpaslan Sarı adlı baba boynuna;  “Satılık böbrek. Fiyatı: 50 bin TL...”  yazan afişle cadde boyunca yürüdü.
İşsizlik artıyor.
Büyüme düşüyor.
Enflasyon yükseliyor.
İşçinin ücreti, memurun maaşı, emeklinin aylığı, esnafın kazancı  “satın alma gücünü”  yitiriyor.
Dün 1 dolar: 2.70 TL oldu.

1 dolar: 3 TL’ye gidiyor.
Hem dolar artıyor.
Hem Euro artıyor.
Yani  “sepet kur”  da artıyor.
Devalüasyon yaşıyoruz.
Gelirler eriyor.
Psikolojik sorunlara düşüp kendini yakan, böbreğini satışa çıkaran babaların sayısı da artıyor.
* * *
Yangın bacayı aştı.

Bir ülkede 13-14 milyon insan valilerin ayda vereceği “300 TL devlet sadakası”  ve belediye başkanlarının  “50 TL gıda sadakası”  desteğiyle yaşamaya çalışırken o ülkenin Cumhurbaşkanı kendisine yaptırdığı Ak Saray’ın hamam ve SPA bölümlerinde metrekare fiyatı 10 bin Euro’ya kadar çıkan 24 ayar altın yaldızlı mozaik ithal edip kullanıyorsa o ülkede ahlak tutuşmuş yanıyordur...
Necati Doğru / Sözcü

Yüzleşme önerenler önce kendi tarihleri ile yüzleşsin

Ermeni lobilerinin Batı ülkelerinde onlarca yıldır yürüttüğü aralıksız faaliyet amacına ulaşacak mı?
 Türkiye’yi tarihe  “20’nci yüzyılın ilk soykırımcı ülkesi”  olarak yazdırmayı başaracaklar mı?
 Ermeni soykırım iddiasının 100’üncü yıldönümünde durumun dünya çapında aleyhimize dönüyor görüntüsü bizi harekete geçirmelidir. 
 Dün ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf  beklenen açıklamayı maalesef yaptı ve;  “1915 yılı olaylarıyla ilgili gerçeklerin tam adil ve içten kabulünün Türkiye, Ermenistan ve Amerika’nın da çıkarına olduğunu” söyledi.
(...)
 Ermeni olayları söylendiği gibi 20’inci yüzyılda değil, 19’uncu yüzyılda ve ABD’den gelen misyonerlerin Ermenileri kışkırtmasıyla, “Büyük Ermenistan”  hayalleriyle başlamış, Ruslar, İngilizler ve Fransızların silah yardımıyla, desteğiyle isyanlar yayılmıştı.
 İngilizler’in Malta’da suçluları yargılamak üzere kurduğu mahkemede delil bulamadıkları için yargılamayı bitirdikleri İngiliz arşivlerinde mevcuttur. Osmanlı’nın ihmali görülen kişileri yargılayıp cezalandırdığı arşivlerde kayıtlıdır. Ermenistan eski Başbakanı Yohannes Kaçaznuni’nin itirafı ortadadır.
 Yalnızca Doğu’daki Ermenilerin  “düşman güçlerine katıldıkları için” tehcir edildiği diğer illere dokunulmadığı bilinir.
 Ermenilere destek veren Rusların arşivleri bile sorumluların kim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. ABD ve AB ülkeleri kabul etse de Türkiye birçok Batılı tarihçinin dediği gibi  “soykırım iddiasını asla kabul etmemeli” dir.
Yüzleşme önerenler,  “gerçek” ten söz edenler buna kalkışmadan önce kendileri tarihi ve devletlerin arşivlerini dikkatle incelemelidir!

Güngör Mengi Vatan

 


Beşiktaş’a sızma harekatı

Patronun arkasında kimin olduğu belli, âleme  “nizamat”  verme sırasında şimdi  “Beşiktaş”  var.
Tek tek insanları nasıl kendine göre hizaya getirmeye kalkıyorsa, şimdi de Beşiktaş’ı ele geçirme hevesi.
Dört bakana yolsuzluk iddialarında adı ön planda geçenlerden, iş adamı Reza Zarrab bir süre önce Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’la kol kola, Beşiktaş tesislerini dolaşıyor, yemek yeniyor, iddiaya göre yapılmakta olan statta loca satın almak istiyor. Yok ya?
Zarrab’ın Beşiktaş tesislerine gitmesi boşuna değil, oradaki havayı yoklama. Hedef başka.
* * *
Yıl sonunda Beşiktaş’ın kongresi var, başkan seçilecek. Yukarıdaki gözünü Beşiktaş’a dikiyor. Etrafa bakıyor, “havuz medyası patronlarından birini”  gözüne kestiriyor:  “Şu başkan olabilir.” 
Bunun için kime emir vereceği belli. Beşiktaş’ı iyi tanıyan, bir süredir emrinde olanlardan biri.  “Haydi kolları sıva da (...) başkan yap.”  Emir yüksek yerden. Zarrab’ın başkanlıkla filan ilgisi yok, o  “Beşiktaş’a seçtirilmesi” , seçim adı altında  “atanması”  düşünülen havuz patronu adına tesislere gidiyor, Beşiktaş’a sızma harekâtı...

 Yalçın Doğan / Hürriyet


Şaka gibi...

Davutoğlu, AKP’nin 14 yıldır yaptıklarının tam tersini savunan, şaka gibi bir beyanname açıkladı... 
(...) Sanki, son  “İç Güvenlik Paketi’ni” çıkaran, medyayı ezen, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan ve kısıtlayan AKP değilmiş gibi, bu özgürlüklere dayalı bir “Başkanlık rejimi” vaat etti. 
Hukuk devletini yerle bir eden, adaleti bütünüyle iktidarın emrine alan kendileri değilmiş gibi, yargı bağımsızlığı vaat etti. 
Sosyal Devleti, sadaka devleti haline dönüştürmemişler gibi devletin sosyal görevlerini vurguladı. 
Sanki Erdoğan yargı denetiminden şikâyet etmiyormuş ve bu denetimin dışında kalacak,  “Türkiye’ye özgü bir başkanlık”  rejimini savunmuyormuş gibi, yargının denetlediği bir yürütme erki kuracaklarını söyledi. 
(...)
Asıl hayati soruyu soralım bitirirken: 
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına kaç televizyon, kaç dakika ayırmıştı? 
Davutoğlu’nun konuşmasına kaç televizyon, kaç dakika ayırdı? 
Yüksek Seçim Kurulu ve Radyo Televizyon Üst Kurulu acaba serbest, şeffaf ve adil bir seçim için üstlerine düşen sorumlulukları yerine getiriyor, görevlerini yapıyorlar mı?  Anayasa Mahkemesi bütün bu olup bitenleri ve örneğin Erdoğan’ın Başkanlık Rejimi propagandalarını izliyor mu?

Emre Kongar / Cumhuriyet