MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Seçim puan durumu

Ağlama; 3 puan...

Hanımlı ağlama; 5 puan...

“Kefen giydik” ; 2 puan...

“Şahadet şerbeti içtik” ; 2 puan...

“Dertli babayım” ; 4 puan...

“Çocuklarımı okutamadım” ; 2 puan...

“Türbanlı bacım” ; 5 puan...

Şiir; 3 puan...

Ayet okuma; 6 puan...

Hadis; 5 puan...

Kur’an elde; 7 puan...

*

Karanfil atma; 2 puan...

Gül suyu püskürtme; 1 puan...

Çocuk kucağa alma; 2 puan...

Takımın atkısını dolama; 4 puan...

*

“Beraber yürüdük biz bu yollarda” ; 3 puan...

Parti şarkısı enstrümantal; 2 puan... 

“Bir beyin oğlu, pehpehpeh”  güfteli; 1 puan...

*

Erzurum’da  “Dadaşlar diyarı”,                                                         

Elazığ’da “Gakkoşlar vatanı”,                                                       

Konya’da  “Mevlana toprağı”,                                                         

Sivas’ta “Yiğido yurdu”,                                                           

Ankara’da  “Seymenler memleketi”,                                                                   

Urfa’da “Peygamberler diyarı”,                                                                          

Maraş’ta  “Sütçü İmam’ın torunları”  demek 5’er puan...

*

Kemal Kılıçdaroğlu yırtınıyor

 “Size bayramlarda para vereceğim”  diyor, yoklamalara göre 0.25 puan...

Bu  “Fatiha”  okutuyor; 5 puan...

*

Yoksulluk, işsizlik, pahalılık...

Hırsızlık...

Yalan...

Talan...

Cinayetler, kumpaslar, paraleller, hukuksuzluk gibi şeyler puan götürmüyor...

*

O zaman:

İyi bir maaş, güvenli bir iş, adam gibi bir yaşam...

Kimsenin eline bakmadan, kimseye muhtaç olmadan...

Ucuz benzin, senin oğlana iş falan...

Öte dünyada artık...

*

Çünkü  “Ahrette hesabını vereceğiz”  diyor; 8 puan...

Bekir Coşkun / Sözcü

 

İdamdan besleniyorlar(!)

Mısır’da seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi, mahkemeden çok bir tiyatroyu andıran yargılamadan sonra idama mahkûm edildi.

Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakan ve iktidar partisi bu karar nedeniyle bir iç politika malzemesi elde etme telaşı içindeler.

Yok kefenlerini giymişler de bu yola çıkmışlar, yok zaten korkmazlarmış, yok göğüslerini siper ederlermiş falan filan!

İyi de kardeşim, bugün Türkiye’de bir darbe tehlikesi mi var?

Birileri darbe yapacak da sizleri idam sehpasına yollamanın mı hazırlığı içindeler?

Hayır, böyle bir ihtimal yok.

Yolsuzlukları örtmek için uydurduğunuz  “Paralelciler darbe yapacaktı” palavrası dışında, ne böyle bir olasılıktan söz eden var, ne de böyle bir darbeyi yapacak güç.

Darbe olacaksa bunu kimin yapacağı belli.

Bugüne kadar kim yaptıysa, yine o yapar ama asker de çok uzun süredir bu işlerin dışında durmaya itina ediyor.

Yok böyle değil de biz yanlış biliyorsak, hâlâ böyle hesaplar içinde olanlar varsa ve siz de bunu biliyorsanız, neden harekete geçip onları yargıya teslim etmiyorsunuz?

Boş konuşmalarla, boş korkularla bu milleti oyalamayın.

Mursi’nin sırtındaki idam gömleği ile politika yapmaya çalışacağınıza Mursi’yi nasıl olup da diktatörün elinden kurtaracağınızı düşünün.

Önünde hizalandığınız Suudi Kralı ile Katar Emiri ile konuşun.

Mısır diktatörünü besleyen, iktidarını sağlamlaştırması için paralarını oluk oluk Mısır’a akıtanlar onlar.

Onlarla bölgede ittifak halinde olanlar da sizlersiniz.

Niye onları karşınıza alıp Mursi’yi nasıl kurtarabileceğinizi konuşmuyorsunuz da bir hücrede yatan adamın sırtından siyasi rant elde etmeye çalışıyorsunuz?

Ayıp değil mi?

Mehmet  Y. Yılmaz / Hürriyet

 

*

 

Yüz yıllık yalnızlık(!)

Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında umumi manzara şudur...

Osmanlı 1. Dünya Savaşı’nda yenilmiş. Ordunun silahları ve cephanesi alınmış. Millet yorgun ve fakir. İstanbul işgal altında. Anadolu, İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından paylaşılmış.

Yunanlılar 4 gün önce İzmir’e çıkmış... Padişah koltuğunu kurtarmaktan başka bir şey düşünecek halde değil.

Gazeteci Refi Cevat Ulunay, o günlerde Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden tek gazetecidir.

Gazeteye döndüğünde, arkadaşları ne konuştuklarını soruyor... Ulunay gülüyor:

“Şu sıralarda Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransız’ı da, İngiliz’i de, İtalyan’ı da memleketten kovar, vatan istiklaline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş. Bu adam deli değil, zırdeliymiş”  diyor...

Yıllar sonra Sadi Borak, Ulunay’a yanıldığı için pişman olup olmadığını soruyor... Ulunay’ın yanıtı:

- Hayır, ben haklıydım, herkes benim gibi düşünüyordu, O günlerde öyle düşünen tek adam oydu...

*  *  *

Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk’e kendini en yalnız ve çaresiz hissettiği dönemi soruyor... Atatürk’ün en çaresiz anları ne çatışmalar, ne savaşlardır. O en zor dönem olarak, işgal altındaki İstanbul’da kapı kapı dolaşarak insanları Milli Mücadele’ye ikna etmeye çalıştığı günleri anlatır. İşgal İstanbul’unda esaretten kurtulmak için başkaldırmaya niyetli o kadar az kişi vardır ki... Milli Mücadele işte bu şartlarda başlayacaktır...

Melih Aşık / Milliyet

 

*

 

Oy istemenin de bir usulü olur

Başbakan Yardımcısı Arınç Türkiye’nin yeniden “koalisyonlu”  günlere dönmemesi için seçimlerde oyların yine AKP’ye verilmesini şu sözlerle istiyor:

 “Allah aşkına, benim hatırım için bu sefer de AKP! O kadar güçlü bir iktidara kavuşalım ki tuzak kuranların tuzakları başlarına düşsün!”

Böyle bir çağrı onüç yıldır iktidarda olan bir partinin mensubuna yakışıyor mu? Siz onüç yıldır iktidarda olacaksınız ve hâlâ  “güçlü bir iktidar” hayali ile yanıp tutuşacaksınız!

Öteki siyasiler de Arınç’tan esinlenerek benzer çağrılarda bulunmaya başlarsa vay geldi başımıza!

Bakarsınız biri vatandaşın karşısına geçip,  “Oylarınızı bize vermezseniz ölümü gör”  diye çağrıda bulunur! Bir başkası  “ölümü gör”  deme yerine,  “Ölümü öp”  diyerek seçmeni yanına çekmeye çalışabilir!

Her şeyin bir usulü var!

Yolu yordamı var!

Vatandaştan oy istemenin de bir usulü olsa gerek!

Yolu yordamı olsa gerek!

Bu usul, bu yol yordam asla kaybedilmemeli!

Siz bugüne kadar hiç,  “Allah aşkına oylarınızı bize verin”  denildiğine tanık oldunuz mu?

Ya da kendisinin  “çok sayılıp sevilen birisi”  olduğunu düşünerek ortaya kendi hatırını süren bir siyasiye rastladınız mı?

Ne demek oluyor,  “Benim hatırım için bu sefer de AKP”  diye vatandaşa seslenmek?

Yani bu sözler  “partinin elle tutulur yanı kalmadı, nereden tutmaya çalışsanız dökülüyor ama bu sefer de benim hatırım için AKP’ye oy verin” anlamına mı geliyor?

(...) Bu sözlerin sahipleri ile  “istikrar” nasıl sağlanır?..

Zeki Ceyhan / Milli Gazete

 

*

 

Yandaşlar en küçük falso veremez

Gazetecilerine bakıyorum, yıllar boyu televizyonlarda, köşelerinde dokunulmaz kıldıkları kişi tarafından, tek bir falso verdiklerinde üstleri çiziliyor. Hemen ve derhal. Uçaklara alınmıyor. Ya hayat boyu tam bir borazan olacaksın, ya da yol olacaksın!

Orhan Bursalı / Cumhuriyet

 

*

 

Tarih yine tersine döner mi?

(...) imparatorluğu yıkacak olan tarihsel süreç, 19 Mayıs 1919’da da durmamıştır:

İngiliz, Fransız ve İtalyan orduları fiilen, bugünkü Türkiye’yi işgal etmişlerdir...  Her yer düşman askeri kaynamaktadır.

Bu da yetmemiştir:

Batı’dan Yunan, Doğu’dan Ermeni orduları, kendi anavatanları saydıkları ve Müslüman Türkler tarafından işgal edildiğini düşündükleri Anadolu’yu geri almak için, taze kuvvet olarak saldırıya geçmişlerdir.

Bu da yetmemiştir:

Düşmana karşı direnmeye çalışan milli kuvvetler din düşmanı ilan edilmiş, katledilmelerinin vacip olduğu belirtilmiş ve Padişah’a bağlı kuvvetler isyan etmişlerdir. Bütün bunlara karşı Bağımsızlık Savaşı yapanlar ise:

Yıllardır savaşmakta olan...

Yorgun, bezgin, kılıç artığı...

Yenilmiş bir ordudan geriye kalmış olan...

Hasta ve sakat insanlardır.

19 Mayıs 1919, Anadolu topraklarında tarihsel süreçlerin tersine döndürüldüğü, akıl almaz olayların yaşandığı bir serüvenin başlangıç tarihidir!

Emre Kongar / Cumhuriyet

 

*

 

Korku dağları bekliyor

İktidar telaşlı... Korku dağları bekliyor!

Muhalefetin ekonomik vaatleri, AKP liderlerini endişelendirdi.

Seçim meydanlarındaki  “Kur’an, Kâbe-Kıble, din, iman, imam hatip, türban edebiyatı” bu yüzden.

“Namus ve şeref”  üzerine edilen “tarafsızlık yeminleri”  bir anda unutuldu, anlamını yitirdi, paspas oldu. Peki, neden ediyorlar o büyük yeminleri?

İktidarın meydanlarda sürdürdüğü kampanyanın temelinde  “kaybetme korkusu”  yatıyor.

13 yıldır ilk defa duyuyorlar bu hissi.

(...)

Suat Kınıklıoğlu, AKP’nin eski Çankırı Milletvekili...

Alman DieZeit Gazetesi’ne verdiği demeçte:

 “Eğer AKP seçimleri kaybederse, liderleri ya hâkim karşısına çıkacak, ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalacak”  diyor.

İlginç bir yorum. Bu nedenle seçime müthiş asılıyorlar! Meselenin özeti bu!

Rahmi Turan / Sözcü

*

3-011.jpg
Musa Kart / Cumhuriyyet