MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Kendinize adam gibi bir muhalefet partisi bulun

Oyları yürütmesinler diye Ankara ili için “Hukuk Komisyonu” kurdular...
Başına getirdikleri bayan; eczacı...

***

Bütün Türkiye gibi, Pursaklar’daki o okulda da 19 sandıktan sadece ikisinde CHP görevlisi vardı...
Aç kaldılar...
AKP’li görevlilere kebap geldi...
Bunlara da “buyur” ettiler...
Gönüllü genç insanlar, yürekleri umut dolu, tertemiz dünyalarında insanlığın onurlu birer bireyi, özgür, başı dik, çağdaş ülkenin vatandaşı olmaktan başka sevdaları yok...
Gururlarına yediremediler...
“Bizim yemeğimiz gelecek” dediler...
Gözleri doldu...
Sabaha kadar aç çalıştılar...

***

CHP, 30 Mart seçimlerinin tek kaybedenidir...
Siz değil...

***

Ve gençler “#occupychp” diye örgütlendiler...
 “CHP’yi işgal et...” 
Gecikince CHP’den görevli aradı:
“Hani gelmediniz?..” 
“Geliyoruz...” 
“Gecikmeyin de soğumasın...” 
Döner hazırlamışlar...

***

Partide kimse yok zaten...
Gir Genel Başkan’ın paltosunu götür, duyan olmaz...
Kendi hayatları tiyatro olduğu için, gençlerin mesajını anlamadılar zaten, onlar da biraz oturup gittiler Allah’tan, o ölü havası sinmeden üstlerine...

***

CHP, Türkiye’nin bu hale gelmesinde AKP’den daha çok sorumludur... Çünkü cumhuriyetimizi koruma görevi AKP’nin boynunda değildi...
Sayısız uyarılarımız işlerine gelmedi...
Kızdılar...
Milletvekili maaşını cebine indirip, parti etiketi ile restoranlarda ahkam kese kese...
AKP on bir yılda ne kadar yıktıysa laik rejimi, CHP on bir yılda o kadar sahte demokrasinin fotoğraf tamamlayıcısı olarak orada oturdu...

***

Muhtemel yeni görevi:
Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya oturtmak...
Abdullah Gül Başbakan, inşallah...
İlk genel seçimde CHP’nin oy oranı yükselir; 28.5...

***

Atatürk’ün partisisin...
Tırnağı olamadın...
Bekir Coşkun/Sözcü

 

Ne mahremi genel bu, genel
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’daki Kutlu Doğum Haftası etkinliğinde konuşma yaptı ve şöyle dedi:
 “İnsanların mahremine girmek, kaydedip şantaj amacı ile kullanmak güzel dinimizin hiçbir ilkesiyle bağdaşmaz.” 
Evet, “şantaj” bütün dinlerin ve bütün kültürlerin reddettiği, aşağıladığı bir tutum, buna kim itiraz edebilir ki?
Başbakan bu sözleri, 17 Aralık’tan sonra ortaya çıkan telefon konuşmaları ile ilgili olarak söylüyor.
(...) 17 Aralık’tan önce bu kayıtlar, Başbakan ve adamlarını belli davranışlara yöneltmek için kullanıldıysa, bu elbette şantajdı.
Dedim ya, aralarında tam olarak ne geçtiğini bilemiyoruz, şu oldu, bu oldu derken soruşturma ile birlikte telefon kayıtları alenileşti.
Kimisi savcıların yazdığı iddianamelere girdi, kimisi fezleke haline gelip TBMM’ye ulaştı, kimisi de “korsan” olarak internette yayınlandı.
(...) Artık bir şantajdan söz edemeyiz. 
(...) Baykal için söylediği “Ne özeli, genel bu, genel” sözlerini, şimdi kendisine tekrarlayabiliriz: “Ne mahremi, genel bu, genel.” 
(...) Onun için artık edebiyatı bırakalım, adalet mekanizmalarını işletelim. “Kalplerde ve amelde” neler yapılmış, neler işlenmiş öğrenelim!
Mehmet Y.Yılmaz/Hürriyet

 

Diyanet Vakfı’nın başına Deniz Feneri yöneticileri
(...)  Diyanet Vakfı’nın üst yönetimi, Deniz Feneri Derneği’nde daha önce çalışan kişilerin kontrolüne geçti. Örnek mi istiyorsunuz, buyurun:
Türkiye Diyanet Vakfı’nda 17 Mart 2011’de Genel Müdür Yardımcılığı görevine getirilen, 8 Ağustos 2012’de Vakıf Genel Müdürü yapılan İsmail Palakoğlu, daha önce Deniz Feneri Derneği Tanıtım ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak görev yapıyordu. Türkiye Diyanet Vakfı’nda 14 Haziran 2011 tarihinde Dış İlişkiler Müdürlüğü görevine getirilen, 23 Ocak 2012’de Vakıf Genel Müdür Yardımcısı yapılan Mustafa Tutkun da daha önce Deniz Feneri Derneği Uluslararası İlişkiler Müdürü olarak çalışıyordu. Genel müdür ve yardımcısıyla birlikte Deniz Feneri’nden Diyanet’e transferler de oldu. İnsan merak ediyor, bu kişiler Deniz Feneri soruşturmasında yargılanıyor mu?(...)
Saygı Öztürk/Sözcü

 

Adli soruşturmalar zan altında
MİT’te vatana ihanet teşkil eden ağır olgular soruşturulmadıkça...
Mahkeme kararı olmadan MİT’çe yapılan illegal dinlemeler ve fişlemeler soruşturulmadıkça...
Hiçbir hukuki mevzuatın izin vermediği MİT kontrollü terör eylemleri soruşturulmadıkça...
Hükümeti doğrudan ilgilendiren yolsuzluk, hırsızlık ve terör suçları soruşturulmadıkça... 
Başbakan’ın taraf olduğu, düzenlediği ve teşvik ettiği tüm adli soruşturmalar batıldır, yalandır.   Gültekin Avcı/Bugün

 

Diktatörlük ve emperyalizm...
Başkanlık sistemi Türkiye’de bir “diktatörlük rejimine” dönüşür mü?
Sözü yine, bu sistemi savunan AKP’li Anayasa hukukçusu Prof. Kuzu’ya bırakayım:
 “Başkanlık sistemi diktatörlüğe dönüşme eğilimi gösterebilir; fakat aynı tehlike öteki hükümet şekillerinde de mümkündür.” 
Hangi tür hükümetler diktatörleşebilirmiş, ona da bakalım:
 “Parlamentoda oldukça kuvvetli bir çoğunluğa dayanan hükümeti ve onun başbakanını, sert tedbirler almaktan kim alıkoyabilir?” (Sayfa 104 ve 105.)
Evet, bugün AKP Hükümetini ve onun Başbakanını sert tedbirler almaktan kim alıkoyabiliyor, kim?
(Kuzu’yken çok haklı tespitlerde bulunanlar iktidara gelip Kurt olunca, ülke de bu duruma düşüyor demek ki!)

***

Yukarıdaki yazıyı tam 4 yıl önce, yine bir Nisan ayında (28.04.2010, çarşamba) yazmıştım.
Aradan geçen 4 yıl içinde bir kez daha deşifre oldular. 
Bugün geldiğimiz noktada, bir Anayasa (Özgürlükler) Profesörü olan Burhan Kuzu’nun kendi yazdığı ve eleştirdiği şeye dönüştüğünü; twitter dâhil birçok konuda yasakçı, yani padişahçı olduğunu görüyoruz!
Prof. Kuzu, iki gün önce çıktığı bir TV canlı yayınında “Bizim parlamenter sistemimiz yıllarca anamızı ağlattı, resmen başımıza bela oldu” diyebildi! Unutmayın, kendisi de bu belâlılardan (!) biri. Yani, parlamenter!
Ona göre, şimdi “İngiltere bile başkanlık sistemini düşünüyor. Muhalefet başkanlık sistemini istemiyor. Niye? Çünkü yüzde 51 oy alamayacaklarını biliyorlar. O yüzden Türkiye batsın diyorlar!” 
Hey gidi politika!
Kuzuyken şimdi kendisini kurt zanneden hoca diyor ki: “Başkanlık sistemi Türkiye’nin menfaatine olur. Başbakan Erdoğan ABD Başkanı Obama’dan çok daha etkili bir kişidir!”            
Hulki Cevizoğlu/Yurt

 

Nerede o temiz eller savcısı
İran adaleti, İran-Türkiye-Dubai arasında kaybolan 2 milyar dolara yakın parayı arıyor. (...) 
Merak ediyorum...

***

-Acaba Türkiye’de hiçbir savcı Babek’in buradaki bağlantılarını merak etmiyor mu?
-Mesela 4 bakan ve Reza ile ilgili rüşvet iddialarını soruşturan savcılar bu bağlantıları hiç mi merak etmiyorlar?
-İran Adalet Bakanlığı’na yazıp oraya gitmek istediklerini bildirdiler mi?
Hiç olmazsa bir mektup yazıp bilgi istediler mi?

***

Bu konuda hiçbir umudum olmadığı için hiç olmazsa şu sorunun cevabını öğrenmeyi isterdim.
Acaba diyorum, merak ediyorlar da, oradan gelecek bilgiler, sıcak kestane gibi ellerini yakar diye mi korkuyorlar?
Hadi daha açıkça yazayım, bu bağlantıların, Türkiye’de dokunulmazlığı olan bazı çevrelere ulaşmasından mı endişe ediyorlar?
Öyle ya, son yılların adaletteki en büyük efsanesi neydi?
Dokunan yanar...
Deniz Feneri skandalına dokunanlar fena halde yanmıştı. Öyle anlaşılıyor ki, Reza ve Babek’e dokunanların da fena halde yanacağı inancı 
yaygın...
Bu da gösteriyor ki, bu ülkede artık bir “temiz eller savcısı” beklemek 
hayal...    
Ertuğrul Özkök/Hürriyet

 

Gül, RTE’yi köşeye sıkıştırıyor
(...) Gül, Marmaray törenindeki el sıkışmanın gereğini yerine getirmeyen RTE’yi köşeye sıkıştırıyor. TÜSİAD olayı budur. 
RTE, ancak kendi kopyalarıyla, avatarlarıyla davranabilecek bir insan... Hatta, şimdi aşırı uçta bir yorumda bulunacağım: 
Hani dedi ya, “terleyen cumhurbaşkanı olmalı”... Yorumlarımız şu oldu: Bugünkü yetkileriyle yetinmeyecek, seçilirse eğer Köşk’e, kurulacak hükümetin, eğer Gül ise bu tepesine binmeye hazırlanıyor. (...)
Orhan Bursalı/Cumhuriyet

 

İTÜ  mezuniyet töreni “stadyum yetersiz olduğu için” yapılmayacakmış!
Her olimpiyata aday olan İstanbul için ne büyük bir utanç!
Akif Kökçe/Milliyet (Açık Pencere)