Melih Gökçek'i tanıyorsam...

İki yıl önceydi.. Ankara'da bir dostumun evinde akşam yemeğindeydik.. Havadan sudan sohbetin gelip dayanacağı yer belliydi, siyaset ve memleket.. Öyle de oldu.. Tabii Ankara'da siyaset konuşulunca mevzunun Melih Gökçek'e dayanmaması mümkün mü?

Kimin nereden girdiğini hatırlamadığım sohbette, bir misafir şöyle dedi:

-Murat Bey, Melih, Çin'e gitmeyecekti, değil mi? O seyahatlerde bir gariplik var..

Bunu söyleyen kişi, sözünü tamamlamadan lavaboya gitti.. Dönüşünde de çok üzerinde durulmadı.. Ama ben "Ne varmış ki Çin'de?" diye sorduğumu hatırlıyorum..

Konu fazla uzamadı.. Çin'den bahis açılınca, o sırada aklıma geldi, Ankara Temsilcisi olduğum dönemde, bir gün Melih Bey aradı:

-Eskişehir ve havaalanı yolu için Çin'de bazı ürünler bakacağım.. Bu seyahatime katılabilir misin?

Cumhuriyet mitinglerinin yayınları vardı o dönemde, mümkün olmadı..

O sohbetin sabahında İstanbul yolundayken telefonum çaldı.. Açar açmaz tanıdım sesi:

-Murat kardeşim nasılsın?

Telefondaki Melih Gökçek'ti.. "Sayın Başkan beni arar mıydınız?" deyince, sesi tanımamı espri konusu yaptı ve konuya girdi:

-Murat, bilirsin ben 'Ön almayı' severim.. Dün gece bir sohbette, 'Melih Çin'e gitmeyecekti' demişsin.. Hani yanlış bir bilgi varsa düzelteyim, kafa karışmasın dedim..

Şaşırdım tabii.. Melih Bey'in kulağının delik olduğunu bilirim ama bir dost sohbetinden gıybet süzebileceği hiç aklıma gelmezdi..

Önce güldüm ve devam ettim:

-Sayın Başkan, hikayede bir gariplik var.. Ben hiçbir şartta sizden 'Melih' diye söz etmem.. Bu bir.. İkincisi, oradaki üç cümlelik sohbet size ulaştırıldıysa, bunu söylemek farz oldu.. Size taşıyan kimse, o cümleyi de o kurdu..

Melih Bey, zaten inanmadığını, Çin'le ilgili herhangi bir sorun da olmadığını söyledi.. Ama karşısında bir gazeteci vardı.. Doğal olarak sordum:

-Başkan, bir gazeteciyi arama ihtiyacı hissediyorsanız, o Çin'de ne oldu?

Tabii Melih Bey gülüp geçti.. Ama gazeteci merakım dürttü, araştırıp soruşturdum.. Bazı fısıltıların ötesine geçemedim.. Zaten gıybetimsi mevzunun kaydığı alan da beni ilgilendirmiyordu..

***

Peki bunu niye anlattım?

Malumunuz bu aralar Melih Gökçek'in istifası istendi mi istenecek mi, edecek mi etmeyecek mi soruları havada uçuşuyor..

İstanbul gibi, Ankara'nın üç katı bir kentin başkanı ile ilgili mevzu sabah başlayıp akşam bittiyse.. Ve Ankara mevzusu Tayyip Erdoğan'ın örtülü mesajına rağmen hâlâ sakız gibi uzuyorsa, bunun bir nedeni vardır..

Şudur ya da budur diyemem.. Bu örnekten hareketle derim ki, Melih Gökçek'i yabana atmayın..

Ankara'da sıradan bir evdeki sohbetin sabah ulaştığı bir Melih Gökçek'ten bahsediyoruz.. O sıradan evdeki sohbeti 24 saat geçmeden duyup "ön alabilen" bir Melih Gökçek'i istifaya zorlamak kolay iş değil.. Zira, kim bilir, hangi mekanlardaki hangi konuşmalardan, pazarlıklardan, organizasyonlardan haberdardır.. Ve bunlar bir siyasetçinin bagajındaki en kıymetli silahlar..

Ben silahların henüz çekilmediği kanaatindeyim.. Çekilse, ilk mermiden sonra Türkiye'de yer yerinden oynar, eminim..

Hatırlayın Bülent Arınç'ın sözlerini; "Ankara'yı parsel parsel sattı.."

Kime? Cemaate.. İddia buydu.. Dolayısıyla, Erdoğan'ın, varsa bir kararı, "Metal yorgunluğu" ile perdeleyip, bu iş birliğinin biletini kesecektir..

Ama mevzu bu kadar uzadıysa, tekraren belirtmek isterim ki, ortada ya bir diş geçirememe ya da bir pazarlık var..

Pazarlık, 23 yıllık başkanlık döneminin ameliyat masasına alınmayacağına dair garanti olabilir.. Diş geçirememe de Melih Bey'in "Bagajındaki" malzemeler olabilir..

Zamanla sonucu göreceğiz.. Ama 15 milyonluk İstanbul'da bir günde biten işin, 4 milyonluk Ankara'da uzadıkça uzaması bana dedirtiyor ki:

-Çekirdekleri hazırlayın.. Bu dizi tutar..

***

İhlas ve Melih Gökçek..

***

Geçtiğimiz günlerde sürpriz bir fotoğraf vardı medyada.. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yıllardır mesafeli olduğu İhlas Grubu'nun üst düzey yöneticilerini kabul etmişti.. İhlas'ın kalemleri o gün bugündür pek mutlu..

Ancak herkes fotoğraftaki bir ayrıntıyı, daha doğru bir ifadeyle, önemli bir eksiği atlıyor.. Ve o eksik bize aslında bambaşka bir şey anlatıyor..

İhlas Grubu'nun yayın organlarının Ankara'da birer temsilcisi var.. Ama hepsinin üzerinde yıllardır bir de 'Grup Temsilcisi' var; Nuri Elibol..

Emekli bir asker olan Elibol'u, TGRT'de yaptığı ve her bir şey söyleme ihtiyacı hissettiğinde Melih Gökçek'in konuk olduğu programlarından hatırlarsınız..

Gazeteciliğin yanında, onlarca katlı inşaat işlerine girip, büyük bir şirkete sahip olan (oğlu üzerinden) Nuri Elibol, o yayınlarda bir gazeteci mi, Melih Gökçek'in basın danışmanı mı anlamak zordu..

Ve Devlet Bey'i ziyarette, teamüllere aykırı bir şekilde, Grup Başkanı Nuri Elibol yoktu..

Peki neden? Melih Bey ile yakınlığından dolayı, kurmaylar Devlet Bey'le fotoğraf vermesini uygun mu bulmadı acaba..

Ama Melih Bey'in oğlu Osman Gökçek'le bile fotoğraf veren Devlet Bey, Elibol ile fotoğraf vermekte niye sakınca görsün ki?

Sebep belli.. Nuri Elibol önce Cumhurbaşkanı'nın uçağından, sonra da İhlas Grubu'ndan gönderildi.. Hem de o ziyaretin yapıldığı gün.. Patron Mücahid Ören, Ankara'daki bir kurmayından aldığı bilginin ardından "Ön aldı.."

Yazının başında not düştüm.. Melih Gökçek'in bana söylediği söz "Ön alma"ydı.. Belli ki, "Gökçek gidecek, Elibol grubumuz için sıkıntı olur" tüyosunun ardından, bu kez, İhlas'ın patronu "Ön aldı.."

Ee mevzu bu noktalara kadar tırmandıysa ve Ankara'dan hâlâ bir 'Ayrılık' haberi gelmiyorsa, söyler misiniz bana, "Ya diş geçirilemiyor ya da bir pazarlık var" demekte haksız mıyım?

Yazarın Diğer Yazıları