MHP’de Kurultay Sürecinde Hakimiyet Kimin?

MHP’de Kurultay Sürecinde Hakimiyet Kimin?
Kadim kültürümüzün önemli isimlerinden İbn-i Haldun, ünlü eseri Mukaddime’de siyaset ve toplum felsefesini ortaya koyarken hâkimiyet ve tahakküm arasında önemli bir ayrımı işaret etmektedir.

KÜRŞAT GÜÇ / ANALİZ

               Bu ayrımı İhsan Fazlıoğlu hoca kısaca şu şekilde özetlemektedir: “Hâkim, hükm eder; Mütehakkim, tahakküm. Hüküm, olgu ve olayların doğasına göre iken, tahakküm kişinin nefsini olgu ve olaylara dayatmasıdır.” Eşyanın, olgu ve olayların doğasına ve tâbii akışına göre tavır almak kişiyi hâkim, ortaya çıkan hükmü ise hikmetli kılar. Aksi ise tahakkümü ve onun doğal sonucu olan zulmü doğurur.

Örnekle ifade etmek gerekirse, bir aslanı doğal ortamından koparıp bir sirke hapsetmek ve seyircilerin önünde ona her istenileni yaptırmak aslana hâkim olmak değil onun üzerinde tahakküm kurmak demektir. Dolayısıyla sirkte aslana ip atlatmak hikmetli bir durumdan ziyade zulüm içeren bir eylemdir. Benzer şekilde, siyasi ve toplumsal hayatta kendi sosyolojik zeminini bulmuş istek ve taleplere karşı direnmek, o istek ve taleplerin ortaya çıkardığı olgu ve olayların doğasına müdahale ederek engellemeye veya yönünü değiştirmeye çalışmak kişiyi hâkim, hükmünü de hikmetli kılmaz. Bilakis toplumsal zeminde ortaya çıkan beklentilerin doğal akışına karşı direnmek ancak zulüm tohumunu yeşerten bir tahakküm iklimi yaratır.

            İbn-i Haldun’un işaret ettiği hâkimiyet ve tahakküm arasındaki ayrımın en belirgin örneklerinden bir tanesini de Ülkücü camianın MHP içerisinde yaklaşık sekiz aydır verdiği mücadelede görmekteyiz. Ülkücü camianın uzunca bir süredir kendi siyasal temsil mekanizmalarından duyduğu rahatsızlık 1 Kasım Genel Seçimleri’nin ardından had safhaya çıkmış ve bu durumun sorgulanarak siyasal temsilcilerin hesap vermesi gerektiği yönünde bir irade ortaya konulmuştur. MHP delegelerinin önemli bir bölümünün kurultay talebi, birçok il-ilçe yöneticisinin, eski-yeni milletvekillerinin, çok sayıda Ülkü Ocakları eski genel başkanlarının ve partinin üst yönetim organlarının bazı temsilcilerinin bu talebi makul bularak desteklemesi Ülkücü camia içerisinde değişime yönelik sosyolojik bir olgunun oluştuğunun önemli birer göstergesi olmuştur. Fakat bundan daha da önemlisi, tarafımızca da sahada gözlendiği üzere, Ülkücü tabanın kahir ekseriyetinin bu yönde geri dönülmez bir beklenti ve hatta ısrar içerisinde olmasıdır.

            Tabandan yukarıya doğru sekiz ay boyunca güçlenerek kendisini gösteren değişim beklentisi olgusal bir gerçeklik halini almıştır. Burada işaret etmeye çalıştığımız husus, her ne olursa olsun böyle bir toplumsal iradenin oluştuğudur. Bu irade sadece toplumsal bir rahatsızlık olmaktan öteye geçmiş, siyasi ve hukuki anlamda da kendi zeminini bulmuştur. Siyasi olarak, en az dört tane güçlü siyasi aktör genel başkan adayı olarak ortaya çıkmış ve her biri ayrı ölçülerde olmak üzere toplamda Ülkücü tabanın çok büyük çoğunluğundan teveccüh görmüştür. Hukuki olarak da gerek MHP parti tüzüğü gerekse de Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili maddelerinin tanıdığı haklar kullanılarak değişimin önünü açacak olağanüstü kurultay sürecinin uygulanması sağlanmıştır. Değişim talebi, öylesine güçlü bir sosyolojik zemin elde etmiştir ki MHP’deki bir değişimin Türk siyasi hayatında da köklü bir değişiklik yapacağı anlaşılmıştır.

            Ülkücü Hareket’in her kademesine yayılan bu beklentinin karşılanması için Ülkücüler en başından beri parti genel merkezinden - başta genel başkan olmak üzere -ortaya çıkan sosyolojik olgu ve olayın doğasına uygun bir hüküm vererek hikmetli bir hâkimiyetin tesis edilmesini arzulamışlardır. Fakat parti genel merkezi Ülkücü camiadaki değişim talebinin doğasını görmezden gelerek, yapay yollardan önce delegeye, sonra da hukuki süreçlere hâkim olacağını düşünmüştür. Yani parti genel merkezi değişim talebinin doğasına aykırı bir tutum alarak sürece kendi nefsini dayatma yolunu tercih etmiştir. Hâl böyle olunca genel merkez kurultay sürecinde hâkimiyet değil tam anlamıyla bir tahakküm iklimi üretmiştir. Bu tahakküm iklimi de doğal olarak Ülkücü Hareket’i sekiz aydır maruz kaldığı bir zulüm girdabına sürüklemiştir.

            Genel merkezin, tabandaki değişim talebinin doğasına aykırı bir şekilde kendi nefsini kurultay sürecine dayatmasına karşın Ülkücüler, ısrarlı bir şekilde taleplerinin arkasında durmuşlardır. Dolayısıyla Ülkücüler sekiz ay boyunca değişim talebinin doğasına uygun bir şekilde mücadelelerini sürdürmüşler ve sürece hâkim olmuşlardır. Sürece hâkim olan Ülkücülerin varacağı netice de doğal olarak hikmetli olacaktır.

Beklentimiz ve duamız değişim talebinin doğasına uygun bir hükmün bizatihi Ülkücüler tarafından icra edilmesi ve hikmetli bir hâkimiyetin ortaya çıkmasıdır. Aksi takdirde aslanın doğasına aykırı bir şekilde sirke hapsedilmesine benzer bir tahakküm ve zulüm iklimi camiayı kuşatmaya devam edecektir. Tek fark, sirke kapatılan aslan değil, Bozkurt olacaktır.