MHP'nin hali

MHP'nin hali
MHP'nin hali

MHP sorunlarını kendi tüzüğünü uygulayarak çözemeyen, ikide bir mahkemeye düşen bir parti görüntüsü veriyor. Yeterli sayıda delege olağanüstü kongre istediğinde, Genel Merkez bunu uygulamaya koysaydı, kongre yapılır, sonuç neyse herkes kabul ederdi. Fakat Genel Merkez böyle yapmadı, 2018'deki olağan kongreyi işaret etti!

 Muhaliflerin istediği olağanüstü kongre Yargıtay kararı ile kesinleşince, bu karara uyarak da sorun çözülebilirdi. Genel Merkez bunu da yapmadı, 10 Temmuz'da kendi kongresini toplayacağını açıkladı. Muhaliflerin kongresi de 10 Temmuz'da.

Bir parti iki kongre!..

MHP bölünür veya barajın altına düşerse, seçim sistemi gereği AK Parti kendi anayasasını ve sistemini kabul ettirebilecek bir Meclis aritmetiğini yakalayabilecektir. Onun için MHP'nin gidişatı herkesin ilgilendiği bir konudur.

Yargı kararları

Bir hukukçu olarak benim çok önemsediğim, hatta Türkiye'nin en önemli meselesi olarak gördüğüm husus, yargının halidir. "Yapboz" kanunlarıyla insicamı büsbütün bozulmuş olan yargının MHP kongresi hakkında verdiği çelişkili kararları biliyoruz. Onlar da yapboz kararlarıydı! Son sözü gecikerek de olsa Yargıtay söylemişti. Bir de baktık ki muhaliflerin toplayacağı olağanüstü kongreyi durdurmak için, Genel Merkez yanlısı bir delege yine bir mahkemeye dava açarak yine tedbiren durdurma kararı almış! Dosyada tek delil yok. Kongre tutanakları, delege listesi falan hiçbiri yok. Halbuki tedbiren durdurma kararı vermek için de delilerin olması gerekir. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 391) Mahkeme bu delillerin gönderilmesini çeşitli mercilerden talep ediyor. Dahası, muhaliflerin olağanüstü kongresini yargı kararıyla yapan yetkili kurul "çağrı heyeti" olduğu halde, mahkeme "davalı" olarak MHP Genel Merkezi'ni kabul etmiş! Davayı açan yani "davacı" olan delege de "davalı" MHP Genel Merkezi de muhaliflerin kongresine "korsan" diyor! Davacı ve davalının böyle aynı tarafta olduğu bir yargılama işlemi dünya tarihinde var mı, bilmiyorum!

(...)

Demokrasi'nin "sandık" kadar hayati ilkelerinden biri de "denetim ve denge"dir. Bu sadece yasama, ürütme ve yargı erkleri arasında değil, iktidar ve muhalefet açısından da aranan bir ilkedir. Demokrasilerde iktidarların etkin ve istikrarlı olmasına ne kadar ihtiyaç varsa, muhalefetlerin de iktidarları "dengelemeyi ve denetlemeyi" başaracak nitelikte olmasına ihtiyaç vardır. Bu da körü körüne muhalefetin iyi örnekler ortaya koymasıyla ve başarısıyla gerçekleşir. Bu açıdan MHP'nin iyi bir görüntü verdiğini kim söyleyebilir?

Dava ne demek?

Yeterli delege sayısıyla olağanüstü kongre talep edildiğinde Genel Merkez kongreye gitseydi, sandıktan ne çıkarsa çıksın, bugünkü "mahkemelik" durumundan çok daha iyi bir görüntü ortaya çıkardı. Bunu kim inkâr edebilir? Hele de yakın zamana kadar "dava" arkadaşlığı yapanları muhalefet ettiler diye hain, pespaye, paralel gibi sözlerle suçlamak hiç yakışmıyor...

Taha Akyol Hürriyet

 

*

 

 

Almanya Ermeni lobisinin maşası gibi

MHP genel başkan adaylarından Prof. Ümit Özdağ ile MHP Kayseri Milletvekili Prof. Yusuf Halaçoğlu, kongre çalışmalarına ara verip iki günlüğüne Almanya'ya gitti.

MHP'de kongre nedeniyle herkes birbirini yerken, Özdağ ve Halaçoğlu'nun Almanya'ya gitmesi, dostlarını yadırgattı.

"Hayati önemde bir kongre varken böyle bir gezinin sırası mı yani?" diye kendilerini eleştirenlere cevap veren Ümit Özdağ:

"Berlin'de Alman Parlamentosu'nun aldığı sözde Ermeni soykırımı kararıyla ilgili yeni belgelere ulaştık. Bunları açıklayacağız" dedi.

"Fakat kongre çalışmalarınız aksayacak" dediler.

Ümit Özdağ "Milli meseleler daha önemli. Kongremiz nasıl olsa yapılır. Ermeni yanlılarına ulusumuz adına gereken cevabı vermeliyiz" diyerek Berlin'e hareket etti, fakat...

***

Özdağ ve Halaçoğlu, Almanya'nın başkenti Berlin'e indiklerinde Alman derin devletinin sürprizi ile karşılaştı.

Önce, Alman Parlamentosu'nun karşısındaki büyük otelin salonunda yapılacak toplantıya "güvenlik" gerekçesiyle izin vermediler ve salon rezervasyonunu iptal ettiler.

Daha sonra "Maalesef size oda da veremiyoruz!" dediler.

Heyet, toplantı için yeni bir otel ayarlamak zorunda kaldı. Fakat... Tam toplantının yapılacağı saatte Alman polisi otele gelip:

"Bomba ihbarı var! Hemen salonu boşaltın!" demez mi?

Ümit Hoca yılmadı "Biz bomba araması bitinceye kadar bekleriz" dedi.

İki saat boş yere bomba arayan Alman polisi sonunda "Buyurun salon sizin" demek zorunda kaldı.

Toplantıya iki saat gecikmeyle başlayabilen heyet, sözde Ermeni soykırımı ile ilgili yeni belgeleri 3 saat boyunca açıkladı ve "Soykırım iddiaları koca bir yalandır" dedi.

Rahmi Turan Sözcü

 

 

*

 

Avrupa için şunu söyleme vakti:

Kendin ettin kendin buldun!

 Mülteci konusu, temel olarak ve büyük ölçüde AB'nin ABD ile birlikte, Türkiye'nin de katkısı ile yarattıkları sorundur.

Bu sorunu başlatan ABD ile birlikte başta İngiltere ve AB ülkeleridir. Başlangıç tarihi ise 2003 Irak savaşıdır. İçimizdeki Batılı kafa sallayıcılar bunu kısmen diktatöre karşı "demokrasi savaşı" olarak gördüyse bile, bu Ortadoğu'ya karşı kadim, ama petrol ve nüfuz bölgeleri karakterli modern bir Haçlı Savaşı'ydı.

Kendi içlerinde "demokrasi ve insan hakları" diye bağıran Avrupalı ve Amerikalılar, Irak'ın içine ettiler. Zaten Irak üçe bölünmüştü gibi safsatalara kanan var mı yine?

Arkasından Libya'yı parçaladılar... Sonra Suriye'yi.

***

Büyük göçü böyle başlattılar. Milyonlarca insanı yollara düşürdüler, ölmelerine, perişan olmalarına yol açtılar.

Bu büyük göç başlangıçta hiç hesaplamadıkları bir sonuçtu. Mültecilerin AB'nin periferisinde yaşamanın kendilerine ancak açlık, yokluk, İslami zulüm getirdiğini bizzat yaşadığı için, AB'nin merkezine kapağı atarak canlarını ve geleceklerini kurtarma ve garanti altına alma yolunu seçmesinden daha akılcı ve içgüdüsel bir seçenek yoktu.

İngiliz emperyalistlerinin, yarattıkları bu olgudan kaçarak, şimdi "mültecileri almayız" politikası da tam bir ikiyüzlülüktür. İngiliz politikacılar referandumla milleti de bu ikiyüzlülüklerine ortak ettiler. Kim bilir, belki de İngiliz yurttaşı buna meyilliydi.

Şimdilik böyle bir giriş yapalım. Yazının başlığının içeriği henüz ortada duruyor.

Orhan Bursalı Cumhuriyet

 

*

 

Primle millî olunur mu?

Şunu bilmeliyiz. Millî forma bir gururdur, bir onurdur.

Bu gurur ve onurun parasal karşılığı olamaz.

Millî formayı giyerek Türkiye'yi uluslararası arenalarda temsil eden ve hepimiz adına büyük başarılar kazanan her sporcu elbette ödüllendirilmelidir.

Ancak görüyoruz ki bunun da bir haddi hududu olmalıdır.

(...)

Bugün millî formayı giyen futbolculardan bazıları "milyon Euroları" bulan primler alıyorlar.

Bu rakamlar normal insanlar için birer servet değerindedir.

Siz kim olursa olsun ödül olarak "kişiyi zenginleştiren" veya bir "servete kavuşturan" ödüller vermeye kalkarsanız ilk başta sanki teşvik edici gibi görünmesine rağmen bu sonuçta sporcular arasında ikiliğe, kin ve düşmanlıklara neden olur.

Sonuçta zararı gören ise millî forma, millî onur ve millî gurur olur.

 

Can Ataklı Korkusuz

 

 

*

 

Helal ediyorsanız mesele yok

Yılmaz Dağdeviren, kelimeler, sözler, cümleler, harcamalar, bilançolar konusunda dikkatlidir. Bir uçak, Türkiye'den kalkar ABD'ye 50-60 kişilik yolcuyla gider. Program tutmaz. Aynı yolcularla erken geri dönüş yapar. Gidiş-dönüş kaça mal olur? Götürdüklerinin yeme içme, lüks otelde konaklama harcaması ne tutar? Yılmaz Dağdeviren "uçak işletmeciliğinde" uzman bir arkadaşına rica etti.

(...)

700.000 dolar.

Türk Lirası'na çevirin.

Yaklaşık 2.000.000 TL.

Cenaze namazına katılmak iki milyon liraya mal oldu. Para sizden çıktı. Helal etseniz de çıktı, helal etmeseniz de çıktı.

Bilginiz olsun.

Necati Doğru Sözcü

 

 

*

 

Nabza göre 'adalet' olmaz

Hukuk hukuktur.. Duruma göre, rüzgâra göre, siyasetin pozisyonuna göre değişmez..

Değişmemeli..

Cinayet, cinayettir.. Hırsızlık, hırsızlıktır.. Terör, terördür.. Dolandırıcılık, dolandırıcılıktır..

Ülkenin o günkü ruh haline göre değişmez.. Yöneticilerin bakışına göre şekillenmez..

Hukuk, hukuktur..

Nabza göre adalet olmaz!..

Mehmet Tezkan Milliyet

 

 

*

 

İnsan en zalimidir canlıların

Karamürsel'de bir kediyi boğazına ip bağlayıp denize atan aşağıların aşağısındaki adamı görünce...

İnsan denilen varlığın "yaratılmışların en şereflisi olmak" boyutundan "aşağıların en aşağısında olmak" boyutuna bir çırpıda geçebildiğini bir kez daha gördük.

 İşte bu yüzdendir ki insan...

Aslında en zalimidir canlıların.

Ahmet Hakan Hürriyet

 

 

*

 

Beklenen deprem(!)

Yalova'daki son deprem, bir ülke ölçeğindeki İstanbul'a, beklenen büyük depremi hatırlattı.

Biliyorsunuz değil mi?

Beklenen o büyük deprem gerçekleştiğinde, başka bir şey konuşamaz hale geleceğiz. Eğer hayatta kalırsak tabii.

Ne yıkıcı başkanlık ihtirası, ne çatışma, ne Brexit, ne o ne bu.

Depremin, evimizde, kendimizde ve ruhlarımızda bırakacağı enkazdan başka bir konu kalmayacak hayatımızda.

Ve aynı yalanları onlarca kez tedavüle sokmaktan utanmayan siyasetçisinden doymak bilmeyen müteahhidine, küfürbaz işadamından, kalemini, ruhunu satmış "gazeteci"sine kadar, o felakette çalarak ya da susarak payı olan herkes ama herkes sorumluluğu yokmuş gibi davranacak.

Çiğdem Toker Cumhuriyet

 

 

*

qfew.jpg

Latif Demirci Hürriyet