Millî Eğitim, önce dile kafa yormalı

Merkezi Ankara-Hacıbayram’da olan Cihannüma Derneği’ni biliyor musunuz? “Millî Görüş” temelli bu derneğin kurucu başkanı Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin. Hakemli dergi de çıkardıklarına göre, ilim çevresiyle de bağlantılı.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” muhtemelen Cihannüma Derneği’nde kotarıldı. Bu kotarma meselesine sonra geliriz..

Millî Eğitim müfredatını yenileye dursun, biz yine dil üzerine gideceğiz.

Dilimizi Türkçeleştireceğiz, diye, eski metinleri didik didik edenler artık miadını doldurmuş kelimeleri bulup, cümlelerine yapıştırıveriyorlar. O kelimeler öyle bir sırıtıyor ki, cümle bütünlüğü kaybolduğu gibi, düşünce dumura uğruyor, iç çelişkiler halkası manayı eritiyor.

Dünkü yazımda, Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esaslarında ve Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın “Kültür ve Dil”de yer alan eski metinlerden zamanımıza taşınan kelimelerin neden yerini bulamayacağına dair yorumlarını okudunuz.

“Yeğlemek” ve “yanıt” kelimeleri üzerinden örnekler vereceğim:

“‘Yeğlenmek" kelimesine Eski Anadolu Türkçesi (XIII.-XV. yüzyıl arası) metinlerinde sık rastlanır. Zamanla kullanımdan düşmüştür. Öztürkçeciler, dili Türkçeleştiriyoruz diye halkın dilinin ayrılmaz bir parçası olmuş, çokluk Arapçadan ve Farsçadan geçmiş kelimelerin yerine eski metinlerden cımbızla kelime çekip dilimize monte etmek istemişlerdir. ‘Cevap’ın karşılığı gösterilen ‘yanıt’ da böyledir.” (Arslan Tekin, “Olunca, olursa”, Gökkonuksal Avrat-Türkçenin Türkçesi, Bilgeoğuz Yayınları, 2008)

"yeğlemek", “tercih etme”nin mi, yoksa “üstün görme”nin mi yerine kullanmıştır? Belli değil.

Doktora için 15. yüzyıl başlarında Arapçadan tercüme edilmiş bir metin üzerinde çalıştım. “Yeg” ve “yeğrek” kelimeleri geçiyor. Yeg: Daha iyi, üstün; yegrek: Daha iyi, daha üstün, manalarında kullanılmış. Metinde “yigrek” de aynı manada yer alıyor. Metin harekeli olduğu için , “e” ve “i” ayırt ediliyor.

“Yeğ” mi, deriz, “yeg” mi? “Yegrek” mi deriz “yigrek” mi?

O dönemin metinlerinde “cevap” karşılığı kullanılmak istenen “yanıt” kelimesi, çoklukla “yanut” olarak geçer. Bizim çalışmamızda “yanıt/yanut yok; Arapçadan gelen “cevâb” kelimesi var. Çalıştığımız metin, şimdi de hemen bütün cümlelerini anlayacağımız metin. Ve 15. yüzyılın ortasından itibaren, “Divan Edebiyatı” diye adlandırılan dilin en karmaşık dönemine giriyoruz. Bu dönem 20. yüzyılın başına kadar sürüyor, diyebiliriz. Allah’tan halk şairlerimiz, halkımızla iç içe. “Halk Edebiyatı”nın başlıca temsilcilerinden Karacaoğlan’ı anlamayan var mı? Tekke Edebiyatı da ayrı bir kol. Tekke, havasa değil yediden yetmişe herkese hitap ediliyor. Türkçe ister istemez sade. Yunus Emre bu edebiyatın en büyük temsilcilerinden.

Konfüçyüs M. Ö. 6. yüzyılda yaşamıştır. Dil üzerine söyledikleri hepimizi düşündürmelidir.

Konfüçyüs’a bir gün sormuşlar:

-Bir milletin bütün yönetimi sana bırakılsaydı ilk önce ne yapardın? Konfüçyüs: ‘İlk önce dilini düzeltirdim.’ demiş ve açıklamış: “Dili düzgün olmayınca söylenen, söylenmek istenen değildir; söylenen, söylenmek istenen olmayınca yapılması gereken yapılmadan kalır; yapılmadan kalınca, töreler ve sanat geriler; töreler ve sanat gerileyince de adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılmaz. Bu her şeyden önemlidir.” (Arslan Tekin, “Cumhurbaşkanına ben de ‘Türkçe budur! mu desem!, Gökkonuskal Avrat-Türkçenin Türkçesi, Bilgeoğuz Yayınları, 2008)

***

Montaigne’in (1533-1592) “Dil Üstüne” yazısı, bilmiyorum, dil budayıcılarımıza bir fikir verebilir mi?

“Düşünce ve sanat adamları sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar. Bu işi, dile yenilikler getirmekten çok onu bükmek, imkânlarını çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni kelimeler getirmezler. Onları zenginleştirir, anlamlarını ve kullanımlarını sağlamlaştırır, derinleştirirler; onlara alışılmamış bir çeşni verirler; ama bunu da dört bir yanı düşünerek, ustalıkla yaparlar. Zamanımızın yazarlarına bakınca herkesin harcı olmadığı anlaşılıyor bu işin. Herkes gibi konuşmayı küçümseyerek cüretli işlere girişiyorlar. Ama hünersizlik ve zevksizlik yüzünden yaya kalıyorlar... Ortaya bir sürü zoraki tuhaflıklar; soğuk, anlamsız yapmacıklar çıkarıyorlar, bunlar anlatılmak istenen şeyi yükseltecek yerde alçaltıyor. Yenilik oldu mu bayılıyorlar. İşe yarayıp yaramadığı umurlarında değil. Yeni bir kelime kullanmak isteği ile eskisini atıyorlar, çok defa attıkları kelime yenisinden daha kuvvetli, daha diri duruyor...” (Montaigne, Denemeler (Çev. Sabahattin Eyuboğlu), 6. bs., 1973)

Yazarın Diğer Yazıları