Milli Savunma Siyaseti

Geçtiğimiz hafta “Savunma Sanayinde seçim masalları” başlıklı yazımda ‘millî’ olması beklenen Savunma Sanayi projelerinin seçim malzemesi olarak kullanmasını eleştirmiştim. Hamaset ve slogan merakı ne yazık ki asıl sorunları örtüyor. “Güçlü Türkiye Güçlü Ordu” afişleri dahi TSK’nın eski “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganına alternatif olarak gündeme getirilmişti. İktidar bugün de “Millî tank, millî helikopter, millî uçak...” vaatleri ile seçime giriyor. Aslında ne dediklerini kendilerinin bile tam bildiğini sanmıyorum!

2011 seçimleri öncesi “millî uçak yaptık” biçiminde afiş asan iktidar partisi bugün “millî uçak yapıyoruz”  diyerek propaganda yapıyor! Tabii ortada uçan bir uçak filan yok! Yerli otomobil üretiminde aciz kalmış bir hükümet yerli tank, helikopter ve uçak vaatlerinde ne kadar gerçekçi olabilir. Savunma konusu özel ilgi gerektirdiğinden herkes konuşamıyor. Bilenler ise insanların heveslerini kırmamak için susuyor. Çoğu kez de millî meselelerde duyarlılıklar ağzımızı bağlıyor. Hükümet savunma sanayini doğrudan seçim malzemesi yaparak kendine de zarar verdi. Tutarsızlıkları ortaya dökülmeye, sorunlar konuşulmaya başlandı. Yerli uçak dediği Alman malı çıktı. 13 yıl önce üretimi durmuş bir firmayı Amerikalı bir Türk satın alınca ve Türkçe isim konulunca uçak da millî mi olacak? Aslında yerli helikopter ve askeri eğitim uçağında da durum aynı.

Teknoloji transferi ve müşterek üretim de önemli ancak bizdeki siyasi belirsizlik, planlama sorunları ve bürokratik engeller birleşince aşama kaydedilemiyor. Tasarımı biten bir proje 5-10 yıl içinde seri üretime geçemeden demode oluyor. En basit örneği Millî Piyade Tüfeği’nde yaşıyoruz. 10 yıl sonra üretime başlandı ama klasik sorunlar yüzünden Mehmetçik kullanamıyor. Piyade tüfeğinde bu yaşanıyorsa varın ötesini siz düşünün.

Milli Savunma Bakanlığı, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve Kuvvet Komutanlıkları bütünlük içinde çalışamıyor. NATO ülkelerinde sadece bizde görülen MSB-Genelkurmay ilişkisi sorunlardan sadece biri. Türkiye’de MSB “tedarik ajansı” olarak çalışınca, SSM de haliyle tedarik ajansının alt birimi oluyor! Üstelik asıl sorun savunma konusuna siyaset üstü bakan “ilgili ve kararlı” bir hükümetin olmaması.

Çarpık kurumlaşmadan kimsenin rahatsızlık duymaması da ilginç! 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül görevden ayrılmadan kısa bir süre önce Savunma Reformu Raporu hazırlatmıştı. 2013 Haziran’da üst düzeyde oluşturulan çalışma grubu yaklaşık bir yıl uğraşarak bir rapor yayınlamıştı. Raporda, savunma yönetiminde ikili bir yapılanma olduğu, “Tedarik Ajansı” gibi çalışan MSB’nin savunma politikaları üretebilecek ve uygulayabilecek bir donanıma sahip bulunmadığı, MSB’nin, savunma yönetimi ile ilgili görevlerini Genelkurmay’a, savunma politikası ile ilgili görevlerini Dışişleri Bakanlığı’na bıraktığı izlenimi verdiği belirtiliyordu.

Reform iddiasıyla hazırlanan rapor, “savunma politikasının gelecek yıllara ilişkin stratejik yaklaşımları net olarak ortaya konulamadığı, MGSB ve Türkiye’nin Millî Askeri Stratejisi’nin (TÜMAS), tehdit ve hedeflere göre TSK’ya somut bir çerçeve çizemediği” gibi birkaç tespit dışında neredeyse mevcut sistemin aynen korunmasını öngörerek hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı.

Cumhurbaşkanlığı tarafından sahiplenilen rapordaki “TSK Güçlendirme Vakfı misyonunun gözden geçirilmesi ve Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nun (MKEK) kapsamlı bir dönüşüme ihtiyacı olduğu, Sayıştay denetim raporlarının, TBMM’de uzman bir komisyon tarafından incelenmesi” önerileri de ne yazık ki unutulup gitti.

Türkiye Savunma Sanayi konusunda 10 yıl önce yakaladığı ivmeyi çoktan kaybetti. Şimdi makyaj dönemine girdik. İleri teknoloji ülkeye getirilemediği gibi hükümet, asker, bürokrat, iş adamı arasındaki uyum da kayboldu. Bakalım makyajla ne kadar götürebilecekler!

Yazarın Diğer Yazıları