Milliyetçilik hâlâ şeytanın ideolojisi midir?

Ülkemizi yönetenlerden şimdi yeni bir milliyetçilik tanımı bekliyoruz... Madem ki bundan sonra çizgimiz 'yerli ve millî', dolayısıyla önceki çizginin tashih edilmesi ve bunun açıkça ilân edilmesi gerekiyor herhalde...

Meselâ önceki anlayışa göre neydi milliyetçilik? Hemen hatırlatalım: Milliyetçilik 'Şeytanın kibri'ydi!.. İlk ırkçı İblis'ti!.. Çünkü emredildiği halde Adem'e secde etmemişti... İblis, kendisinin ateşten, Adem'in ise topraktan yaratıldığını söyleyerek, üstün olduğuna inanmıştı... O yüzden de secde etmeyi reddetmiş ve lânetlenmişti...

Böyle anlıyor ve böyle anlatıyorlardı kürsülerden büyüklerimiz milliyetçiliği... Çözüm sürecinde bu hikâyeler pek revaçtaydı... Peki bugün herhangi bir kürsüden 'düzeltme' yapıldığını duyan var mı? Merak ediyor insan, milliyetçilik hâlâ şeytanın ideolojisi midir, yoksa bunlar birer dil sürçmesi miydi?

***

Adı 'tek millet' kavramı içinde buharlaşan Türklükle ilgili bir pişmanlık gayreti var mı meselâ? Yoksa aynı çizgi devam ediyor da, siyasî şartlar şimdi 'milliyetçi soslu' dili mecbur kıldığı için mi böyle davranılıyor?

Bu sorulara cevap vermesi gerekenler, "Güzel şeyler olacak" müjdesinden sonra dağlardaki 'Ne mutlu Türk'üm diyene' yazılarıyla işe başlayıp, daha sonra şehirlerdeki tabelaları sökenler olmalı...

Dün 'ayaklar altındaki' milliyetçilik, bugün fona sürülürken bir özeleştiri yapıldığını duymak istiyor insan... Var mı bunu duyan?

***

Milliyetçilik aleyhtarı rüzgâr öyle kuvvetli esiyordu ki, hızını alamayan partili profesörler işi "Türk diye bir ırk yoktur"a kadar götürebilmişlerdi... Yani artık "Türk yok ki milliyetçiliği olsun" zirvesine ulaşılmıştı...

Zaten uzunca süredir milliyetçilik, kavmiyetçilik, asabiye ve ırkçılıkla iç içe sokulmuş, bu görüşe destek amacıyla Diyanet üzerinde camiler de işin içine çekilmişti... Sanki Türkiye'de ırkçılık varmış gibi camilerde 'anti-bakteriyel ırkçılık hutbeleri' okunuyor, Bilal-i Habeşi örnekleri anlatılıyor, 'cahiliye kalıntıları' dinle hizaya sokuluyordu!..

***

Yüzlerce yıl öncesinden değil, topu topu üç-dört yıllık geçmişten bahsediyoruz... Dönemin Diyanet İşleri Başkanı'nın çözüm sürecini 'helâlleştirme süreci'ne dönüştürme memuru tayin edildiği dönemden...  Diyarbakır Belediye Başkanı üzerinde 'Amed' yazılı tabağı hediye ederken, Diyanet İşleri Başkanı'nın sürece katkıları dolayısıyla kendisine teşekkür ettiği, bu toprakları birlikte eman (güvenlik) yurduna çevirmekten söz ettiği günlerden...

"Suriye'deki ateşi, Bağdat'taki yangını, Mısır'daki acıyı, Gazze'de akan kanı, Haiti'deki çaresizliği, Açe'deki musibeti, Afganistan'daki, Pakistan'daki gözyaşlarını, Somali'deki açlığı ve susuzluğu, Sudan'da hastaların inleyişlerini ve daha nicelerini dert edinmiş kardeşlerim, diyebilir misiniz? Diyebilirseniz, bugün bayramınızdır, bayramınız mübarek olsun..."  diyordu bayram konuşmasında hoca ama Doğu Türkistan diyemiyordu, Kerkük diyemiyordu, Karabağ diyemiyordu, Telafer diyemiyordu, Bayır Bucak diyemiyordu, özetle Türk ve Türk'e ait bir şey diyemiyordu...

***

İnsanlar eski hatalarından dönebilirler... Kaldı ki onların eski hatalarında ısrar etmelerini, o mevzilerde çakılı kalmalarını istemek bencilliğin belki de en patolojik olanı... Ama bu farkın 'mevsimlik' mi, yoksa 'samimi' ve 'kalıcı' mı olduğunun ispata ihtiyacı var...

Her turda, bazen liberallerle, bazen 'her istediği verilen' cemaatle, bazen BDP-HDP çizgisiyle vs. iş bitiren anlayış, iç ve dış konjonktürün de zorlamasıyla bu turda milliyetçilerin desteğiyle sonuç almak istiyor olabilir... Bu sadece bir şüphe değil, en yakın tarihin öğrettiği hakikat...

Onun için sormak gerekiyor: Milliyetçilik hâlâ 'şeytanın kibri' midir? Sürekli ırkçılıkla özdeşleştirilen milliyetçiler hâlâ İblis'in yol arkadaşları mıdır? Bu 'düşünce' tashih edilmiş ve ardından özür gelmiş midir? Nerede, ne zaman, nasıl?

Yazarın Diğer Yazıları