1. Meclis ve Anayasada özerklik vaadi iddiası!

1. Meclis ve Anayasada özerklik vaadi iddiası!
MHP Grup Başkanvekili tarihçi Yusuf Halaçoğlu’ndan “Kürdistan” gerçeği...

 “1921 anayasasını kullanarak özerklik talebi, yalnızca, siyasi olan bir konunun hukuki bir zemine
oturtulması yönünde bir girişimdir. Bu anayasa, kişi hak ve hürriyetlerine dair maddeler içermez. Yine devletin yönetimi ile ilgili maddeler de yoktur. Bu sebeple tam bir anayasa olarak kabulü mümkün değildir” 

“Elimde 1. Meclis’in tutanaklarının kopyası var. Mustafa Kemal Paşa, 23 ve 24 Nisan 1923’te çok kısa bir konuşma yapıyor. O konuşmada özetle şunları söylüyor: ‘Hakikaten İngilizler daha evvel bütün Kürdistan’ı infial etmek Türk vesair dindaşlarından ayırmak için tasavvur edebildikleri her şeyi orada tatbikata meşguldüler. ‘Burada’ orada ve ‘Kürdistan’ denilen yer Musul’un güneyidir, çünkü İngilizlerle orada savaş sürüyordu ve bölgeden kaçan Kürtlerin eski yerlerine dönmeleri hususunda özellikle ünlü Kürtçü lider Seyit Taha’nın amcası olan Abdülkadir büyük gayret gösteriyordu. Abdülkadir Kürtlerin, Türk boyunduruğundan kurtularak özgürlük ve bağımsızlıklarını isteyen İstanbul’daki yüksek komisyon üyesi idi ve Kürt Komitesi’nin de temsili lideriydi. Mayıs 1919’da, özerk Kürdistan devleti için İngiliz himayesini istemişti” ifadelerine yer veren Halaçoğlu’nun bu konudaki tespitleri de şöyle:
“Fransızca bilirdi. Babasının faaliyetleri yüzünden 40 yıl kaldığı Şam’dan sürgün edilmiştir. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra Neri’ye döndü, fakat İstanbul’a Ayan Meclisi’ne senatör olarak girmeden önce orada ancak 3 ay kalabildi. Musul’un İngilizler tarafından işgalinden 2 ay önce geri geldi ve Kürtlerin vatanlarına yeniden dönme faaliyetlerini organize etti. İngiliz birliklerinin yaklaşması üzerine İstanbul’a döndü.

Kıstas 1921 anayasası

Kürtçüler genellikle 1921 Anayasası olarak nitelendirilen ancak bir anayasadan çok tebligat ve genelgelerden oluşan metindeki 11. maddeye atıfta bulunarak, milli mücadelede yer aldıklarını ve bu anayasada kendilerine özerklik vaat edildiğini iddia ederler. 1921 Anayasasının 11. maddesi aynen şöyledir: ‘Vilâyet mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer’i, adlî ve askeri umur, beynelmilel iktisadî münasebat ve hükûmetin umumi tekâlifi ile menafii birden ziyade vilâyata, şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisi’nce vaz edilecek kavanin mucibince evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafia ve Muaveneti içtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dahilindedir.’
Yukarıdaki maddeyi bugünkü Türkçeye çevirdiğimizde hiç de iddia edildiği gibi bir anlam çıkmamaktadır. Şöyle ki, ‘Dış ve iç siyaset, askeri işler, dini meseleler ve hukuk, uluslararası iktisadi meseleler, hükümetçe konulacak genel vergiler ile muhteviyatı birden çok vilayeti ilgilendiren konular hariç olmak üzere, Büyük Millet Meclisi’nce konacak kanunlar çerçevesinde, vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisadi işler, ziraat, bayındırlık hizmetleri ve sosyal konuların bir nizam dahilinde yürütülmesi ve idaresi vilayet meclislerinin yetkisinde olup, vilayet mahalli işlerde tüzel kişiliğe ve bağımsız harekete sahiptir.’

zerklik talebi

Görüldüğü üzere vilayete muhtariyet vermemektedir. Orada geçen ‘muhtariyeti haizdir’ ifadesi özerklik anlamına gelmemekte, tüzel kişiliği ifade etmektedir. Nitekim bugün de TBMM’nin çıkardığı kanunlar çerçevesinde vilayetler tüzel kişiliği haizdir. Nitekim 12. maddede vilayet meclislerinin, bugün de olduğu gibi vilayet halkından oluşacağı belirtilmiştir. Keza 14. maddede de vilayette, devletin umumi ve müşterek işlerini yerine getirmek üzere Büyük Millet Meclisi hükümetince bir vali tayin olunacağı hüküm haline getirilmiştir. Vilayetler bugünkünden farklı bir yönetime sahip değildir. 1921 Anayasasını kullanarak özerklik talebi, yalnızca, siyasi olan bir konunun hukuki bir zemine oturtulması yönünde bir girişimdir. 1921 anayasası, kişi hak ve hürriyetlerine dair maddeler içermez. Yine devletin yönetimi ile ilgili maddeler de yoktur. Bu sebeple tam bir anayasa olarak kabulü mümkün değildir. O tarihte ihtiyaca bağlı olarak kabul edilmiş bir takım maddelerden teşekkül etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk gerçek anlamda sivil anayasası ise 1924 anayasasıdır. 1924 anayasası, olağanüstü koşullarda hazırlanmış bulunan 1921 anayasasından daha farklı, Cumhuriyetin ilan edildiği bir süreç sonrasında hazırlanmış sivil bir anayasadır. Nitekim bu anayasanın birinci maddesi Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923’e atıf yaparak ’Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir’hükmünü taşımaktadır. Böylece devletin yönetim şekli belirlenmiştir. İkinci maddeyle ise ‘Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır; resmi dili Türkçedir; makarrı (başkenti) Ankara şehridir’ifadesiyle, devletleşme sürecinin en önemli kararına yer verilmiştir. Bu madde 10.04.1928 tarihinde ’Türkiye Devleti’nin resmi dili Türkçedir, makarrı Ankara şehridir’biçiminde değiştirilerek din kısmı maddeden çıkarılmıştır. 1961 anayasasında bu madde 2. ve 3. maddelerde ifade edilmiştir. 2. maddede, ‘Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir’ ve 3. maddede de, ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî dil Türkçedir. Başkent Ankara’dır’ şeklinde ifadesini bulmuştur. 

Vatandaşlık tanımı

Günümüzde en çok tartışılan konulardan biri olan ‘vatandaşlık’ tanımı ise 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde, ‘Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur’ şeklinde ifade edilmiştir; yani Türk adı verilir denmiştir. Maddenin devamında, Türkiye’de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden doğan veyahut Türkiye’de mütemekkin bir ecnebi babanın sulbünden Türkiye’de doğup da memleket dâhilinde ikamet ve sinni rüşte vusulünde resmen Türklüğü ihtiyar eden veyahut Vatandaşlık Kanunu mucibince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür. Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izale edilir’ denmektedir. Bu tanım daha açık bir ifadeyle, ‘Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelip de memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür’demektir. Yani belli bir ırk yerine, ırk ve din ayırt edilmeksizin Türkiye’de yaşayan herkes ‘Türk’ adı altında birleştirilmiş ve toplumun birliği sağlanmıştır. Nitekim 69. madde bunu kuvvetlendiren bir madde olarak yer almaktadır. Bu maddeyle, ‘Türkler kanun karşısında eşittirler ve istisnasız kanuna uymakla yükümlüdürler. Her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır ve yasaktır’denilerek, Türkiye’de yaşayan kişiler arasında etnik ırkçılık ve ayırımcılık ortadan kaldırılmıştır. Daha açık bir ifadeyle söylenecek olursa, ‘Türk’ tanımıyla ülkede yaşayan etnik gruplar arasında, birbirini aşağı ve farklı görecek bir anlayışın önüne geçilmiş, sen şu soydan, sen şu soydansın gibi söylemler ortadan kaldırılmıştır.

Kürdistan neresi?

Daha önce de belirttiğim gibi Kürdistan adıyla bir coğrafyanın neresi olduğuna dair kesin bir tarih verilememektedir. Coğrafi bir yer alarak Kürdistan, ilk olarak Sultan Sencer’in hükümdarlığı (1117-1157)  zamanında kullanılmıştır. Bu coğrafya da bugünkü Irak ve İran topraklarının bir bölümünde yer almaktadır. Nitekim bu sebeple olsa gerek İran’da aynı yerde Kürdistan vilayeti bulunmaktadır. Zaten eski tarihli gerek Batı gerekse Arap kaynaklı haritalara baktığımızda Kürdistan o bölgelerde gösterilmektedir. Bu sebeple iddia edildiği gibi Anadolu’da Kürdistan isimli bir coğrafyaya rastlanılmaz. Aksine gerek Hakkari bölgesi, gerekse Van bölgesi, haritalarda TURKOMANİA (yani Türklerin yaşadığı yer) olarak kaydediliyor. Bu tabirin ilk kurulan Türk beyliklerinin bulunduğu coğrafya olması dikkat çekiyor. Yine aynı haritalarda Diyarbakır, aynı isimle ayrı bir eyalet olarak zikredilmiş. Merkez şehir ise Amed yerine Diyarbakır olarak yazılmış. Aslında gerçek odur ki, Osmanlı Devleti eyalet sistemi içinde de böyle bir vilayet, ancak 19. yüzyılın ilk yarısı sonunda, yani 1847 tarihinde ortaya çıkmıştır. 1839 Tanzimat Fermanı’nın bir sonucu olan bu vilayet de sonuçta 17 yıl sonra, 1864’te kaldırılmıştır. Bu sebeple Anadolu’da haritalarının bundan sonraki tarihli bazılarında, Batılıların etkisiyle siyasi bir tanım olarak Kürdistan kelimesi görülmektedir.
Sonuç olarak Mr. Hohler’den Mr. C. Kerr’e 27 Ağustos 1919’da yazılan bir istihbarat belgesi her şeyi ortaya koyuyor:  ‘... Kürtlerin ve Ermenilerin durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları devamlı hatalar yapıyorlar. Noel’e gelince, fanatiğin biri. Ermenistan’ın ve Kürdistan’ın sınırlarının kesin olmadığı konusunda seninle aynı fikirdeyim.’
Ve son sözden sonra Halaçoğlu, bu kez bilgisayarını açıyor; anlattıklarının kanıtlarını gösteriyor. Türkomanya’yı, balbalları; Anadolu’daki Türk izlerini ve olmayan ve ebed müddet olmayacak bir Kürdistan için kıyılan, kırılan fidanlar ve geride kalan ana-baba ve yavuklular ile hiçbir zaman tütmeyecek ocaklar düşüyor yüreğimize; Türk’ün ve Kürt’ün ortak cehenneminde birlikte yanıyoruz.

BİTTİ