800 yıl ötelerden insanlığa sesleniş

Ya bizim bakış açımız değişti, ya da uzakta veya çok yakınlarda ki insanlar yanında, onların da yakınındakiler de bir değişim oldu, son yıllar içinde… Bir karamsarlık çemberi, sanki içlerde dönüp durmada!.. Kiminle iki laf etmeye çalışılsa, kiminle kişisel veya toplumsal durumlara değinilse, üstünüzde ne yağdıracağı belli olmayan gri bulutlar dolaşır gibi oluyor, veyahut öyle görülüyor…
Halbuki, şu geçici dünyanın yaşamağa değer nimet ve değerlerinin tümü insanlar için, en değerli varlık insan için programlanmış… Bunca nimet, her kişinin yararlanacağı ve huzur ve zevk alacağı, ancak şu yeryüzü cennetinde bir süre için bulunmanın da farkına varılması gerekiyor… Çünkü, zaman denen zalim süreyi durduracak, ahlarla vahlar la geçen sıkıntılı yılları silip, tekrar yaşama sıfır kilometreden başlamak ve biçilen ömre eklemek ne mümkün… Bu gerçeğin zamanında farkına varıp, ölçü ve başarı grafiğini aksatmadan yükselterek belirlenen hedeflere varıp, arta kalan zaman içinde de zamanla ve insanın kendiyle barışık ve mutlu olması gerekiyor! Bu bir hedeftir. Başarılı olunur veya olunamaz. Ancak, koşullar ne olursa olsun, bireyin önce kendisiyle, sonra da uzak-yakın tüm çevresi ve daha da ötesi tüm insanlıkla barışık olması gerekiyor. Bu barışıklığı gerçek anlamda yakalayan birey, kendi önce mutlu olduğu gibi ilintisi olan tüm insanlarla da mutluluğun paylaşımını, çoğullaştırmış olmaz mı!.. Sinir ve can sıkıcı olaylardan uzak durmak, elbet de her zaman mümkün değildir. Çünkü zamanımız yaşantılarıyla ruhsal yapılarımızda, öylesine pimi çekilmek üzere olan manevi durumlar bizlere tuzak kuruyor ki, nerede ve nasıl bir anda bizleri yakalayacağı hiç de belli olamıyor… İşte böylesi durumlara hazırlıklı olmak için, olgun bir ruh ve tavır zenginliğine sahip olmak gerekiyor… Aksi halde, sonuçta sağlığımızı dahi etkileyen beklenmez durumlar, günümüzü veya yaşantımızı zehir eder durur… Bunu, kültür seviyesiyle de ilişkilendirmek doğru değil. Çünkü toplum bir bütünlük evresini bölüşüp paylaşma zorundadır…
Bunca şiddet, bunca zorbalık, bunca can yakma ve cana kıymalar, toplumun her kesiminde kendini göstertiyor!.. Toplumu bir bütünlük içinde kavranıp yorumlanması, işte bu noktadan itibaren değer ve eşitlik kazandırıyor… Okumuşluk, bu özelliklerle birlikte toplumla bütünleşip pişmezse, yukarıda değinilen huzur ve insanlığa özgü beklentiler durağın da boş gözlerle çok zaman kaybedileceği gibi, insanlık sıkıntıları da, çok yönlü insanlıktan gerçek anlam da küskünlükler yaratır durur…
Lise ve Üniversite çağlarından beri, bu konulara duyarlı olurken, 700-800 yıl önce yaşamış iki Türk mütefekkiri çok dikkatimi çekmiştir… Sanırım, bunun nedeni de, rahmetli babamın görevli bulunduğu ve Ortaokul çağımın tümünün Bilecik de geçmesinin rolü olduğu gibi, İlkokul üçlerden itibaren sınıf ve  çok defa sıra arkadaşım, sonraki yıllar da şairliği evrensel boyutlara ulaşan rahmetli "Cemal Süreya" ile, "Şeyh Edebali"ye merakımızın etkisi de, olabilir… Şehir dışın da ve bir vadiden kestirme olarak  Ortaokula, çoğulda Cemal'le gidip akşam dönerken, vadinin en alt kısımlarında kalan bir Cami ve duyduğumuz "Şeyh Edebali" türbesi önceleri dikkatimizi çekerdi… Sonraları, babam ve öğretmenimizden yeterli bilgiler edinerek, türbe ve "Şeyh Edebali" hakkın da kitaplar okuduk… O çağlar da, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu "Osman Bey'in kayınpederi ve zamanının ünlü bir bilgini olduğunu" hafızalarımıza yerleştirdik…
Sonraki yıllarda, o devirden seksen yüz sene önceler de yaşayan "Mevlana Celalettini Rumi"'yle, "Şeyh Edebali"nin, ilim irfanla, evrensel boyutlar da insanlığa bıraktıkları mirasın yüceliği, bugün çok daha iyi anlaşılıyor… Nasıl mı; bakınız kısaca nasıl …
Hz. Mevlana Celaleddini Rumi'nin, insanlığa miras armağanı olan, yedi öğüdü hatırlarsak ; Derler ki,
1) Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
 2) Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
3).Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
4).Hiddet ve asabiyet de ölü gibi ol,
5).Tevazu ve alçak gönüllükte toprak gibi ol,
6).Hoşgörülükte deniz gibi ol,
7).Ya olduğun gibi ol, ya göründüğün gibi ol, demişlerdir…
Mevlana'dan 70-80 yıl sonra, Osmanlı Devleti'nin kurucusu ve Osman Bey'in kayınpederi zamanın ilim- irfan sahiplerinin başın da gelen ve Bey'likten Devlet kuran Osman Bey'e; Şeyh Edebali,  nasihatla diyor ki ( Gerçekte tüm insanlığa ve sorumluluk taşıyan liderlere sesleniştir bu) ; 
" Ey Oğul ; Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana…Güceniklik bize, yenilgi bize, hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana. Üşengenlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana… Ey oğul, yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va'dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz…"
...Der, 800 yıl ötelerden insanlığa seslenişi hatırlarken!.. Sanki günümüz insanlarını asırlar ötelerden görmüş, hissetmiş ve uyarmışlar… Açıkçası, akıl sunmuşlar!.. Anlayana…

Yazarın Diğer Yazıları