Bazı sivillerin anayasa darbesi

                "Kim milyoner olmak ister?" isimli programı fırsat buldukça izlerim. Oldukça faydalı bir programdır. Ancak geçenlerde bir sesli soru sorulmuştu. Dinlenen şarkının hangi dilde söylendiği soruluyordu. Dört cevap şıkkı veriliyor ve doğrusu bulunması isteniyordu. Bu diller Özbekçe, Moğolca, Azerice ve Tatarca idi. Doğru cevap Azerice olarak kabul edildi. Cevap şıkları yanlış verilince; cevap da doğru olamazdı. Şive ile dil birbirine karıştırılmaktadır. Azeri Türkçesi yerine Azerice büyük bir yanlışı ifade eder. Belki de programı yapanlar bu yanlışı fark etmiştirler. Eğer Azerice denen dil Türkçeden ayrı ve farklı ise; acaba biz bu yabancı dili nasıl anlıyoruz?!

                Çifte standartlardan bir türlü kurtulamıyoruz. Bir taraftan haklı olarak terör örgütünü ve malum partinin hukuk dışı faaliyetlerini demokrasiye aykırı ve yıkıcı buluyoruz; demokrasiyi yüceltip hukuk dışılığı reddediyoruz. Buna itirazımız yok; ama yeni anayasa denilen tuzak gündeme gelince bazıları "Efendim demokratik parlamenter sistem bizde pek yürümüyor. Yürüseydi 27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat ve 12 Eylül darbe ve müdahaleleri olmazdı" demekten de kaçınamıyor. Bizim 200 seneyi geçen bir demokrasi tecrübemiz var. Sistem kendini yenileye yenileye bugünlere gelmiştir. Darbeleri demokratik parlamenter sisteme fatura etmek hastalıklı bir zihniyettir. Sistemi yürütemeyenlerin, demokrasiyi meydan kavgasına çevirenlerin suçlanması yerine; sisteme saldırı daha kolay olmaktadır. 200 senelik geçmiş bugün bile bazı eksiklerine rağmen, ülkeye bazı kazanımlar kazandırmış sosyal ve ekonomik gelişmeyi teşvik etmiştir. Türkiye nerelerden nereye gelmiştir?

                Bugün Türkiye dönüştürülmek isteniyor. İlk üç maddeye biz de karşı değiliz diyen iktidar mensupları, 4. maddenin değiştirilemezliğini kaldırmak isteyerek çelişki sergilemektedirler. Eğer ilk 3 maddeye karşı olmasalardı; zaten 1 Kasım Genel Seçimleri sonrası MHP'nin kısa vadeli ortaklık için ileri sürdüğü ön şartı kabul ederlerdi.

                TV ekranlarındaki anayasa tartışmalarını izliyorum. Kafalar son derece karışık. Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi lehinde konuşanların bir kısmı hiç de istikrardan, barış ve huzurdan, millî birlik ve bütünlüğün sürdürülmesinden yana değiller. Bir kısım konuşmacı da iktidar sahillerine beyaz bayrak sallayarak bugün ve yarın beni unutmayın riyakârlığına ve yağcılığına soyunmuş. Yeni Anayasa denen ülke ihtiyaçlarından ziyade, Türkiye'nin dönüştürülme planı olan bir sivil darbe ile karşı karşıyayız. Asker darbe yapar da siviller yapamaz mı? Devlet yönetimi ve yapısı hiçbir ülkede deneme tahtası değildir. 12 Eylül darbe anayasası dedikleri bu anayasa, yaklaşık 18 değişikliğe uğramış, 12 Eylül'ün havasını çoktan kaybetmiştir. Aksayan taraflar yok mu? Tabii ki var. Neden siyasi partiler yasasını, seçim kanununu değiştirmeyi düşünmüyoruz. Anayasayı toptan ret, metodolojik bir yanlıştır. Parti liderlerini tek seçici olmaktan çıkaramıyoruz. Ama meclise noter diyoruz. Seçim barajını indirmek, partiler ve seçim yasalarını değiştirmek zor mu? Yasalarda yer alan veya alması gereken maddeleri Anayasadan çıkarmakla ne kaybedilir ki? Terör örgütünün istekleri doğrultusunda terörden ve hendeklerden etkilenerek millî devlet ve üniter yapıyı sarsacak millî kimliği silecek bir sapıklığa düşmeye ne gerek var? Eğer bugünkü ortamda bir anayasa yapacaksak; o zaman terörle pazarlık ve müzakereden mücadeleye ve kamu düzeninin sağlanmasına neden döndük?

                Millî birlik ve bütünlüğün demokratikleşme diye çözülmeye çalışıldığı, mutabakatların geliştirilemediği, kamplaşmanın kemikleştiği, demokratik kurumların başta hukuk olmak üzere rayından çıktığı, temel hak ve hürriyetlerin zedelendiği, tek sesin egemen olduğu, kuvvetler ayrılığının arandığı bu ülkede anayasa ve başkanlık sisteminden önce yapılacak çok şey var. Bunun başında da Türk Milletine aidiyet şuurunun güçlendirilmesi gelir. Türk Milleti bir kalabalık değildir.

Yazarın Diğer Yazıları