Daktilolu ilk muhabir olmanın fiyakasını yıllarca yaşadım...

1946 yılında en büyük tirajlı gazetelerin çok okunan başyazarları yazılarını “Faber” marka kurşun kalem ile yazarlardı. Hatta harf inkılabına rağmen eski Türkçe ile yazılarını yazan başyazarlar bile vardı. Reşat Nuri Güntekin, Ali Naci Karacan, Nadir Nadi, Ahmet Ağaoğlu ile Ercüment Ekrem Talu gibi bazıları da kibarlık olsun diye mavi, siyah ve hatta yeşil mürekkepli dolmakalem kullanırlardı. Peyami Safa, Murat Sertoğlu, Aziz Nesin, Kadircan Kaflı, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Kadri Kayabal, Murat Kayahanlı ile Kemal Ilıcak bile daima yazılarını, ucu  kalemtıraş veya kullanılmış jiletle  sivriltilmiş kalemlerle yazarlardı. Son Telgraf Gazetesi’nin Yazı Müdürü Haluk Cemal Beydeşman, ufalmış kalemlerin atılmasına karşı çıkar, bunları serçe parmağı gibi ufaltır veya 2 kuruşa satılan kalemi dörde bölerek kullanırken, yontula, yontula bitmek üzere ve ele gelmeyecek kadar kısalmış kalemin ucuna kâğıt sararak uzatır yazılarını hatasız olarak yazardı. Kurşun kalem sadece gazetecilerin değil öğrenciler ile memuriyetlerde çalışanların da bir bakıma “can yoldaşı” sayılırdı. Esnaf ise kalemi kullandıktan sonra başka yere bırakmaz, kulağı arasına sıkıştırır veya ucundan ince bir sicimle bağlayarak ceket veya gömleğinin düğmesine takardı.
Daktilo ise o yıllarda lüksün lüksü ve sadece Valilik, Nüfus Müdürlüğü, Kaymakamlık Makamı ile Karakol amirlerinde bulunur, resmi yerlere gönderilecek yazılar için kullanılır, sonra da kilitli dolapta korunurdu.
Uzun süre Mahkemelerde bile kararlar kâtibeler tarafından elle yazılırdı. Mahkemeler ile Vilayet veya Belediye ile resmi yerlere yazılacak dilekçeleri, binaların köşeleri veya basamaklarında çömelmiş, okunaklı el yazısı ile yazan “İstidacı” lar, defterleri arasında korudukları 16 kuruşluk pul ile 25 kuruşa yazarlardı.
İlk daktilo, Tepebaşı Komedi Tiyatrosu karşısında bir İtalyan kırtasiye malzemesi satan dükkanın  vitrininde; kahve renkli kadife üzerinde yeşil renkli, yanında ayni renkte deri kılıfı ile beyaz ipekli kurdele ile sarılmış, sünnet çocuğu gibi süslenmiş teşhir edildiğinde, hayran kalmıştım. Beyoğlu’na her çıkışımda, Tepebaşı durağında tramvaydan iner, vitrin önüne gelir, ona gıpta ile bir sevgiliyi seyreder gibi dakikalarca bakardım. Yolum o tarafa düştükçe o daktiloyu vitrinde seyretmek bana tutku olmuştu...

***

Osmanbey ile Rumeli Caddesi’nin genişletildiği köşedeki benzin istasyonunun istimlâk edilerek yıktırılması konuşulduğunda Şoförler Cemiyeti Başkanı Kâzım Özeke bana telefonda dert yandı;
“-Bu İstasyon yıkılırsa, şoförler perişan olur, en yakın benzin İstasyonu Ortaköy’de... Kaldı ki, İstanbul’da sadece 650 taksi ile hususi araç, kamyonlar oraya gidip dönünceye kadar yarı benzini tüketirler. Osmanbey’deki benzin istasyonu Türkiye’nin en büyük tüketicisidir diye Mobil Shell’in Genel Müdürü Ahmet Ramazanoğlu da teyit etti... Hatta Balkanlar en çok satış yapan İstasyonu olduğunu da resmen açıkladı..”
Kâzım Özeke’den aldığım bu malumatı ben de, Gece Postası Gazetesi’nde haber olarak yazdım... Ertesi günü bütün gündelik gazeteler, bizden alıntı yaparak bu haberi verdiler. Şoförler yürüyüşe çıktı...
İki gün sonra gazetemize Genel Müdür Ahmet Ramazanoğlu ile Kâzım Özeke Şoförler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeleriyle geldiler.. Ellerinde, benim vitrinde hayranlıkla seyrettiğim daktilo vardı... Genel Müdür Ramazanoğlu, beni tebrik edip daktiloyu bana hediye ederken şöyle dedi;
 “-Gazeteciye en güzel hediye, onun haberleri daha hızlı ve şevkle yazması için bir daktilodur. En güzel haberleri bu daktilo ile yazmanızı dileriz.”
Mevsim Nisan ayı, su gibi ter boşandı. Bir ara elimle tuşlara bakarken, bacağımı çimdikledim, rüya mı görüyorum. Daktilo yazmasını, Vilayet Nüfus Müdürü Mevhibe Demiraylar’dan bir parça öğrenmiştim. Bu cesaretle daktiloyu masaya yerleştirdim şunu yazdım:
 “Sayın Genel Müdür Ahmet Ramazanoğlu ile, buraya kadar gelmiş olan Şoförlerin Reisi Özeke ile arkadaşlarına sonsuz teşekkürler...”
İstihbarat Şefi Kemal Sülker şaşırdı, benim tuşlara basarak yazdığımı görünce, Yazı İşleri Müdürü Murat Kayahanlı’ya demiş ki; “-Daktiloya oturdu, hemen bozacak...”
Ramazanoğlu yazdığım cümleyi okuyup, benim yanaklarımdan öperken, Murat Kayahanlı’ya şöyle demişti; “-Biz demek ki, lâyık olanı iyi seçmişiz...”

***

Yeşil Daktilo sadece gazetemizde değil, tüm gazetelerin muhabirleri ve hatta yazı işlerinde olay oldu. Muhabirler toplu olarak daktiloyu görmek ve incelemek için gelip gitmeye başladıkları gibi, bizim gazetekilerden de yazı yazmak için ricacılar oluştu. Ben öğretmen olarak haberleri yazarken, başımda bekleyenler, tuşlara nasıl bastığımı öğrenmeye çalışanlar...  Çok ısrar edenlerden bıktım daktilo ile yazmayı öğrenen Muvakkar Ekrem Talu, ardından Vedat Akın, Orhan Vedat Sevinçli’ye daktiloyu emanet ederken Kemal Ilıcak’a da; “Ben göreve gidiyorum, sen sahip ol!.” diyordum. O da giderken bir çekmeceye kilitliyordu ama her dönüşünde kilidi kırılmış, daktiloyu da masa üzerine bırakılmış buluyordu... Sonunda daktiloya bekçilik etmekten o da bıktı. Kemal Ilıcak da işe gidince daktilo ortada kalıyordu.. Gece Son Telgraf Yazı Müdürü Doğan Can tüm yazılarını yazarken daktilonun şeridi eskidi.. Dayanamadım kilit aldım taktım sadece Kemal Ilıcak ile bende anahtar vardı, başkasına vermedik. Bir Gün Müessese Müdürü Hüsnü Bey kilidi kırmış; “-Daktilo Şemsi Sılkım için değil, gazeteye hediye edilmiş, Şemsi Bey sadece sahiplenmiş” demiş... Durum patronumuz Etem İzzet Benice’ye kadar gidince o da kararını vermiş;
 “-Daktilo, Şemsi Sılkım’ın onurlu bir haberin mükâfatı olarak kazanılmıştır, kendisinin şahsiı malıdır. Ancak istediği kişilere onun müsaadesiyle daktilo kullanılabilir.”
Bu benim için bir ferman gibi geldi ve ben bunun fiyakasını yıllarca yaşadım, patronumun iradesiyle de daktiloyu sahiplendim.

Yazarın Diğer Yazıları