Gazeteci olmayı hakim veya mühendis olmaya tercih etti



Bugünlerde Nazım Hikmet’i konu alan yeni kitabı, “Hava Kurşun Gibi Ağır” ile yeniden gündemde olan Hıfzı Topuz, Galatasaray Lisesi’nden sonra 2 fakülte bitirmesine rağmen gönlünü gazeteciliğe kaptırmış bir meslekdaşımızdır. Hıfzı Topuz,  önce İTÜ sonra da Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra tahsil ettiği branşlarda bir meslek edinmek yerine gazeteciliği seçti. 1947 yılında Akşam Gazetesi’nde muhabir olarak çalıştığında aldığı maaş 40 liraydı, halbuki Hakimlik için başvursaydı eline geçecek maaş en azından bunun üç katı olacaktı. Mühendis olmaya tercih etseydi, bugün belki de hanları, apartmanları olabilirdi.
Hıfzı Topuz da benim gibi o dönemlerde başka mesleği aklıma getirmemişti, üstelik 1947 yıllarında pek çok gazetecinin cepleri delik ve hatta pantolanları yamalıydı. Ama gazeteciliğin para değil çekiciliği vardı o yıllarda... Bu gün ise gazeteye daha yeni başlayan, hemen kendisine ne kadar maaş verileceğini merak edip soruşturuyor. Yeri gelmişken bu konuda merhum Çetin Emeç’le Hürriyet Gazetesi’nde sohbet ederken bana naklettiği olayı aktarayım. Emeç bana buluşmamızdan henüz iki saat önce yaşadığı bir olayı şöyle nakletmişti:
“-Bir birimin eleman ihtiyacı için gazetemizde ilanımız olmuştu. Liseyi yeni bitirmiş, ikinci lisanı falan olmayan, gazeteciliği ise hiç bilmeyen ve tanımayan genç karşıma gelip bacak bacak üstüne atar atmaz, ’Bana ne kadar maaş verilecek?’diye sorunca donup kaldım...”
Evet, Hıfzı Topuz Akşam gazetesinde muhabir, sonra istihbarat şefi, yazı işleri müdürü ve genel yayın müdürlüğüne kadar yükseldiğinde Fransızca ve İngilizce konuşup tercümeler yapıyordu. Bir ara İstanbul Gazeteciler Sendikası  Başkanlığını da yürütmüştü. Mesleğinde kariyer sahibi olmak için çaba harcayan Hıfzı Topuz, 1957-1959 yıllarında Strasbourg Üniversitesinde Devletler Hukuku ve Gazetecilik alanlarında yüksek lisans ve ayni üniversitenin Hukuk Fakültesinde doktorasını yaptı. Paris’te UNESCO Genel Merkezi’nde çalıştı,1959 yılından 1983 yılına kadar, bu sektörde Haber Dolaşım Şefliğinde bulundu, uluslararası gazetecilik örgütleri arasında İşbirliği için çalışmaları yaptı. Afrika. Hindistan ve Filipinler’de gazetecilik eğitim seminerleri düzenledi.  Değişik konularda 20 kitabı olan Hıfzı Topuz bir ara TRT’de Genel Müdür Yardımcılığında da bulundu. Basın Şeref kartı taşıyan Hıfzı Topuz 1998 yılında, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Basın Hizmeti Ödülü sahibi olarak tanınıyor.


Bir ordünaryüs profesörün
bitmez gazetecilik tutkusu
Gazetecilik tutkusu asıl mesleğinin önünde olan bir başkası da 1896 İstanbul doğumlu Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç’tur. Yıllarca İstanbul Üniversitesi Psikoloji Kürsüsü Başkanlığında bulunan Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç’un , sabah ilk işi Cumhuriyet Gazetesi’ne yazısını yazmaktı. Hoca, sabahın erken saatinde görevine gelir, önüne kahvesini alır, vereceği derslerden önce makalesini yazmaya başlardı. Hoca’nın huyunu bilenler sabah saat 8-9 arasında ne odasına girer, ne kapıyı tıklatır ve hatta kendisini selamlamaya bile teşebbüs etmezlerdi. Üniversitenin ünlü Ordünayrüs Profesörleri bile onun bu huyunu bildikleri için, kapısının önünden pas geçerler, ancak saat 9’u geçince de birer birer sökün ederlerdi. Zira Hoca Mustafa Şekip Tunç, yazısını tam bu saatte bitirmiş olurdu.
Bir ara Tıp Fakültesi 2. Cerrahi Kliniği’ne gittiğimde, Ord. Prof. Halit Ziya Konruralp ile karşılaştım. Kendisini Tunç Hoca’nın kapısına kulağını dayamış görünce takıldım:
“-Üstadım, içeride gizli bir şeyler mi oluyor?.” Halit Ziya Konuralp ile çok eskiye dayanan bir dostluğumuz vardı. En güzel haberleri hep bana saklar ve parolası da, “Gel de bir kahvemizi içelim beraber!” olurdu.
O gün de sabahın 8’inde bana Tercüman Gazetesi’ne telefon etmiş, kritik bir ameliyat için randevu vermişti.
Sözüm üzerine kol saatine bakıp sonra bana cevap verdi;
“-Mustafa Şekip Tunç Hoca, iki dakika sonra yazısını bitirir, eğer şimdi içeri girersem ayıp etmiş olurum. Kendi ifadesine göre saat 9 da yazısını mutlaka bitirir...” demesiyle kapı içeriden açıldı ve iki hoca burun buruna geldi. Nerede ise ikisi de Şehir Hatları vapurları gibi çarpışacaktı. İki Ordinaryüsün birbirlerine sarılmaları da çok hoş bir görüntü oluşturdu ama yanımda bulunan bizim foto muhabiri Şevket Uygun ayakta uyuduğu için bu pozu kaçırdı. Sonra Halit Ziya bey beni tanıştırınca, Mustafa Şekip Tunç Hoca kısa boyuna rağmen bana tepeden bakmaya çalışıp lâtife yollu şöyle dedi:
 “-Hiç boşuna zahmet etmeyin, ben gazetemden memnunum. Tercüman’a transferime çalışmayın. Nezaman Halit Ziya Beyefendiye çay içmeye gitsem masasındaki Tercüman dikkatimden kaçmaz.. ”
Ayakta sohbetimiz sırasında gönlümü de almaya çalıştı ve dedi ki: “-Tercüman Gazetesini severim. Bir ara, İlahiyat Fakültesi’nde Din Felsefesi Hocalığı yapmıştım, İstanbul Üniversitesi kurulunca da Ord. Prof. oldum. Şimdi de İstanbul Üniversitesi Psikoloji Kürsü’nü kurdum. Benden iyisini bulamadıkları için başına da beni getirdiler...”
Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç ile bu tanışmamın ardından o da beni Tercüman Gazetesi’nde ziyaret nezaketinde bulundu. Bu dostluğun ardından ben de Hoca’nın, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazılarının bir bakıma tiryakisi oldum.
Mustafa Şekip Tunç Hoca İle 1961 yılında tanışmıştık, 13 yıl sonra
17 Ocak 1974 yılında  80 yaşında  bir kalp sıkışması sonunda kaybettik.

Yazarın Diğer Yazıları