HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (13)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (13)
HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (13)

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

 

Müebbete mahkum ettiren hangisi!..

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Ümraniye davasında yargılanarak müebbete mahkum olmasına neden olan MGK’da AKP’lilerin de imzaladığı ortaya çıkan plan mı, yoksa Pentagon’daki “Süleymaniye olayı hep hatırlanacak ve unutulmayacak. Bir kere daha olursa karşılık görürsünüz!” çıkışı, ABD’nin Kuzey Irak’taki federasyon planlarına itirazı ve “Daha fazla verecek bir şeyimiz yok, biz (Kürtlere) gereğinden fazlasını verdik” sözleri miydi!

 

Genelkurmay’ın çekirdeğini temsil eden kesimin  “dünyanın değiştiği gerçeği” ile yüzleşmekten rahatsız olduğunu söyleyen ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson,  “Türk ordusu ‘cumhuriyetçi ahlakın bir numaralı bekçisi olma’ konumunu her geçen gün kaybediyor; tabu olan konular konuşulabiliyor, askere sormadan reform yapılabiliyor”  diye zafer naraları atarken, AB 6. Uyum Paketi’ndeki “Kürtçe siyasi propaganda”  dayatması, 22 Mayıs 2003 günü komisyon görüşmeleri sırasında TSK’nın isteğiyle TBMM’ye sunulacak metinden çıkarıldı. Yine de paket Genelkurmay açısından  “sakıncalı”ydı çünkü  “Kürtçe yayın”ın önü açılmıştı. Yeri gelmişken, Yeniçağ’ın önceki gün manşetinden duyurduğu gibi, AB bir yıl sonra, bu kez  “Kürtçe’nin 2. resmi dil olması”  için baskıya başlayacaktı.

 


KUZEY IRAK’TA TÜRK ASKERİ İSTEMİYORUZ

Pearson’un ‘cumhuriyeti koruma konumunu kaybettiğini ileri sürdüğü Türk Ordusu’nun iki numaralı ismi İlker Başbuğ, Pearson’un halefi Eric Edelman’la -cumhuriyeti koruyabilmek için-  kıran kırana pazarlık halindeydi. İkili arasında 6 Ekim 2003 günü yapılan görüşmede Başbuğ, yeni Büyükelçisi aracılığıyla ABD’ye  “TSK’nın PKK’yı hedef alan operasyonlarının, Irak’ta ABD’ye ‘asker katkısı’na bağlanmaması”  mesajını iletiyor;
 “PKK liderlerinin Türkiye’ye teslim edilmesi” ve “Kampların havadan bombalanması” nı talep ediyordu.
Cevap, MİT-Genelkurmay mensuplarıyla  “PKK’nın tasfiyesi” görüşmelerini yürüten CIA-Pentagon heyetinin de başında bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Lynn Pescoe’den geldi:
 “Türk kuvvetlerini Kuzey Irak’ta askeri eylem içinde görmek istemiyoruz!”
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ geri adım atmıyor ve 2003 yılı Kasım ayında bu kez de Pentagon’da mevkidaşı Peter Pace’e -belki de sicilini kabartan- şu sözleri söylüyordu:
 “Süleymaniye olayı ilişkilerimizde derin yara açtı; hep hatırlanacak ve unutulmayacak. Umarım bir kez daha olmaz. Bu defa karşılık görürsünüz!”

 


ABD HİMAYESİNDE KYB-PKK İTTİFAKI

WikiLeaks’ten sızan Türkiye ile ilgili bilgi/belgeler üzerindeki  “Taraf” sansürünü kaldırarak Sızıntı kitabında yeniden yayınlayan/yorumlayan Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun dikkat çektiği üzere -kişisel dostluklarından dolayı ABD ile ilişkileri en iyi Genelkurmay Başkanı olmasına, hatta 209’da Pentagon’dan “onur madalyası” almasına karşın- Kuzey Irak konusunda son dönemin en hassas Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’ydu.
Neçirvan Barzani,  “Türk askeri temsilcilerinin Kuzey Irak’tan gönderilmesi”ni isterken, 2004 yılı Ocak ayında Başbuğ da ABD’de  “PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesi için somut adım atılması”na dönük temaslarda bulunuyordu.
Balyoz davasında “cezalandırılan”  komutanlardan Korgeneral Metin Yavuz Yalçın’ın, 20 Ocak 2004 tarihli raporu iki önemli istihbarat bilgisi içeriyordu:
 “ABD ve Türk irtibat binalarına dönük intihar saldırıları ve Ocak sonunda Musul’da 285 PKK’lının katılımıyla yapılması planlanan 3 günlük bir kongre yapılacağı...”
Başbakan Erdoğan’ın Barzani ailesinin ezeli ve değişmez müttefiki Yahudi lobisini temsilen American Jewish Committee’den Üstün Cesaret Madalyası’nı da alacağı ABD seyahatine sadece birkaç gün vardı ve Başbuğ Ankara’da Edelman’a hâlâ Türkiye’nin Kuzey Irak’ta federasyona karşı  olduğu anlatmaya çalışıyordu!
Başbuğ’un ABD Büyükelçisi’ne ısrarla “Irak’ta federalizme karşı olduğunu, federasyonun Türkiye’nin çıkarlarını tehdit edeceğini, bu oluşumdan PKK’nın da faydalanacağını, dolayısıyla Türkiye Kürtleri üzerinde de siyasal etkileri olacağını” tekrarlaması boşuna değildi.
Genelkurmay Başkanlığı’nın, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla ABD’ye ilettiği 18 Aralık 2003 tarihli rapora göre, Talabani ve KYB yöneticileri 21 Kasım 2003’te Kandil’e gitmiş ve PKK’lılarla yapılan görüşmeler neticesinde;
 “- Kongra-Gel / PKK ile istihbarat paylaşımı,
- KYB’nin sınır polisleri Kongra-Gel tarafından desteklenmesi,
- Kongra-Gel’in İran sınırının güvenliğinden sorumlu olması” konularında anlaşmışlardı.
Ayrıca PKK, Musul’da büro açmıştı.
Genelkurmay raporundaki asıl kritik ifade  “ABD yetkililerinin istekleri doğrultusunda Dr. Mahmut Osman (Irak Geçici Konsey Üyesi) Kongra Gel’in (PKK) Irak’taki kolu PÇDK’nın (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) yöneticisi olarak görevlendirilmiştir”  oldu.
Bu cümle peşmerge-PKK ittifakının ABD himayesinde kurulduğunu anlatıyordu.
Nitekim Demokrat Partili Richard Holbrooke, Talabani ve Barzani ile görüştükten sonra alenen Türkiye’ye tehdit savurmuştu:
 “Iraklı Kürtlerin kendi bayrakları ve paraları var. Kürtlerle iyi geçinmek Türkiye’nin stratejik çıkarınadır.”
İlker Başbuğ 2009’da Harp Akademileri’nde Genelkurmay Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada  “kültürel ve sosyal haklar” vurgusu yapınca  “Kürt sorunununda siyasal çözümden yana” olduğu gerekçesiyle epey eleştirilmişti. Ancak  2004 yılında, AB Genişlemeden Sorumlu Üyesi Gunter Verheugen’in Diyarbakır’da Osman Baydemir ve Leyla Zana ile görüşmesinden sonra  “Kürt siyasetçiler AB’yi Türkiye’yi bölmek için araç olarak görüyor... Daha fazla verecek bir şeyimiz yok ve biz gereğinden fazlasını verdik” diyen de aynı Başbuğ idi.

 


FBI “BİOMETRİK BİLGİLER”İN PEŞİNDE

Sadece asker değil; 2003-2004’te siyasiler de ABD ile yoğun bir teşriki mesai halindeydi.
ABD Adalet Bakanı John Ashcroft’un davetlisi olarak,
ABD’ye giden Adalet Bakanı olan Cemil Çiçek, Washington’da aralarında FBI Başkanı Robert Mueller’ın da bulunduğu bir dizi bürokrat-diplomat ve politikacı ile görüştü.
Basına yansıdığı kadarıyla Ashcroft  Türkiye’den  “ABD’nin Terörle Mücadelesi”  kapsamında yardım istemiş,  “Türk polisi ile arttırılmış istihbarat, karşılıklı polis değişimi”ni de içeren bir takvim önermiş, Çiçek de  “Türk adalet sisteminin ABD sistemi ile uyumlu hale getirilmesi”ni talep etmişti!
 “Gizli dinleme ve muhbir uygulamaları” nı da içeren bu  “uyumlu yargı”  girişiminin Ümraniye soruşturması paralelinde yürüyecek  “cadı avı” nın ağları örülürken gerçekleşmesi kayda değerdi.
Çiçek’in ABD’deki  “sır”  gibi saklanan görüşmeleriyle ilgili yıllar sonra odatv ilginç bir iddia gündeme getirdi. Buna göre Çiçek CIA’da ders veren emekli MİT’çi Mehmet Eymür ile biraraya gelmişti.
Acaba  “Ümraniye çorbası”nda Eymür’ün de tuzu olabilir miydi?
Çiçek’in, “PKK’ya yardım eden Amerikalıların suçsuz sayılmasına ilişkin yasa”nın onaylandığı günlerde ABD’den “Terörle mücadelede yeni dönem başlıyor” diye dönüyor olması da ironikti!
PKK ile değilse, ABD hangi terör örgütü ile, hangi teröristlerle mücadelede “işbirliği” sergileyecekti!
FBI Başkanı Robert Mueller yıllar sonra, 18 Kasım 2009’da geldiği Türkiye’de Çiçek’e iade-i ziyarette bulunmayı ihmal etmedi. Çiçek Mueller’dan  “ABD denetimindeki Kuzey Irak’ta bulunan ve ABD tarafından uyuşturucu kaçakçısı ilan edilen PKK’lı yöneticilerin iadesi yahut yargılanmasını”  isterken, FBI Başkanı’nın çantasında  “Türkiye’den liman ve havalimanlarını kullanan herkesin kişisel kimlik bilgilerinin ‘biyometrik takip’ amacıyla toplanıp, ABD ile paylaşılması”  vardı!
Liman ve havalimanlarını kullanan herkesin olmasa da Türkiye Silivri Cezaevi’ne gelen ziyaretçilerin  “biyometrik bilgileri”ni arşivlemeye başlamıştı. Şimdi buna bir de  “özel hastanelerde tedavi olan”  vatandaşlar eklendi.

 


ESAD KARDEŞLİĞİ OVAL OFİSE KADAR

Çiçek’in ziyaretinin ayı dolmadan bu kez de Erdoğan Washington’daydı. Bunun Kuzey Irak konusunda Türkiye’nin gözünü boyama faaliyeti olduğundan habersiz ABD’nin Kongra-Gel’i terör örgütü listesine almasından duyduğu memnuniyeti paylaşmakla meşgul olan Erdoğan, bir sonraki yıl Felluce katliamı, Irak’ta Müslüman kadınlara tecavüz olayları, AKP yandaşı gazetelerde dahi başgösteren Amerikan aleyhtarlığı gölgesinde gerçekleşecek Oval Ofis buluşmasında yaşayacağı “Suriye” şokunu tahmin bile edemezdi. 8 Haziran 2005’te yapılan görüşmeye, Irak’taki  “Şii direnişi” nin faturasını Esad’a kesen ve Erdoğan ile Sezer’in Suriye gezilerindan rahatsızlık olan Bush’un öfkesi damgasını vurdu.
Türk medyasına göre -her ABD gezisinde olduğu gibi!-  “Erdoğan istediğini almıştı”, “Ortaklığımız teyit edilmişti” velakin kazın ayağı Amerikan basını tarafından bakın nasıl işfa edildi:
 “Bush, Erdoğan’ın PKK’ya karşı mücadelede daha fazla destek isteğini yanıtsız bıraktı...”
 “Başkan Bush, Türkiye’nin Amerikan kuvvetlerinin Kürt militanlara karşı önlem alması isteğini kabul etmedi...”

 


TERÖR ÖRGÜTÜNÜ SİLAHLANDIRAN MÜTTEFİK

Skandalların ardı arkası kesilmiyordu.
Türkiye-ABD-PKK-TSK dörtgeni bu kez de  “ABD ordusunun Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere PKK’lı teröristlere silah verdiği/sattığı”  iddialarıyla karşı karşıyaydı.
Savunma Bakanı Robert Gates’in açtırdığı soruşturmaya göre, ABD ordusundaki her 25 silahtan biri karaborsacı askerlerce satılmıştı!
Org. David Petraus silahların Irak güvenlik güçlerine verildiğini söylerken, TSK’nın elinde PKK’da içlerinde Glockların da bulunduğu 1260 Amerikan silahı olduğu bilgisi vardı!
2003-2007 arası Irak’a yollanan 500 bin silahın 190 bininin kayıp olduğunu bizzat ABD, kendi resmi belgeleriyle  doğruluyordu. Ve Cüneyt Zapsu Washington’da  “Başbakanı delikten aşağı süpürmeyin, kullanın”  diyerek AKP-Neo-con ilişkilerini tamirin peşindeyken, asıl kırılmanın adresi bambaşkaydı;
PKK yeniden Türkiye’de silahlı saldırılara başlamıştı...

 

YARIN: MİT “ULUS DEVLET”E KARŞI...