İnsanın köpeği ısırması haber olmaktan çıkarsa!

Artık insanın köpeği ısırması değil, köpeğin insanı ısırması olay oluyor, haber değeri taşıyor... 'Normal' veya 'sıradan' bir davranış şekli, ne yazık ki 'istisna'ya dönüşüyor ve bu 'sıra dışı' olay hayret ve övgüler içinde paylaşılıyor, medya ve sosyal medyada haber yapılıyor...

Öyle örnekler var ki, nasıl bir 'toplumsal çürüme' içinde olduğumuzu belgelemeye yarıyor... Bazen birkaç saniyelik görüntü, birkaç cilt kitapla anlatmaya yetmeyecek olanı özetliyor, kafalara çakıyor...

***

Düzce'nin Akçakoca ilçesinde yaşanan o görüntülerin sosyal medyaya yansımasında olduğu gibi... Küçük bir kız çocuğu markete giriyor... Tezgâhın üzerindeki şekerlerden iki adet alıyor... Market sahibinin yerinde olmadığını görünce, elindeki parayı güvenlik kameralarına göstererek tezgâhın üzerine bırakıyor...

Son derece 'normal' karşılanması gereken bu davranış, toplumsal çürüme karşısında öylesine 'istisna' hâline gelmiş ki, devlet televizyonu da dâhil olmak üzere, bütün yayın organları ve sosyal medya bunu haber yapma ihtiyacı hissetti...

Bozulmanın bir nevi itirafı gibi...  Çocuk ancak o marketi soyarsa haber olması gerekirken, aldığı şekerin parasını verince önemli haber oluyor!.. Bu absürtlüğün içerdiği sosyal mesajı kim okuyacak? Siyasetçiler mi? Dindarlar mı? Sosyologlar mı? İletişimciler mi?

***

Bu 'sıra dışılık' uzunca süredir var aslında? 'Tayvanlı iş adamımın arabada unutulan parasını karakola götüren taksici' haberi gibi... 'İyilik, güzellik, dürüstlük, kul hakkı yemezlik, erdem' gibi son derece insanî kavramlar, aslında her namuslu insanda olması gereken 'sıradan özellikler' insan hayatından çekip gittikçe ve yerlerini 'çıkarcılık, haksızlık, çirkinlik, kul hakkını çekinmeden yiyicilik, hırsızlık, yolsuzluk' aldıkça, hayrete vesile olacak haber türleri de değişiyor... Aldığı şekerin parasını tezgâhın üzerine bırakan çocuk haberi gibi!..

Bu durum Kanada'da haber olur muydu meselâ? Hani şu metro girişindeki arızayı fırsat bilip o metroya bedava binmektense, açıktan ücret bırakıp binenlerin ülkesinde... Ya da Norveç'te, Danimarka'da...

***

Geçtiğimiz aylarda bu köşeye konu etmiştim... Adana'da bir hırsız, çaldığı bisikleti elini yüzünü yıkamak için girdiği camide başka bir hırsıza çaldırınca isyan ediyordu: "Câmide hırsızlık olur mu? Memlekette namuslu adam kalmamış!.."

Sonra not düşmüştüm: Adam belli ki mânevî değerlere son derece saygılı ve prensip sahibi!.. Hırsızlığa değil de hırsızlığın câmide yapılmasına karşı!..

İnsan gurur duyuyor tabii!.. Meslek ahlâkına böylesine önem veren, onun yanı sıra milletin değerleri noktasında hassasiyetini koruyan ve gerekirse isyan eden bir hırsız profili, her eve, her topluluğa lâzım!..

'Musluklar çalınmasın' gerekçesiyle kimi câmilerde o muslukların zincirle bağlandığından haberi olmamış bu hırsız kardeşimizin... Tabii halı ve değerli çini buharlaşmalarından da... Sonra isyan ediyor "Câmide hırsızlık olur mu?" diye...

Ayrıca postanelerde havale yapmak için kullanılmaya yarayan 50 kuruşluk kalemlerin 'götürülmesin' diye kalınca bir iple bağlanması da bir başka 'yerli' gerçeğimizdi...  

***

Yüksek tepelere câmiler kondururken, onu futbol sahalarının tribünleri gibi 'Tam 63 bin kişilik' diye tanımlarken, bununla gurur duyarken, diğer yandan aslında o câmi kültürü de dâhil olmak üzere hayatımızdan neleri kaybettiğimizi, sosyal genetiğimizin nasıl değiştiğini fark etmiyoruz bile...

Süleymaniye'nin değil halı ve çinileri, câmi yerinden sökülüp ruhuyla beraber iç edilse fark etmeyecek bir zihin yapısı, Çamlıca'yla hava basıp, kendisini rehabilite edebiliyor maalesef...

Hayatımızdan 'izzet, erdem, haysiyet, tahammül' gibi kavramlar sökülüp giderken, çok sıradan görülmesi gereken insanî davranışlar bile hayretler içinde karşılanıyor ve 'çölde bulunmuş su' muamelesi görüyorsa, içinde bulunduğumuz hâlin 'kuraklık' olduğunu kabul etmemiz gerekiyor...

Yazarın Diğer Yazıları