Kurtarıcının Zulmü Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül

Kurtarıcının Zulmü Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül
Milliyetçi camianın önde gelen isimlerinden Efendi Barutcu,

Türkiye toplumunun tecrübe ettiği ilk askeri darbe olan 27 Mayıs 1960 Darbesi öncesine ilişkin çeşitli yazarlar ülkede bir ‘’bunalım‟ın olduğuna işaret etmişlerdir. ‘Bunalım’a yol açan gelişmelere ilişkin olarak ise genellikle Demokrat Parti’nin (DP) otoriterleşmesi ve bu doğrultuda seçim kanununda muhalefet partisinin aleyhine değişikler yapmak, muhalefette bulunan Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) baskılar yapmak, yargı mensupları ve diğer devlet memurlarına çeşitli baskılar uygulamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenini yargısal yetkilerle donatmak gibi uygulamalarda bulunmasına işaret edilir. Ayrıca, 1955’lerden itibaren ekonomik büyümenin durma noktasına gelmiş olması ve DP iktidarının halkın belli kesimlerine verdiği sözleri tutamamış olması da bunalımı hazırlayan sebepler olarak görülür. Aslında DP iktidarı ekonomideki kötü gidişe paralel bir şekilde otoriterleşmeye başlamış ve özellikle CHP döneminde kökleşmiş olan bürokrasinin askeri ve sivil kanadına karşı sert tedbirler almaya başlamıştı. (1)

Demokrat Parti iktidarının muhalefet ile uzlaşmaz bir tutuma girmesinin bir başka örneğini de Ali Fuad BAŞGİL “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabında Celal BAYAR’ın parti kavgalarına girmesinin olumsuz sonuçlarını gördüğü için 27 Mayıs Darbesi’nden önce merhum Adnan MENDERES’i ikaz ederek muhalefet ile uzlaşmasını, muhalefetinde katılımı ile seçim hükümeti kurulmasını teklif ettiğini yazmaktadır. Menderes bu teklifi kabul etmiş fakat sertlik yanlısı Cumhurbaşkanı Celal BAYAR “bunu” engellemişti. (2)

“1960’ın mayıs ayına gelindiğinde, askerî bir müdahalenin siyasî, sosyal ve psikolojik altyapısı her yönüyle hazırlanmıştı. Hükümet bu hazırlıkları son ana kadar fark edemedi. Çeşitli kanallardan alınan istihbari bilgiler üzerinde durulmadı, uyarılar dikkate alınmadı. Ordu tarafından çeşitli yollarla uyarılan Demokrat Parti 27 Mayıs 1960’ta askeri bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. (2016 Türkiye’sine ne kadar da benziyor! Sadece oyuncular farklı…) 27 Mayıs askeri darbesini gerçekleştiren subaylar değişik komiteler adı altında 1950’den itibaren teşkilatlanıyorlardı.

27 Mayıs darbesini hazırlıklarında, müdahalesinde Silahlı Kuvvetlerin üst kademesindeki komutanlar yer almadılar Kara Kuvveti Komutanı Cemal Gürsel, Birinci Ordu Komutanı Fahri Özdilek olaya başladıktan sonra dahil oldular. Kısa süre önce Orgeneral Cemal GÜRSEL adeta küskün olarak İzmir’e çekilmişti. Darbe gerçekleştirildiğinde 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp GÜMÜŞPALA: “Eğer başınızda kuvvet komutanlığı rütbesinde birisi yoksa ordumla beraber Ankara’ya yürürüm” diye komite üyelerini tehdit etti. Bunun üzerine İzmir’e çekilen Orgeneral Cemal GÜRSEL ikna edilerek Milli Birlik Komitesi (MBK) başkanlığına getirildi.

Müdahaleyi gerçekleştiren ve MBK adıyla yasama ve yürütme kuvvetleri üstlenen askerler, devirdikleri DP iktidarına karşı nasıl bir tavır alacaklarını kararlaştırmamışlardı. Başta Alparslan Türkeş olmak üzere bir kısım MBK üyesi hükümetin önde gelen isimlerini yurt dışına göndererek, diğerleriyle ilgili yasal işlem başlatmayarak toplumsal huzuru sağlamak eğilimindeydiler. Türkeş ve arkadaşları halkın geniş desteğine sahip Demokrat Parti’nin kapatılmasıyla yapılacak erken bir seçimde bu kitlenin TBMM’de temsil imkânı bulamayacağını bu sebeple de CHP’nin iktidar olacağını, 1960 askeri darbesinin ise CHP’yi iktidara getirmek için yapılmadığını ileri sürüyorlardı. Ancak İstanbul’dan gelen üniversite hocaları buna şiddetle itiraz ettiler. Görüştükleri Cemal Gürsel ve Cemal Madanoğlu’na haklarında dava açılmaması durumunda, müdahaleyi yapanların gayrı meşru duruma düşeceklerini, hatta yargılanıp ceza alabileceklerini söyleyerek TCK’nın 146. ve 149. Maddelerinin esas alınarak dava açılmasını sağladılar.” (3)

TÜRKEŞ’İN KISA SÜREN MÜSTEŞARLIĞI ve ABD’NİN KARA LİSTESİNE GİRİŞİ

Komitedeki üyelerin her birinin ayrı hesapları vardı. Erdoğan ÖRTÜLÜ, 3 İhtilalin Hikayesi isimli kitabında Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi Orhan ERKANLI’nın şöyle dediğini yazmaktadır: “27 Mayıs sabahı darbe gerçekleştirilmiş olmasına rağmen birçoğumuz bundan sonra ne yapacağımızı bilmiyorduk. İçimizde sadece Alparslan TÜRKEŞ’in uzun vadeli bir planı vardı. O sebeple de devletin yüksek idarecilerinin zirvesi olan Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenmişti. Fiilen Başbakanlık yapıyordu.” (4) Yine İsmet Paşa’nın damadı Metin Toker de İsmet Paşa ile On Yıl isimli kitabında Orhan Erkanlı’nın hatıralarından şöyle bahsetmektedir: “Milli Birlik Komitesinin ilk 38 üyesi içinde bir ihtilale ve ihtilal sonrasına kendisini en iyi hazırlamış ve kafasında kendine mahsus planlar yapmış olan Albay Türkeş’ti. Bunu daha ihtilalin Ankara’da yayınlanan ilk bildirisini kendi sesiyle okumak suretiyle göstermeye başladı… Bu bildirinin okunması ile Türkeş sivrilmeye başladı. Bugün dahi herkes 27 Mayıs sabahı duydukları kalın ve boğuk sesi unutmamışlardır.” (5)

Suphi Karaman da bu noktada ihtilal öncesinde komite içerisinde yaşanan bir tartışmaya dayanarak; “Türkeş’in kafasındaki uzun vadeli planların hiç silinmediğini sonradan anladık” demektedir. (6) 27 Mayıs akabinde Yassıada’da DP milletvekilliğinden mevkuf olan ve daha sonra gazetecilik görevini ifa eden Mithat Perin ise zikredilen cümlelerin istikametinde bir yorumda bulunarak; “Türkeş’in Müsteşarlığı, tamamen ileriye dönük planlar ve tayinler içermekteydi” sözlerini sarf etmiştir. (7)

Cemal Anadol’un Alparslan Türkeş’ten dinleyerek yazdığı MHP ve Bozkurtlar adlı kitabında Türkeş “arkadaşlarımla MBK’daki görevlerimizin yanı sıra Türkiye’nin o güne kadar ihmal edilmiş problemlerini araştırıyor, kısa zamanda çıkardığımız kanunlarla tedbirlerle önlemler alıyorduk. Bu arada halk partisinin tenkitlerine maruz kalıyorduk. CHP’nin hedefi her zaman olduğu gibi benim başbakanlık müsteşarlığım idi. MBK üyeleri arasında üst düzey yöneticiler olmasına rağmen CHP’lileri Türkeş fobisi kaplamıştı. Fahri Özdilek başbakan yardımcısı, Sıtkı Ulay devlet bakanı, Ahmet Yıldız ise Basın Yayın Genel Müdürlüğü görevini yürütmesine rağmen bu üyelerin kararları da bana mal ediliyor, müsteşarlık kisvesi ile Cemal Gürsel’i istediğim istikamette çekip çevirdiğim sanılıyordu. MBK’nın memleketin idaresini ele aldığı günlerde talimatımla DPT kurulmuştu. Bugün ülke ekonomisine yön veren bu teşkilatın yıllar önce tarafımdan kurulduğu kabul etmeyen bu politikacılar mecliste MBK kararlarını inceledikten sonra kamuoyu önünde kabul etmek zorunda kalmışlardır.” (8) Yine Alparslan Türkeş’in talimatıyla Ülkü ve Kültür Birliği Teşkilatı kurulması planlanmıştı. 13 Kasım tasfiyesi ile Türkeş’in bu projesi engellenmiştir. Türkeş DPT ile birlikte; OYAK, Türk Standartları Enstitüsü (TSE), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) gibi kurumların kuruluşuna öncülük etmiştir.

Alparslan Türkeş’in bu kısa Başbakanlık Müsteşarlığı döneminde karşılaştığı bir hadise ise dönemin ruhunu anlamak açısından çok önemlidir. Türkeş bu hadiseyi şöyle aktarıyor; “27 Mayıs’tan sonra Başbakanlığa oturunca, bakanlıkları dolaşmaya başladım. İçişleri Bakanlığı’na gittiğimde, orada, ayrı bir odada, bir ayrı büroda Amerikalıları gördüm. Bizim yetkililere nedir bu diye sorduğumda komünizmle mücadelede ABD ile iş birliği yaptığımızı, onların bizim personeli eğittiğini, burada onlarla bizim aramızdaki iş birliğini koordinasyonunun yapıldığı söylendi. Ama işi biraz inceleyince gördüm ki, İçişleri Bakanlığı’na gelen şifre, telgraflar ile Bakanlık’tan dışarı çıkan tüm evraklar oradan geçiyor. Yani onlar, bunları görüyorlar, kontrol ediyorlar.

Bunu öğrenince dedim ki, bunlar buradan çıksınlar, Amerikan Yardım Binasına gitsinler. Orada çalışsınlar.” (9)

Bunun üzerine ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Birinci Sekreteri Willian H. Doyle Alparslan Türkeş’e 25 Temmuz 1960’da bir mektup yazmış ve buranın CIA ofisi olduğunu açıklıyordu ve buranın yeniden açılmasını istiyordu. Ancak tüm ısrarlara rağmen Alparslan Türkeş bu büroyu açmıyor ve Türk Milletinin egemenlik haklarını çiğnetmiyordu. Daha o tarihte Alparslan Türkeş ABD’nin kara listesine girmişti.

MBK’DA AYRILIK RÜZGÂRLARI

27 Mayıs 1960’tan birkaç ay sonra Milli Birlik Komitesi (MBK) ikiye bölündü. İsmet Paşa -bir damadın gerdeğe girme heyecanı ile- iktidarı arzuluyor başta Türkeş olmak üzere bu ‘’On dörtler Grubu’’nu iktidarına engel olarak görüyordu. Ayrıca devlet idaresinde köklü reformların yapılmasını, Demokrat Parti yöneticilerinin geçici bir süre için bir başka ülkeye gönderilmelerini birkaç sene sonra yeni partilerin kurulmasıyla seçimlere gidilmesini istiyorlardı.

CHP ile yakın temasta bulunan ve askeri darbeden sonra Ankara Merkez Komutanlığı görevini üstlenen General Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği grup 13 Kasım 1960’ta bir “iç darbe” gerçekleştirdi. Alparslan TÜRKEŞ, Muzaffer ÖZDAĞ ve Dündar TAŞER’in de aralarında olduğu 14 MBK üyesi, evvela gözaltına alındılar, ardından yurtdışı görevleri verilerek birkaç yıl ülkeden uzaklaştırıldılar. (İhtilal evlatlarını yemeye başlamıştı.)

14’lülerin tasfiyesinden sonra da gerek MBK gerekse ordu içerisinde gruplaşmalar devam etti. Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in MBK tarafından görevden alınmak istenmesi üzerine perde gerisinde lideri Genel Kurmay Başkanı olan İstanbul’daki Birinci Ordu’nun komutanı olan Org. Cemal Tural’ın başını çektiği Silahlı Kuvvetler Birliği bir ültimatom vererek Org. Tansel’in Hava Kuvvetleri Komutanlığına döndürülmesi dahil birtakım isteklerde bulundu. Tansel ve dayandığı grupların bu isteklerine karşı çıkan Ankara Sıkı Yönetim Komutanı Org. Cemal Madanoğlu bu görevinden ayrılarak MBK’deki doğal görevine döndü. Bu olay 14’lileri tasfiye eden Madanoğlu’nun gücünün yok edildiğini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Aynı Cemal Madanoğlu’nu on sene sonra 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra kurulan sıkı yönetim mahkemelerinde Türkiye’de Sovyetler Birliği’ne dost bir hükümet kurmak için darbeye teşebbüs suçundan sanık olarak göreceğiz. Bu hadise de Cemal Madanoğlu’nun Alparslan Türkeş’e hasım olmasının sebebinin tamamen ideolojik olduğunu ortaya koymaktadır.

SİLAHLARIN GÖLGESİNDEKİ DEMOKRASİ

15 Ekim 1961’deki genel seçimlerde beklenenin aksine CHP hüsrana uğradı. DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP) ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP), Millet Meclisi ve Senato’da çoğunluğu sağladılar. Bu sonuçtan hiçte memnun olmayan Silahlı Kuvvetler Birliği 21 Ekim Protokolü adı verilen bir belgeyi imzalayarak istekleri kabul edilmediği takdirde 15 Ekim 1961 genel seçimlerden sonra 26 Ekim 1961’de toplanması beklenen TBMM’nin tasfiye edileceğini ihtar etmişlerdir. Bu teşebbüsten ancak Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı İnönü’nün ise Başbakan olmasıyla vazgeçebilirlerdi. Ortaya çıkan belge Çankaya’da Cemal Gürsel, komutanlar, SKB temsilcileri ve TBMM’de sandalyeleri bulunan parti liderleri arasında 24 Ekim 1961’de yapılan yuvarlak masa toplantısında CHP, AP CKMP ve YTP tarafından onaylanır. Böylece 27 Mayıs’tan sonra “ihtilal” hakkında eleştirel bir yazı yayınladığı için bir ara tutuklanan ve 15 Ekim seçimlerinde AP’nin İstanbul listesinden senatör seçilerek parlamentoya girme hakkı kazanan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’i bazı AP’liler Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarmayı düşünmekteydiler. MBK üyesi Tüm. General Sıtkı Ulay, Ali Fuat Başgil ile görüştü. Hocaya hayatının garanti edilemeyeceğini, adaylıkta direnmesi durumunda öldürülüp cesedinin Etlik sırtlarına atılabileceğini tabancasını göstererek “tebliğ etti”. Prof. Başgil ertesi gün hem adaylıktan çekildiğini hem de TBMM’den istifa ettiğini bildiren bir mektup bırakarak ilk trenle Ankara’dan ayrıldı, İsviçre’ye gitti.

Silahların gölgesinde çalışmaya başlayan TBMM’de Gürsel Cumhurbaşkanı, İnönü kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan olunca, askeri müdahale bir süre olsun önlenmiş oldu.

‘’Askeri yönetim iş başına geldikten sonra, yeni bir anayasa hazırlanması için çalışmalara başlamış öncelikle bir profesörler kurulu atamış daha sonra Kurucu Meclis oluşturularak bu meclis bünyesindeki Anayasa Komitesi tarafından nihai hali verilmişti (Zürcher, 2004). 27 Mayıs darbesine ilişkin oldukça kabul gören bir yorum bu darbenin „ilerici‟ bir darbe olduğudur. Ayrıca, 27 Mayıs darbesi „direnme hakkı‟na dayandırılmış ve bir „hürriyet mücadelesi‟ ve „hukuk devleti ihtilali‟ olarak görülmüştür (Esen, 1971). Amacı ne olursa olsun, iktidarın seçimle değil, kuvvet yoluyla el değiştirmesi anti-demokratik ve hukuka aykırı bir uygulamadır. O halde, 27 Mayıs Hükümet Darbesinin, tüm diğer hükümet darbeleri gibi, anti-demokratik ve hukuka aykırı bir hareket olduğunu söyleyebiliriz. 1961 Anayasası sonrasında Türkiye’de demokratik ortam hiç gelişemediği kadar gelişme göstermeye başlamıştı. Bu geniş hürriyet ortamı içinde siyasi teşkilatlanmalar serbestçe yapılmakta, temsili demokrasinin gelmiş olması ile toplumun her kesimi mecliste temsil edilebilir hale gelmekteydi.’’

Bu gelişmelere rağmen cunta çalışmaları hız kesmeden devam etti. 22 Şubat 1962 tarihinde Harp Okulu Komutanı Talat AYDEMİR’in darbe teşebbüsü, ihtilalcilerle kısmî uzlaşma sağlanarak önlendi fakat çok geçmeden Talat AYDEMİR, yeni darbe teşebbüsünü 21 Mayıs 1963’te gerçekleştirdi. Hükümet kuvvetleri tarafından darbe bastırıldı. Darbecilerden Talat AYDEMİR, Fethi GÜRCAN ve Erol DİNÇER yargılanarak idam edildi.

KIBRIS KRİZİ

İsmet İNÖNÜ’nün başkanlığında kurulan CHP, AP ve YTP koalisyonu esnasında yaşanan en önemli dış politika krizi, Kıbrıs Krizi’dir. 23 Aralık 1963 günü Lefkoşa’dan Ankara’ya son yapılan çağrıda; “Her taraftan sarıldık. Son mermilerimizi atıyoruz. Bundan sonra bizi ancak Anavatan kurtarır. Kurtulamazsak vatan sağ olsun…”

Direnişin liderlerinin beklediği cevap gecikmez: “Milletçe sizinleyiz. Jetlerimiz yolda. Direnin!” bu acil çağrı üzerine Türkiye, Rum Milli Muhafızları ve EOKA çetelerinin Kıbrıs Türklerine yönelen katliamlarına karşı Londra-Zürih Antlaşmaları’ndan doğan garantörlük hakkını kullanarak müdahale etti. 7-8 Ağustos 1964 günleri Türk Hava Kuvvetlerine bağlı jetler Kıbrıs Rum mevzilerini bombalar. Türkiye’nin ne bir çıkarma gemisi ne de başka bir imkânı vardır. Bu olaydan hemen sonra ABD Başkanı JOHNSON’un İsmet İNÖNÜ’ye meşhur mektubu gönderilir.

Mektupta özetle; “NATO’dan aldığınız silahlarla bir başka ülkeyi bombalayamazsınız.” denilmektedir. Başbakan İsmet İNÖNÜ’nün oldukça sert cevabı gecikmez: “Dünya yeniden kurulur. Türkiye de yerini alır”.

Bu musibet Türkiye’de milli harp sanayi fikrinin tohumlarının atılmasının başlangıcıdır. Halkın da desteğiyle Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı, Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı vb. vakıflar kurularak milletin desteğine müracaat edilir.

Bu arada Başvekil İsmet İnönü, Sanayi Bakanı Muammer ERTEN’i, Sovyetler Birliği’ne bir dizi sınai tesislerin inşasının yapılması anlaşmaları için gönderir.

İskenderun Demir-Çelik Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, PETKİM, Aliağa Rafinerisi, Paşabahçe Cam Fabrikası, Bandırma Asit Borik Fabrikası gibi 10 sanayi tesisine Sovyetler Birliği yarım milyar doları aşkın kaynak sağlamaya söz vermekle kalmamış, teknisyenlerine kadar her şeyi göndermeyi de üstlenmişti.

İNÖNÜ, 1964 Haziranı’nda Kıbrıs Meselesi ile ilgili görüşmeler yapmak ve bir kısım teminatlar almak üzere ABD’ye gider fakat, Başbakan olarak gittiği Amerika’dan Türkiye’deki koalisyon ortakları hükümetten çekildiği için sade bir milletvekili olarak dönmüştür. Ankara’daki iki iktidar ortağı; YTP ile CKMP –en azından bu işi birkaç gün erteleseler olmazmış gibi- İNÖNÜ’nün Başkan JOHNSON ile görüşmesine birkaç saat kala, Hükümet’ten çekildiklerini kamuoyuna açıklamışlardır.

İNÖNÜ, kendince şartlar ileri sürmeyi tasarladığı ABD Başkanı’nın önüne “düşük başbakan” olarak çıkma durumundaydı. O an İsmet İNÖNÜ’nün başına dünyaların yıkıldığı andır. İNÖNÜ’nün başbakanlığının sonunu da getiren Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmaları hayata geçirmek Adalet Partisi iktidarlarına nasip olacak, Sovyetlerle iş birliği anlaşmalarındaki ısrarı Demirel’in de birinci sonunu hazırlayan sebeplerden biri olacaktır. ABD müttefiklerinin kendi yörüngesinden birazcık olsun uzaklaşmasına, farklı iklimlerde nefes almasına asla izin vermemektedir.

Devam edeceğiz…

GEVGİLİLİ, Ali (1981), Yükseliş ve Düşüş, Altın Kitaplar.

BAŞGİL, Ali Fuad (2014), 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri. Kubbealtı Neşriyatı.

GÜRGÜR Nuri, Türk Yurdu Dergisi, Cilt.30, Sayı 277.

ÖRTÜLÜ, Erdoğan (1966), 3 İhtilalin Hikayesi (13 Kasım-22 Şubat-21 Mayıs) Ay yıldız Matbaası.

TOKER, Metin (1967), İsmet Paşayla On Yıl, Akis Yayınları.

UTKU, Cumhur, 14’lerden Suphi Karaman’a İhtilal Mektupları, Kaynak Yayınları.

PERİN, Mithat, “Yassıada’da 476 Gün”, Haber,17 Mayıs 1967.

ANADOL, Cemal (1995), MHP ve Bozkurtlar, Kamer Yayınları.

TURGUT, Hulusi (1995), Şahinlerin Dansı, ABC Yayınları.