Nükleer tehlike!

Türkiye'nin kuzeyinin en ucu, yeşillikler içerisinde bir şehir: Sinop. Denizle iç içe… Ancak o yeşillikler şimdilerde yok edilerek şehrin il merkezine 14 km uzaklıkta kurulması planlanan nükleer santralin inşası amacıyla binlerce ağaç yok edildi ve edilmeye devam ediyor. En basit anlatımıyla su soğutmalı olan bu santral, denizin suyunu alıp soğutucu görevini gördürdükten sonra suya geri bırakacak. Sinop sahilleri ve şehrin tamamı santralden etkilenecek…

Her yıl sektirmeden Türkiye'nin en mutlusu seçilen insanların yaşadığı bu şehrin sırrını çözmeye çalışanlar duraksamadan pek çok gerekçe sayabiliyor: Ormanları, denizi, havası, az sayıda nüfusu, hoşgörülü insanları, kalesi, sahili, limanları…

Bu yazıyı bir Sinoplu olarak yazıyorum… Haliyle özel bir hassasiyetim de var tabi…

Ancak Sinop'un doğasının katledilmesi karşısında hassasiyet göstermek ve itiraz etmek için Sinoplu olmak da şart değil. Santralin yapılacağı İnceburun'a gidip, deniz fenerinin orada, arkasına ormanı, önüne Karadeniz'in muhteşem manzarasını alan her insan, "Buraya dokunmayın!" diye haykıracak bir hassasiyeti edinir.

Santralin tehlikesi ne?

Nükleer enerji, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türü…

Nükleer santral ise, bir veya birden fazla reaktörün bulunduğu ve yakıt olarak da radyoaktif maddelerin kullanıldığı bu yolla elektrik enerjisinin üretildiği tesis…

Yakıt olarak radyoaktif maddelerin kullanılması, diğer tür elektrik üretim santrallerine göre daha sıkı güvenlik önlemleri alınmasını zorunlu kılıyor. Tabii, buna bağlı olarak gerekli teknolojik teçhizatı da içermesi gerekiyor. Çünkü eğer açığa çıkan enerji kontrol edilemezse hayati ve korkunç manzaralarla karşılaşılıyor.

Son derece hassas bir konu olması nedeniyle, kurulumunda dikkat edilmesi gereken belli başlı hususlar var. Güvenlik önlemleri, deprem riski, üretilen enerjinin taşıma ve iletim koşulları, soğutucu gereksinimi ve meteorolojik koşullar özellikle önem arz ediyor.

Geçen yıl Nisan ayında Türkiye Barolar Birliği'nin nükleer santral projesine karşı durarak, Sinop'ta düzenlediği sempozyumda; Japonya'da Nükleerden Çıkış İçin Ulusal Avukatlar Komitesi'ni temsilen davet edilen Av. Kazuki Homori, Fukuşima nükleer santral faciası yaşanana kadar Japon toplumunun nükleer santrallerin güvenli olduğuna inandığını anlatırken, Çernobil nükleer santral kazasının Rus teknolojisinin ürünü olduğu için yaşandığını düşündüklerini, ileri Japon teknolojisinin benzer akıbeti olacağını asla düşünmediklerini ifade etmişti.

Sinop'a yapılması planlanan santral Japonlar tarafından yapılıyor… Bu açıdan, planlanan şekilde proje gerçekleşirse, bir ülke üzerinde başka bir ülkenin nükleer santral kurmasının ilk örneğini de görmüş olacağız…

Yine aynı sempozyumda; Nükleersiz.org Proje Koordinatörü Pınar Demircan, Nükleer Fizikçi Prof. Dr Hayrettin Kılıç'ın 2007 yılında Areva ve Mitsubishi şirketlerinin ABD'de nükleer santral kurma taleplerinin milli güvenlik kanunları kapsamında reddedildiğini açıkladığı mektubundan kesitler sunarak, aslında çok önemli bir konuya dikkat çekmişti.

Ayrıca, Japon meslektaşım Homori, Nükleer santral yapımında Türkiye'nin bir deprem bölgesi oluşunun göz ardı edilmesinin endişe verici olduğu, Sinop'un nükleer yatırım pahasına kaderine terk edilmemesi gerektiği konusunda da uyarmıştı, söz konusu sempozyumda.

Üstelik kaderine terk edilen Sinop'un insanları, tüm Karadenizliler gibi nükleer bir felaketin bedelini hala ödüyor. Çernobil nükleer santralinin patlamasından sonra Karadeniz'de herkesin ailesinden en az bir fert (anne, baba, dayı, amca, teyze…) kanser yüzünden yaşamını yitiriyor. Hatta bu istatistikte ne yazık ki benim ailem de yer alıyor. (Ruhları şad olsun…)

Son olarak demem o ki, Türkiye, enerjisini tasarruflu kullanıp, ihtiyacı olan elektriği potansiyelinin fazla olduğu güneş ve rüzgâr gibi yenilebilir kaynaklardan elde edebilir. Doğayı katletmeye, tehlikeleri bu denli fazla olan bir kaynağa yönelmeye, hele ki ülkenin nadide mutlu insanları olan Sinopluları, mutsuz etmeye hiç ama hiç gerek yok!...

Yazarın Diğer Yazıları