MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -18-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -18-
Bu milletin gösterdiği bu muhteşem mukavemet âdeta bir mucizedir

esat-atalay-001.jpg
Kapının önünde duran otomobili, misafirlerin emrine tahsis olunmuştu. Otomobili asker bir şoför idare ediyor, yanındaki asker ise hiç kımıldamıyordu. Otomobil, ana caddeden geçerek Heyet-i Murahhasa Reisi için hazırlanmış olan ve şehrin eski kısmında bulunan ev istikametinde ilerliyordu. Her yerden gelme, her cins halk kalabalığı orada kendisini bekliyordu. Tarif edilmez yorgunluğa rağmen, ancak gece yarısından sonra, herkes, şimdi uzaklarda kalan Avrupa’daki eziyetli seyahatten edindiği müphem (belirsiz) ve vuzuhsuz intibalarla (kapalı izlenimlerle) birlikte ayrıldıktan sonra, istirahat edebildik.

Beşinci Mektup:

Ankara, 28 Nisan

Anadolu’daki harp hakkında icap eden ifşaatta bulunmanın sırası henüz gelmedi.

Bunu sonraya bırakıyorum. Harbin hailevî (korkunç) seyri devam etmekte. Bu sebeple, şimdiki halde millî hareketin tarihçesini yazmak imkânsız. Mücadele çetin, kanlı ve metanetli nev’i cinsine mahsus bir şekilde devam ediyor.

Hiçbir Avrupa milleti kahramanca büyüklükte, hiçbir yabancı istemeyen ve buna rağmen yaşamak için dövüşen bu ırka asla faik (üstün) olmamıştır. Abluka dolayısıyla, her şeyden mahrum, akla gelmeyen mahrumiyetlere maruz kalan bu ırk, buna rağmen mübarek vatan topraklarını müdafaadan fariğ (uzak) olmamaktadır.

Hadd-ı zatında pek munis (uysal) olan bu milletin gösterdiği bu muhteşem mukavemet (direniş) âdeta bir mucizedir. Münevver Avrupa’nın vaktiyle methetmekten hoşlandığı ziyadar (aydınlık), sehhar (büyüleyici) ve hulyalı şark! edebildik.

 “Fakat eski zamanların kanları nerede?’’ diye sormanın tam sırası, çünkü eski şairler artık sustu; o zamanlar bezledilen (bolca edilen) muhabbete, o zamanlardan mütekabil bağlılığına ait hatıralarından bir iz kalmaksızın bıkkınlık ve kesel (gevşeklik) geldi. Aradaki rabıtalar (bağlantılar) bu kadar mı zayıftı?

Tevekkeli “uçurum uçurumu çağırır’’ dememişler. Bu uzaklaşma ve bu bigânelik bu uçurumu, sonunda geçilmez bir hâle getirmek için daha fazla ve daima daha derin kazmıyor mu?

Beşeriyet Umumî Harpte kâfi derecede kana bulanmadı mı?

Adalet, hukuk, sulh hakikaten boş kelimeler... Çünkü, ortada gayr-i kabil-i inkâr bir vakıa var; Anadolu harbi. Bir yandan, uzun müddetten beri ellerinden silâhlarını bırakmamış birlikler sökün edip gelirken Ankara’da, başka hiçbir yerde olmayan derecede tefekkür ediliyor, muhakemeye varılıyor, düşünülüyor, sonsuz tefekküre (düşünceye) dalınıyor. Mondros Mütarekesi’nden beri yaratılan esere adını veren ve İstanbul’un müttefik kuvvetlerce işgalinden sonra o zamanki hûkümetçe âdeta sürgün edildiği şu Anadolu’ya ruhunu nefheden (yayan) insanın meslekî hayatını anlatmak, o, bedbaht devrin nefesi kesilmiş Türkiye’sini anlamak üzere nazarları geriye doğru çevirmek ve o Türkiye ile bugün sulh içinde yaşamak için şan ve şerefle mücadele eden Türkiye arasında bir mukayesede bulunmak demektir. Bütün münakalâttan mahrum, esrara bürünmüş bir şekilde Anadolu’nun ortasında ikamet eden ve garplı (batılı) büyük devletlerin tenkitlerine, taarruzlarına maruz kalan Mustafa Kemal Paşa, millî kurtuluş derpîş eden azametli plânını tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için, önüne geçilmez bir heyecanla çalışıyor. “Sükûtî Guillaume’’ gibi, onun da zihnini bir noktada teksif etmiştir (yoğunlaştırmıştır). Bütün hayatının mefkûresi, şu dört kelimede toplanmıştır: “Mücadele ve ümit etmek, teşebbüse geçmek ve sebat etmek.’’ O da Orange Prensi gibi az konuşur, fakat konuştuğu zaman sözleri kısa ve kılıç gibi keskindir. Emretmeye alışmış olan sesinde karşı durulamaz bir eda vardır.