MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -24-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -24-
Zaman dardır, harekete geçmek ve durmadan çalışmak lâzımdır

esat-atalay-001.jpg
Fİ’l-hakika, feci surette ıstırap çeken herkes, meraret (acı) bardağı artık taştığı için geçirmiş olduğu sefaleti unutmayacaktır.

Kahraman şehrin sakinleri, gurup vakti, kısa bir müddet için süratle civardaki tepelere çıkarlar, ağır ağır süzülen akşamın halaveti (tatlılığı) içinde mukaddes Ankara’nın hay huyunu unutmaya çalışırlar!

Bunların, meşhur kaplumbağalarının yeşil kıyılarında sakin bulundukları ovadaki berrak dereyi ihata eden (çeviren) güzel kavak ağaçlarının altında gezinmeye vakitleri yoktur. Zaman dardır, harekete geçmek ve durmadan çalışmak lâzımdır. Çünkü, sulh eserinin âmilleri, bütün Müslüman şarkın (doğunun) istikbalini burada yaratmaktadırlar.

Yedinci Mektup:

Ankara, 4 Mayıs

Büyük Devlet Reisi, İsmet ve Refet Paşalar ile buluşarak, emr-ü kumandada birliği temin etmek için, kendileriyle görüşmek üzere, üç gün önce cepheye gitti. Kendilerini götüren zarif hususî tren, Ankara garından gece yarısı hareket etmişti. Bu ziyaretten istifade ederek düşman ateşine maruz hatları teftiş etmek istediklerinden, Erkân-ı Harp zabitlerinden oluşan bir heyet de kendilerine refakat etmekte. Yunan hezimetini takip eden sükûnet bozulmuşa benziyordu. Bazı yerlerde yeniden çarpışmalar olduğu şayiası (söylentisi) çıkması üzerine vaziyetin ciddî bir surette tetkikinden sonra tek bir yüksek kumandanlık olmasında zaruret bulunduğuna karar verilmişti. Her iki paşanın da kıymetli birer kumandan olması hasebiyle nazik ve halli müşkil bir mesele olarak tezahür etmekte. Mustafa Kemal Paşa’yı Eskişehir’e götüren tren, odunla işliyordu. Treni tahrik eden ağır Alman lokomotifi bu kıymetli mahrukattan (yakacaktan) pek çok istihlâk ediyordu (tüketiyordu). Memleket dahilinde keşfedilen birkaç kömür madeni iyi bir şekilde işletilmekle beraber, cephane fabrikalarının, imalâthanelerin, makinelerin ve bütün trenlerin ihtiyacına yetmiyordu. Bunun üzerine ormanların tahribine, muazzez ve asır-dîde ağaçların kesilmesine, birkaç yüz senelik gövdelerin dinamitle atılmasına başlandı. Koru ve demiryolu istasyonları civarında, şehirlere tahsis edilen (ayrılan) odunları kesip hazırlayan askerlerin çadırlarına tesadüf olunmasının sebebi budur.

Yine bu sebeple, bazı mıntıkalarda, devâsa çınarların gölgesine sığınıp ilkbaharın nefis kokusunu teneffüs ederek tefekküre (düşünceye) dalan mütefekkirlerle (düşünürlerle) edebî musarralar (beyitler) yazan derviş şairlere, eski zamanın bu terennümkârlarının gittikleri bu muhteşem ormanlar artık hiç görülmeyecek...

Bunlar artık mazi oldu...

Şimdi, yaşamak için mücadele etmek lâzım. Bunun için de pek çok fedakârlığa katlanmak icap ediyor! Ah, yaşamak; bu ne korkunç bir kelime...

Fakat, ne olursa olsun, ortadan kalkan ormanlar için ağlamaya hakkımız var mı?

Şayet ormanlar için ağlayacak olursak onları sevenlerin akıbeti için dökülecek gözyaşımız kalmaz. Takip ve tazyike (baskıya) uğrayışımızdan beri tahakkuk ettirilecek ne kadar çok şey var! Anadolu’nun merkezinde bulunan hazineler, kendi başlarına birçok açığı kapatmaya kifayet ederse (yeterse) de bunun için memleketimizde rahatça çalışmaklığımız gerekmez mi?