MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -32-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -32-
Devlet Reisi pek çok kimseyi sıkıntıya sokan esrarlı tebessümü ile gülüyordu

esat-atalay-001.jpg
Onuncu Mektup:

Ankara, 12 Mayıs

Önceki gün, sabahın saat on birinden biraz önce, Büyük Devlet Reisinin otomobili, H. Zade’nin oturduğu evin önünde durdu. İsmi, Esat Nedim Bey olan genç bir zabit otomobilden inerek kendisinden gitmeye hazır olup olmadığını sordu, “On dakikada Bağ’a varmış olacağız” dedi.

Bunun üzerine yola çıkıldı.

Mustafa Kemal Paşa’nın “Şevrole”si, vadiyi çevreleyen yolda pek güzel gidiyor, şimdi de şehrin karşısına isabet eden tepeye çıkıyordu. Bu yol, Ankara’ya hâkim bir şekilde yükseldikçe daralıyor ve iki tarafı ağaç fidanları dikili bir bahçe yolu haline geliyordu. Böylece, çiçeklerle bezenmiş araziye girildi. Etrafa vekillerin, mebusların, şehir eşrafının oturdukları sevimli köşkler bulunuyordu. Bütün yol boyunca, Esat Nedim Bey konuştu. Millî hareketin başlangıcında kendisini İstanbul’a bağlayan her şeyi bırakarak, Büyük Devlet Reisine mülâki olmak (katılmak) üzere, o şehirden nasıl kaçtığını anlattı. Kendisi çok istidatlı, sanatkâr ve telsiz, telgraf, elektrik, fotoğraf vesaire gibi birçok işlerde ihtisas sahibi bir gençti.

Kendisi; H. Zade’nin eski silâh arkadaşı olan Ferik Remzi Tahir Paşa’nın yeğenidir. Belhi’de, amcasına -Mısır ve Sudan askerî tarihinin bu mümtaz simasına bağlılığından olacak- H. Zade, kendisine karşı yakın bir dostluk gösteriyor, şerefli ve tam manasıyla müeddep (terbiyeli) bir kimse olan amcasına benzemesi temennisinde bulunuyordu.

Otomobil, yolun genişletilmesi işinde çalışanları geçtikten biraz sonra vakur Karadenizli askerlerin nöbet bekledikleri küçük bir karakol binasının önünde durdu. Birkaç metre ileride, sola döndüğümüzde, kendimizi, Büyük Devlet Reisinin kır köşkünün önünde, basit bir ahşap parmaklığın çevrelediği taraça şeklinde bir bahçede ayakta durmakta olan Büyük Devlet Reisinin huzurunda bulduk.

Kendisi lâcivert bir kostüm giymişti ve pek çok kimseyi sıkıntıya sokan esrarlı tebessümü ile gülüyordu. İlerleyerek, “Nihayet yeni ikametgâhıma geldiniz, burası güzel, değil mi?” dedi. Halisane (içtenlikli) el sıkışı, samimî bir memnuniyeti ifade ediyordu.

H. Zade, “Hakikaten çok güzel ve rahatlatıcı” dedi.

Paşa ve H. Zade, köşelerine alaturka kanapelerin mahirane bir surette yerleştirilmiş olan sofadan geçerek Mustafa Kemal Paşanın çalışma odası olan sağdaki odaya girdiler. Burası seçkin bir vasıf taşımakta, âdeta Türkiye’nin bir parçasını canlandırmakta. Buradaki her şey bir hususiyet arz etmekte, her şey nadir. Burada teneffüs edilen hava da ceyyit (hoş) ve kuvvet verici.

Üstü evrak ile dolu koyu renkli akaju bir yazı masası, gayet güzel bir şekilde tanzim olunmuş kırmızı deri kaplı mobilya, üstlerinde ay-yıldızların parıldadığı kornişlerin altından sarkan aynı renkte kadife perdeler. Pencerelerden ilkbaharın bayıltıcı kokusu girmekte. Çankaya’da, sadece bahçedeki cesur ağaçların sakinleri olan kuşların ihlâl ettiği harikulâde bir sükûnet hâkim.

Burada sükûnet o kadar tatlı ve Bağ’ın füsunu o kadar nüfuz edici ki, güzel rüyalar görmemek imkânsız. Kanapenin karşısında bulunan bir koltukta oturan Büyük Devlet Reisi konuşuyordu:

“Bu kadar çabuk ayrılmakta ısrar ediyor musunuz?”

H. Zade, “İşlerim dolayısıyla buna mecburum, fakat, tekrar gelmekliğim icap

ederse, telgrafla çağırılır çağırılmaz derhal dönerim” dedi.